Dolar (USD)
32.20
Euro (EUR)
34.75
Gram Altın
2406.08
BIST 100
10267.09
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

09 Eylül 2013

Suriye: Özneli Cümleler Kuralım


Hayatım boyunca kendimi bildim bileli Ortadoğu'da hep aynı hikayeyi dinliyor ve aynı filmi seyrediyoruz. Örtük ve açık aktörler bile hep aynı. Şimdi sıra Suriye'de ve böyle giderse sıra diğerlerine gelinceye kadar aynı serencamı yaşamaya devam edeceğiz. Yaklaşık 22 sene önce Saddam Hüseyin Kuveyt'i işgal edince, İslam dünyasının içinde bulunduğu acziyet ne ise, bugün de üç aşağı beş yukarı aynı şeylerin geçerli olduğunu söyleyebiliriz. Zannederim önce Türkiye'nin bir düzlüğe çıkması gerekiyor.

İçsavaşın başlamasından bu yana yüzbinden fazla insanın öldüğü sıklıkla tekrar ediliyor. Bütün bunların karşısında maalesef İslam dünyasının kurabildiği cümleler hep edilgen; yani öznesi yok: "Bu savaş durdurulsun", "Katliam bir an önce sona erdirilmelidir." Ya da bir başkasını göreve çağıran cümleler: "Dünya buna seyirci kalmamalıdır", "Birleşmiş Milletler hemen müdahale etmelidir." Diyeceksiniz ki, yapacak bir şey yok. Zaten en kahredici olan da bu. Fakat bundan daha kahredici olanı, reel imkanlardan beslenecek şekilde İslam dünyasının dinamikleri stratejik olarak motive edilebiliyor mu? Doğrusu buna gönül rahatlığıyla bir "evet" şeklinde cevap vermek pek mümkün görünmemektedir.

Hükümet başından beri Suriye'ye bir şekilde müdahale tarafında oldu. Hiç şüphesiz bu savaşın birinci derecede etkilenen ülkelerinin başında Türkiye geliyor. Bu anlamda, Türkiye'nin Suriye'yi yakın takibi gereklidir. Suriye üzerinde dünya ülkeleri arasındaki tavır alışların farklı biçimde gerçekleşmesi, İran'ın ve bir takım Arap ülkelerinin Suriye'de Esad tarafında olması, bu zamana kadar Esad'ın elini güçlendiren faktörler oldu. Bu çerçevede, Türkiye'nin tabii ki kendi başına hareket edecek bir gücü yok. Fakat bunun farkında olunması gerekiyor.

Hükümet bir boyutuyla bunun farkındalığına sahip olduğundan, Birleşmiş Milletleri ve İngiltere, Amerika, Fransa gibi küresel siyasal aktörleri göreve çağıran bir diplomasi yapıyor. Bunu yaparken de, hem "kimyasal silah kullanıldığı" gibi uluslar arası ilkeleri üzerinden sesini yükseltiyor, hem de insanlık dramı gibi geniş harekete getirici bir söylemi kullanıyor. Tam da bu noktada hükümetin yürüttüğü bu politikada reel durumla örtüşmeyen iki noktaya dikkat çekmeliyiz. Birincisi, Türkiye'nin başından beri Suriye'ye müdahale düşüncesi ve söyleminin pratik karşılığı nedir? Şu anda Ya NATO ya da Birleşmiş Milletler kanalıyla Suriye'ye karasal harekatı olmayan bir müdahaledir. Üstelik de Amerika, Suriye'de "rejimin değişmesini istemediği"ni beyan etmiştir. Bu durumda Amerika'nın bu müdahalesi, Türkiye'nin gerçekte talep ettiği "insanlık dramı" ve "rejimin değişmesi"ni sağlayamayacaktır. Kaldı ki, Amerikan müdahalesinin muhaliflerin gücünü kırmayacağı, Esad'a daha fazla destek sağlamayacağını nereden biliyoruz ve bunun garantisi nedir?

Üstelik Amerika'nın "müttefikimiz Türkiye'yi koruma görevimiz var" türünden açıklamaları fazlasıyla işkillendirici değil mi? Belki Amerika karadan bir operasyonu kendisi yapmasa bile, Türkiye'yi oraya saplama gibi bir politikasının olmadığından söz edemeyiz. Kaldı ki, Çözüm sürecinin nereye doğru gideceği, bölgede çok yapılı bir devletin oluşup oluşmayacağı ve Türkiye'nin bundan nasıl etkileneceği, Suriye ile ilgili denklemin bir başka parçası.

Hükümet yeni bir tezkereye bile ihtiyaç duymadan, Suriye'ye müdahalede çok istekli görünüyor. Bu isteklilik; başından beri özellikle Davutoğlu'nun farklı bir paradigma ile hareket ediyoruz dediği Osmanlı misyonu; yani bölgeye ağabeylik yapmak. İşte Türkiye'nin henüz farkında olamadığı gerçek bu: Osmanlı misyonunu hedef olarak ortaya koymak bir şey ama; bunun için Osmanlı'nın yıkılmadan önce son yüzyıldaki gücü ve etkisine bile sahip misiniz? Tabii ki değilsiniz. Çok dinli, mezhepli, etnik yapılı bu bölgede müdahalenin nerelere varacağını iyi hesap etmek gerekiyor.

"Mü'minlerden iki taife birbirleriyle savaşırlarsa, aralarını bulup barıştırın; biri diğer üzerine haddi aşarsa, onu yola getirin" (49/Hucurat, 9) emri ile acizlik arasındaki sıkışmışlıkta devam ediyoruz. Herhalde hiçkimse küresel aktörlerin Suriye'ye müdahalesini "haddi aşanı yola getirme" şeklinde yorumlamayacaktır. "Bu da bir şeydir" diyenlere ise Irak'ı göstermek sanırım yeter.

Yirmi sene sonra da aynı sıkışmışlıkları yaşamamak için, bugün İslam dünyasnın kendi dinamiklerinin farkına varması, bunları işletmesi, reel güçbirliği imkanlarını yoklaması gerekmektedir. Değilse, edilgen cümleler kurmaya ve küresel aktörlerden merhamet dilenmeye devam edeceğiz.