Dolar (USD)
32.18
Euro (EUR)
35.00
Gram Altın
2499.16
BIST 100
10643.58
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

01 Kasım 2023

​Tarihe yön vermeliyiz!

Ülkemizi bizlere miras bırakan atalarımız, içinde bulunduğumuz coğrafyanın eşsiz jeo-politik ve jeo-stratejik konumundan ötürü, 1071 yılından buyana Anadolu topraklarında tutunmak ve bu topraklara ayak basmakla elde ettikleri benzersiz çarpan gücünü, 1055 yılında üstlendikleri Abbasi Halifeliğinin hamiliğinin verdiği potansiyelle bir araya getirip İslam Dünyası’na önderlik edecek nesilleri tarihimize armağan etmek için müthiş bir mücadele vermenin yanında asırlar boyu sarsılmaz bir iradenin timsali olmuşlardır.

Nitekim 1299 yılında kurulan ve 1918 yılına kadar dünya tarihinin gelmiş geçmiş en büyük imparatorluklarından biri olarak ayakta kalan Osmanlı İmparatorluğu, böyle bir zirve idealin ve nesiller boyu kesinti göstermeyen bir çalışmanın sonucu olarak, ünlü Batılı tarihçi Hammer’in deyimiyle tüm “tarihin yarısını” oluşturan bir ufuk devlet, ideal dünyamızda parıldayan parlak kandil ve milli kimliğimize olan en büyük öz güven unsuru olarak karşımızda durmaktadır.

Tüm bunlarla beraber, Osmanlı gücünün hızla dünya siyaset tarihinin zirvelerine tırmandığı bir dönemde, Büyük Sultan Fatih Sultan Mehmed Han zamanında dahi ne yazık ki coğrafyamızda 5 kere devalüasyon yaşanmış, zirvenin en tepesi olan Kanuni Sultan Süleyman Han zamanındaysa, Yeni Kıtalardan milyonlarca yerli insanın katliamıyla, başta İspanya coğrafyası olmak üzere Avrupa’ya taşınan olağanüstü altın ve gümüşten kaynaklanan enflasyon sebebiyle Osmanlı ekonomisi daha sonraki hükümdarlar döneminde toparlanamayacak derecede yara almıştır.

Bu tarihsel düzlem içerisinde Osmanlı Devleti tebaasının askerlik, ziraat, hayvancılık, esnaflık ve din adamlığı ile uğraştığı, ticaret ve sarraflığın (o dönemki bankerliğin) Levantenlere, Yahudilere ve Ermenilere bırakıldığı, yüzyıllar içerisinde elde ettikleri tecrübelerle bu milletlerin insanlarının sermayeyi ve dolayısıyla iktisadi faaliyetleri kontrol eder hale geldikleri, 18. yüzyılda başlayan ayrılık hareketlerini finanse ettikleri ve de en nihayetinde 19. yüzyılda Osmanlı maliyesini çökertmek suretiyle 20.yüzyıl başında Osmanlı’nın yıkılıp dağılmasına neden oldukları gerçekleri ekonomi tarihi kayıtlarımızdan en ciddi derslerinin çıkarılacağı bir gerçeklik havzası oluşturmuştur.

Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin gerçekleştirdiği İzmir İktisat Kongresi’nde karşımıza iktisadi manada çok ağır bir tablo çıkmış ve Cumhuriyet’in ayakları üzerinde durmak adına ihtiyacı olan sermayenin ülkenin ana kurucu unsuru olan Türklerin elinde mevcut olmadığı anlaşıldığından devlet eliyle kalkınma planları için çalışmalar başlatılmıştır.

Ekonominin kumandasının bürokratların eline bırakılması ve tam da bu dönemin 2.Dünya Savaşı dönemine denk gelmesi milletimizi çok büyük ekonomik problemlerin yaşandığı çalkantılı bir sürece sürüklemiş ve dönemin yöneticileri tarafından sermaye birikiminin oluşması için milli değerlerimizi, hiçbir süzgeçten geçirilmeksizin Batılı değerlerle takas etme niyetinde olan toplulukların önünü açılmış, hakim düşüncenin uygulayıcısı durumundaki antidemokratik uygulamalarla ülkenin vasisi haline gelen bürokrasinin kontrolünden çıkmayacağı düşünülen kontrollü bir sermaye grubu oluşturulmuştur.

1950 seçimleri ile baskıcı düzenin yıkılmasının ardından maddi-manevi açıdan yaşanan terakkinin oluşturduğu atmosfer, düzenin ellerinden çıktığını hisseden eski bürokrasinin ve onların hayat verdikleri sermaye gruplarının girişimleriyle 1960 darbesi ile sona ermiş ve milletimizin ısrarla doku uyuşmazlığı yaşadığı bu güç odaklarına her seçim döneminde ders vermesine rağmen bir kere siyasal tarihimize sokulan darbecilik ve diğer antidemokratik yöntemlerden vazgeçilmemiş, Türkiye’nin onlarca yılı heba edilmiş, yerli ve milli bir sermayenin güçlenmesine zinhar izin verilmemiştir.

1980 darbesi sonrası Özal ile dünyaya açılan ve geride kaldığı yarışta arayı kapatmak adına müthiş bir mücadeleye girişen Türkiye’de ilk defa yerli ve milli sermayenin alınan kararlarla önü açılmaya başlanmış fakat bu defa da gelişim gösteren Anadolu insanı ve irfanının önü 28 Şubat 1997’de kesilmeye çalışılmıştır.

En nihayetinde yarım asır süren bu hatalar ve milli-manevi değerleriyle, aslıyla kucaklaşmak isteyen toplumun önünün kesilmesi adına yapılan operasyonlar sonucunda kontrolden çıkan olaylar silsilesi Kasım 2000 ve Şubat 2001 ekonomik krizlerini yaratmış, Türkiye ekonomik anlamda tam anlamıyla iflas edecek noktaya kadar getirilmiştir.

Kasım 2002 seçimleriyle güçlü bir şekilde iktidara gelen, milli-manevi değerlerle barışık, Türkiye’nin kendi tarihsel mirasına ve jeopolitik-jeostratejik konumuna uygun idealleri hedefleyen kadroların azmi, Türkiye ekonomisine, Cumhuriyet’in ilk 15 yılındaki müthiş sıçramayı tekrarlatmış, uzun yıllar karanlıkla mücadele eden ülkemizi, kaderi olan tarihsel misyonunu gerçekleştirmeye namzet, tüm dünya ülkeleri arasında parlayan bir yıldız haline getirmiştir.

‪2002-2017‬ yılları arasında yaşanan 15 yıllık kesintisiz ve tüm dünyanın dikkatini çeken ekonomik ve diplomatik başarılar, evveliyatı daha erken tarihlerde başlamakla beraber Türkiye’nin bölgesindeki güç kazanımını, bölgeye yönelik politik ve ekonomik istikrarsızlaştırıcı planları açısından tehdit olarak algılıyan Batılı güçlerce çıkar çatışması olarak görülmüş, bu süreç 2018 yılı itibariyle tam manasıyla adı konmamış bir ekonomik savaşın hayat bulmasına neden olmuştur.

Yaklaşık 5 yıldır düşük yoğunluklu bir ekonomi harbinde olan Türkiye’nin yerli ve milli sermayeyle beraber bu gücün büyümesi için lazım gelen insan kaynağına en çok ihtiyaç duyduğu dönemlerden birinin içerisinde olduğumuzdan, yukarıda perspektifi sunulan tablonun milletimizin lehine döndürülmesi adına tüm ilgili kurumlarımızın yapabileceği en büyük hizmetin "insana yatırım" olduğu hususunda fikir birliğine varılmalı ve acilen ekonomi alanında son derece yetkin, ezberci değil araştırmacı kültüre sahip, yeni dünyanın bilimi ile tahsil gören gençler yetiştirilmelidir.

İyi ekonomistler yetiştirip önce sermaye birikimi oluşturan sonra da sermayeye hükmedenlerin neler başardığını ve tüm dünya ekonomisini, finansını yönlendirdiğini "Vanguard, BlackRock ve StateSteeet" gibi trilyonlarca dolarlık fonları yöneten ve dünya çapındaki tüm sektörlerin devi olan firmalara yönetim kurulu üyesi atama hakkı olan hisseleri satın alıp ortaklık kurmak suretiyle onları kendi master planları doğrultusunda yönlendiren yatırım bankalarının hikayeleri üzerinden bir önceki yazımda detaylı anlatmıştım.

Bir an önce yola koyulmalı, tarihten ders çıkarmalı, tarihten öğrenmeli ve nihayetinde de yüksek ideallerimizin işaret ettiği hedefler doğrultusunda "tarihe yön vermeliyiz".