Dolar (USD)
32.41
Euro (EUR)
34.79
Gram Altın
2402.73
BIST 100
10208.65
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

11 May 2023

Sürüden ayrılanı kurt kapar

Herhangi bir konuda bizden daha üstün olanlara imrenerek onları örnek almayı isteriz. Bu durumun altında yatan ana sebebin ise bir türlü kendimizi olduğumuz gibi kabullenmeme ve hep daha fazlasını istemek olduğunu, bazen fark ediyor bazen de fark etmeden geçip gidiyoruz. İnsanın kendini eksik hissetme duygusu, zihninde kendisine her zaman yer bulmuştur. Eksik olduğunu hissederek yahut eksiklik kisvesi altında daha fazlasını isteyerek, tam olacağı düşüncesi neticesinde kendinden farklı biri olma gayretinin nafile bir çaba olduğunu fark etmeden yaşayıp gidiyor insan.

Diğer bir husus ise, hep bir özenme halinde kabuklarımızın dışına çıkıp başkası olma arzusunda oluşumuzdur. “Sürüden ayrılanı kurt kapar.” diyen atalarımız, diğer sözlerinde yanılmadıkları gibi bu sözde de yanılmış olma ihtimalleri olmadığı kanaatindeyim. Başkası olma arzusu, insanın ait olduğu toplumdan, kültürden ve dahası değerlerinden kendini uzaklaştırma gayretidir. Bunun nihayeti ise maalesef hüsrandır.

İnsanın kendini geliştirmek istemesi ve bugününün dünden, yarınının bugünden daha iyi olmasını arzulaması gayet doğaldır. Bu, her gün yeniden yenilenmenin ve gelişmelere karşı yenilmemenin gerekliliğindendir. Hele ki içinde bulunduğumuz teknoloji çağı adıyla andığımız veba bir çağda, gelişmelerden geri kalmak kabulü mümkün olmayan bir durumdur. Biz, daha sabah hayatımıza giren bir yeniliğe ayak uyduramamışken, aynı günün akşamında daha farklı bir icat hayatımızı kuşatıp, sabahkini reddetmemizi ister hale gelmişken bu değişimden kaçınmayı istemek, entelektüel bir söylem ile çağa ayak uyduramamak olarak tanımlanmaktadır. Diğer adıyla yaftalanmak!

Evet, yaftalanmak! Olayı, sosyal bir varlık olan insanın, bir başkası tarafından bir kalıba sığdırılmaya ve orada gösterilip, kabuğunun dışına çıkmış olabileceğine ihtimal vermeme durumu diye yorumlayabiliriz. Diğer bir tabirle insanları etiketlemeye çalışmak. Şu değilsen busundur, bu değilsen ötekisindir, öteki de değilsen hiçbir şeysindir, türünden yaftalamak veya yaftalanmak!

Ürünlerin ön plana çıktığı bu çağda, insanlara etiket yapıştırmaya çalışmak da normal bir durum olarak kabullenmeye başlandı. İnsanların bir ‘değer’ oluşundan ziyade ‘ederine’ bakmaya başlayan insanlık, aslında kendi kalitesini ortaya koydu.

Bu çağda eşyaların yeri ile o kadar çok oynadık ki; nihayetinde ruhumuzu biblo diye vitrine, parayı da hayatın özü niyetine kalbimize koyduk. Her şey olması gerektiği yerde olmayınca da hakiki anlamlar, kendilerine yüklenen anlamlar altında ezilmeye başlandı. Bu kadar anlamsızlık ve anlam karmaşası içerisinde kalan hakikat de yeni çağın mengenesine sıkıştırılmış ahşap misali, konsantre bir hale getirilerek özünden farklı bir şey olarak topluma dayatılmaya başlandı.

Vitrinlerde boy gösteren ürünlerin etiketlerine bakarak yaşamaya başlayan insan, gün geldi diğer insanlara etiket yapıştırmaya başladı. Şucu, bucu, ocu diye yaftalanan insan, fikrinden dolayı yaftalandığı yetmezmiş gibi, bir de toplumsal statü, makam ve maddi bütçesine göre yaftalanmaya başlandı. Bu işin daha da acısı ve belki de en felaketi olanıdır. İnsanı kalbinin haline göre değerlendirmek yerine, kalbinin üzerine iliştirilmiş bir yaka kartıyla değerlendirmek!

Yaşadığımız çağda durum bu kadar acınılacak hal almışken ve dünya yaftalar mezarlığına dönmüşken, insandan kendisi olmasını beklemek de imkânsız bir hal alıyor. İnsan, zaten hep başkasına özenme ve kendisinde olmayanı isteme gibi amansız bir hastalığa yakalanmışken bir de yafta medeniyetinin tesiri, durumu içinden çıkılmaz bir hale getiriyor.

İnsan, kendisinde var olan ile yetinmek yerine birilerine şirin görünmek adına özünü inkâr ederek başkası olma derdinde yaşamaya başlıyor. Bu değişim o kadar hızlı oluyor ki, bu hıza insanın kendisi dahi ayak uyduramıyor.

İnsanların etiketleri o kadar hızlı değiştiriliyor ki, market raflarında yer alan etiketler dahi bu hıza yetişemiyor. Bunun en önemli nedenlerinden birisi kimsenin, kimseyi olduğu gibi kabullenmeyişidir.

Önyargının bir sonucu olarak ortaya çıkan yaftalama gayretinin ne kadar kötü bir hal olduğunu şu hikâye en güzel şekilde özetliyor sanırım. Bir gün, Çinli bir köylü baltasını kaybeder ve komşusunun oğlundan şüphelenir. O şüpheden sonra çocuğun her hali, köylüye hırsız hali gibi görünmeye başlar. Çocuk, bir hırsız gibi davranıyor, bir hırsız gibi konuşuyor, bir hırsız gibi yürüyor ve kendisine bir hırsız gibi bakıyor. Birkaç gün bu şüpheyle çocuğa yaklaşan köylü, evinin deposunda baltasını bulduktan sonra çocuğu gördüğü zaman, o çocuğun da diğer çocuklar gibi olduğunu anlamış.

Hülasa, herhangi bir sebepten dolayı insanları yaftalamaya çalışmak, aslında insanın ruhuna vurduğu etikettir. Kıyafetlerimizdeki etiketleri sökmek kolaydır, lakin ruhumuzu kaplayan etiketlerden kurtulmak zordur.

İnsanları ötekileştirerek yaftalayanlar, nihayetinde kendilerini ötekileştirmiş olur.

Sistem dediğimiz bu düzende, yafta medeniyetinin esiri olmak yerine, birbirimizin farklılıklarına saygı duyarak, karşımızdakini olduğu gibi kabullenmek en güzel eylemdir. Gelin, birbirimizi olduğumuz gibi sevelim.