Dolar (USD)
32.27
Euro (EUR)
34.68
Gram Altın
2414.81
BIST 100
10267.09
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE


Tarikatlar ve Cemaatler-III

Kırk beş sene önce FETÖ de masumdu diyerek başlayan...

Bunlar sadece şeyhlerine/abilerine itaat ederler ile devam eden...

Hepsini kapatalım. Cami cemaatinden başka cemaat tanımam hükmüyle konuşmalarını tamamlayan zihniyet, ya çok iyi niyetlidir, ya da hain ve 200 yıllık Ernest Renan temsiliyetli, görünüşü modern ve kent soylu zihniyeti ise orta çağ karanlığında kalmış ve kokuşmuş bir güruhtur.

Halbuki devlet olup millet halinde ve bir vatanda yaşamaya başlayan her fert, üst kimliğin altında mutlaka bir çok alt kimlik oluşturmak ister. Bu kimlik arayışı hem sosyolojik bir gerçeklik hem de demokrasinin bir gereğidir.

Bu kimlik oluşumu;

Geleneğin devamı olarak soy, aşiret ve boylara...

Coğrafi kader birliği bağlamında köy, mahalle, ilçe ve il hatta bölgelere...

Dini birliktelik, inancını yaşama ve yaşatma arzusuyla tarikat, cemaat, dernek ve vakıflara...

Devletin giremeyeceği ve hizmetleri götüremeyeceği alanlara sivil inisiyatifi taşıyacak birliktelikler olarak sivil toplum örgütlerine...

Demokrasinin gereği seçme ve seçilme özgürlüğünü ortaya koymak ve yönetimde söz sahibi olmak için siyasi partilere ve demokratik politik hareketlere...

Daha kurumsal yapıya bürünmek ve bireysel olarak elde edemediği haklarına kavuşmak için sendikal örgütlenmelere ve çeşitli federasyonlara...

Geçici veya kalıcı da olabilir devletin bünyesindeki sıkıntıları gidermek için birlikte güç oluşturmak amacıyla platformlara...

Emeklilik sonrası da haklarının devamı için oluşan derneksel yapılara...

Sivil yaşamda bazı haklarına kavuşmak için kurulmuş cemiyetlere...

Meslek sahiplerinin sıkıntılarını gidermek için kurulmuş olan odalara...

Cinsiyet farkından kaynaklanan haksızlıkları ve yanlışlıkları gidermek için oluşan hareketlere...

Kader birliği dediğimiz öğrencilik, askerlik, hapis ve sürgün hayatı, seyahat ve farklı amaçlı yolculukları hatırlamak amacıyla meydana getirilen birlik veya derneklere...

Hatta hayvan ve bitki haklarını, doğayı korumak için oluşmuş aktivistlere üye olmak kabilinden olabilir.

Hasılıkelam çok kültürlü toplumların ve birlikte yaşamak zorunda olduğumuz medeni toplum olmanın gereği olarak bu üyelikler olabilir de olabilir.

Demokratik devletin gereği; bütün bunları öncelikle kanunun faziletiyle sonra da korkusuyla varlıklarını kabul ederek denetlemektir. Onlara rahat nefes aldırarak yanlış yapmalarının önüne geçmektir. Kendilerini güvende hissetmelerini sağlayarak, onlara bir yaşam alanı açarak; şeffaf ve denetlenebilir olmalarını sağlamaktır. Hesap verebilir ve aynı zamanda güvenilir birer sivil yapı olduklarını topluma deklere etmektir. Demokratik devlet, bütün yaşam ve örgütlenme biçimleri ile düşünce şekilleri karşısında tarafsızdır ve tümünün garantörüdür.

Antidemokratik, totaliter devlet ve rejimler ise bütün bunları tek bir komünal yapı olarak görür ve emri altına almak ister. Görünüşte ideal kanun, reel dünyada ise korku üreten kanunların komünist ve faşist anlayışın ürünü olarak bu yapıların üzerinde Demokles'in kılıcı gibi sürekli durmaktır. Ve başlarına her an inecek bir topuz gibi korkutmaktır. Bu tarz bir anlayış -tarihin şahitliğiyle- kısa ömürlüdür ama zararları pek çoktur.

Demokratik yöneticiler ve bürokratlar suçun şahsiliğini esas alırlar. Geçmişe dönük uygulama yapmazlar. Bireyin hatasından dolayı ailesinden ta mensup olduğu bütün yapıların hiçbirisine zarar gelmesini istemezler. Dünyanın en meşhur ve en iyi cerrahı gibi vücutta sadece habis olan yeri ameliyat ederler. Bu habis urun bütün vücuda yayılmaması için de gerekli önlemleri alırlar. Duyguların bileşkesi gibi algılanan bu vicdani hareketler cemiyetlerin sürekli ve mutlu yaşamalarına sebep olur. Adaletin devletin en ücra köşelerine ulaşmasını sağlar. Her zaman ve zeminde böyle adam gibi adam yönetici ve bürokratlara ihtiyaç var.

Antidemokratik yöneticiler ve bürokratlar ise tam tersi tavrı takınır. Suçu şahsilikten çıkarıp umumileştirir. Zulüm de yayılır. Ayıklama yerine toptancı davranırlar. Bu yapıların ve hata yapan üyelerinin ayıklanması yerine yapıların yok edilmesini savunurlar. Acemi ve kötü niyetli bir veteriner gibi vücudun hastalıklı tarafını tedavi etmek yerine bütün vücudu öldürüp ondan ne kadar istifade ederim zihniyetiyle leş görmüş akbabalar gibi davranırlar. Bir tarafı arızalanmış olan bu yapıların diğer taraflarının hayata hizmetlerinin olacağının hiçbir anlamı yoktur onlar için. Ellerinden geldikçe narkozu boşaltırlar vücuda. Sonra da kasabı çağırırlar. Bıçağı atarlar bu yapının boynuna. Geçerler koltuklarına. Konumlarının sağlam kalması için bu yapıdan nasıl istifade ederiz diye başlarlar kendileri gibi leş kargalarını etraflarına çağırmaya.

Evet birinci demokratik tavra ne kadar ihtiyacımız var ise ikinci antidemokratik tavır da bir o kadar zararımızadır.

Şer'i bir kaidedir: Zarara rızasıyla girene merhamet edilmez ve layık da değildir. Ancak herkes günahı yalnız kendi aleyhine kazanır. Hiçbir günahkar başka bir günahkarın günah yükünü yüklenmez, özetle birisinin hatasıyla, başkası veya akrabası hatakar olmaz, cezaya müstehak olmaz (Enam 164; İsra 15; Fatır 18; Zümer 7; Necm 38). Bu ilahi düstura devlet büyüklerinin özellikle yetki ve sorumluluk sahiplerinin dikkat ettiği dönemler adaletin ve huzurun en yaygın olduğu dönemler olarak İslam tarihine geçmiştir. Hatta yakın tarihimizde ülkemizdeki sistem değişikliğinde de bunun bir aksine şahit olduk. Cumhurbaşkanımız her türlü olumsuz yapılanmanın içinde bulunan ve yüksek mevkilerde görev alan ama aynı zamanda adaletin kalemine teslim edilip tutuklanan kişinin masum ehliyetli kardeşini ülkeyi idare eden on altı kişiden birisi olarak tercih etti.

Maatteessüf bu ilahi düsturlara ve ilahi irade beyanına karşı insanlar çoğu zaman o kadar haddini aşar ki yaratıcımızın tarif ettiği o elem verici sıfatını tekrar tekrar tahakkuk ettirir. Şüphesiz insan çok zalimdir, çok nankördür. (İbrahim 34).

Bu nedenle bilhassa antidemokratik ve vicdansız yönetici veya bürokratlar tarafgirlik hissiyle, bir caninin hatasıyla, değil yalnız akrabasına, belki taraftarlarına dahi adavet eder. Elinden gelse zulmeder. Elinde hüküm varsa, bir adamın hatasıyla bir köye bomba atar. Halbuki bir masumun hakkı, 100 cani için feda edilmez; onların yüzünden ona zulmedilmez. Şimdiki vaziyet, yüz masumu birkaç cani için zararlara sokar.

Mesela, hatalı bir adama müteallik, biçare ihtiyar valide ve pederi ve masum çoluk çocukları ezmek, perişan etmek, tarafgirane adavet etmek, şefkatin esasına zıttır.

Müslümanlar içinde tarafgirane cereyanlar yüzünden, böyle masumlar zulümden kurtulamıyorlar. Hususan ihtilale sebebiyet veren vaziyetler, bütün bütün zulmü dağıtır, genişletir diyor Bediüzzaman Said Nursi.

15 Temmuz darbe gecesinde şehit ve gazi olanlar tarikat ve cemaat fark etmeksizin bu milletin dindar ve muhafazakarları, vatanperver milliyetçileri, yüreğinde vatan sevgisi olan her kesiminden kahraman insanlarıydı. Ve günlerce demokrasi nöbeti tutanlar da yine bu samimi kesimden insanlardı.

Aman Allah'ım! Bu ne yaman çelişkidir! O gece yalı ve konaklarından, rahat ortamlarından ve saklandıkları yerlerden başını dahi dışarı çıkarmayan hatta darbe girişimine alenen ya da bıyık altından sevinen bazı baykuşlar, sonradan bu ülkenin en demokrat ve kahramanları olarak ekranlarda ve sayfalarda boy göstermeye başladılar. Laikliğin baskıcı ve totaliter sonucunun bir ürünü olarak yetiştirdikleri FETÖ'nün üzerinden hareketle ülkenin bütün masum ve mazlumlarını bilhassa tarikat ve cemaatlerini nasıl yok edebilirimin planını hemen devreye koydular. Bir nebze de olsa başarılı oldular ve olmak için de durmadan çaba sarf ediyorlar. Burada en acı veren ise bunlara dindarların -cami imamından tutun diyanet riyasetinin en yetkilisine, bürokrasinin en tepesinde olanların hassas düşünmeyenler güruhuna kadar- bilerek veya bilmeyerek çanak tutmasıdır.

Hazer etmeli devlet büyüklerimiz! Nasıl ki herhangi bir resmi kurumda veya siyasi yapıdaki bir kişinin hatasından o kurumları kapatma ve oradaki herkese aynı etiketi yapıştırmanın bir zulüm olduğunu söylüyoruz ki doğrudur. Aynı hassasiyeti neden 100 yıllardır samimi hizmet eden ve bu milletin ahiret dünya saadetinin ve medeniyetinin temel kalıcı taşları olan tarikatlar ve cemaatler için göstermiyoruz. Bu lakaytlığın acı bir tecrübesini yirmi 28 Şubat'ta yaşadık zaten. Ve aynı senaryonun tekrar oynanması hem de dindarların yönetiminde gayretullaha dokunabilir.

Korkarım ki tarikat ve cemaat adıyla Kur'an ve onun yolunda giden masumlara verilecek zararlar başımıza daha büyük felaketler açar.

Her türlü arzi ve semavi felaketlerden Allah'a sığınırım.