Dolar (USD)
32.43
Euro (EUR)
34.68
Gram Altın
2429.58
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

17 Mart 2023

​Tasavvufla yola çıkıp Budist olmak!

İslam dininin modernist bir fikir olarak gösterilmesi, hakikate gözlerini sıkı sıkıya kapatmış Batı’nın yönetmen koltuğunda oturduğu siyah-beyaz filmin yeni bir fragmanı aslında. Neyse ki insanlık, batı düşüncesinin ardında hüsnü zan aramayacak kadar fazla deneyime sahip. Fakat bu gerçeğe rağmen suçu her zaman sabıkalı tarafta aramak, bazı kesimlerce kolaycılık gibi görülebiliyor. Oysa dünya tarihi, hem suçun hem de suçlunun nerede aranması gerektiğini ispat edecek somut delilleri ve tereddüte mahal vermeyecek argümanları hala hafızasında barındırıyor.

Modernite, ortaya koyduklarıyla hakikat arayışımızı zorlaştırıp, çeşitli araçlarla gözümüze perdeler çekiyor. Bu operasyonun idrak edilmesi zor bir şekilde hayatın içine monte edilmesi, ‘perde’lerin, hakikati gizlemede oldukça iyi tasarlandığını gösteriyor. Çünkü Batı ve taşeronları, varmak istedikleri sonuç için olabilecek en sevimli kavramları (perdeleri) kullanıyor; motivasyon, kişisel gelişim, meditasyon, yaşam felsefeleri, sağlıklı yaşam ve yoga…

Modern dünya, insan ruhunu sadece gerektiği kadar ve kapitalizmin işine yarayacağı alanlarda yaşatmak istiyor. Bu ideale ulaşmak için öne sürdüğü araçların neredeyse tamamında İslam harici düşünceleri ve kaynakları temel alıyor. Bu durumun tek istisnası olan tasavvuf, varoluş nedeni olan İslam’dan âri bir formata dönüştürülerek istismar edilen bir örnek olarak karşımıza çıkıyor. Oysaki Abdülkerîm el-Kuşeyrî tasavvufu; “Zamanla ortaya çıkan bid‘atlara karşı Ehl-i sünnet seçkinlerinin her an Allah’la birlikte olma ve gafletten sakınma gayretleri…” şeklinde tanımlıyor (Kuşeyrî, Er-Risâle, I, 52-53; II, 550-557).

Modern anlamda tasavvufun ise, günümüzün din dışı öğretileriyle bağlantı kuracak ya da aynı manalara gelecek şekilde bilinçli olarak tanımlandığını görüyoruz. René Guénon bu konuyu, “Hint ve Çin tasavvuflarıyla İslâm tasavvufu arasında temel çizgi ve fikirler bakımından benzerlik olmakla beraber her biri kendi an‘anesi içinde ayrı bir bütündür.” şeklinde ifade ediyor (İslam Ansiklopedisi/ReneGuenon).

Özellikle şarkiyatçılar tarafından bilinçli bir şekilde İslam dışında bir kaynağa dayandırılmak istenen tasavvuf; yukarıda zikredilen “sevimli kavramlar” üzerinden amacından, anlamından ve İslam’dan uzaklaştırılmaya çalışılıyor. Bu “sevimli kavramlar” arasında Hinduizm ve Budizm’in ritüeli sayılabilecek yoga ve meditasyon, yaygınlığı, hedef kitlesinin genişliği ve masum görünüşü ile en dikkat çekenlerden.

Ne yazık ki bugün yoganın, basılı yayın, müzik klipleri, dizi ve filmlere kadar hemen her alanda kendine geniş bir yer bulduğuna, hatta sosyal kültürel bir faaliyet olarak kabul edildiğine ve kamuoyunda yogaya karşı tamamen masum bir bakış açısı oluştuğuna şahit oluyoruz. Öyle ki çocuklarımızın çizgi filmlerde maruz kaldığı yoga veya meditasyon, Müslüman aileler dahi rahatsız etmiyor.

Modern yaşamın getirdiği sorunların önüne geçebileceği iddiası, sağlıklı zihin/beden vaadi, düşük maliyetli yapısı ve herkesin deneyebileceği basit bir kurguya sahip olması, yoganın neredeyse dünyanın her yerinde kabul görmesinin altında yatan ana nedenler olarak gösteriliyor.

Anlaşılan o ki modernite’nin zindanından kaçmak isteyen insan, seküler hale getirilen hayatın sonucu olarak oluşan ruhsal boşluğunu gidermek için meditasyon ve yoga üzerinden tehlikeli bir yolculuğa çıkarılıyor. Fakat sağlıklı yaşam, pozitif düşünce, mutluluk, sevgi, evrenle münasebette uyum gibi ‘sevimli kavramlar’la masumca başlayan bu yolculuk, çoğu zaman tasavvufun ve dini gerçekliklerin içinin boşaltılmasıyla ve Allah ile kul arasına kalın bir duvarın örülmesiyle nihayete eriyor. Bu aşamadan sonra insan, slogan haline getirilen “benim kalbim temiz” cümlesinin ispat gerektirmeyen konforunda yaşamaya başlıyor.

Doğum yeri Doğu olmasına rağmen daha sevdiğimiz yön olan Batı’da gurbetçi olarak yaşayan bir ‘akımın’ büyüleyiciliğine kapılanlar, Hint dini ritüellerini uygulayan, aidiyeti yüksek üyeler haline getiriliyor. Batı’dan gelenin şeksiz şüphesiz kabul edilmesi, seküler hayat arayışımızla birleşince gerçek huzuru ve onun yegâne kaynağı olan İslam nimetinin farkına varamıyoruz.

Müslümana yüklenilen emanetin farkında olamamak, modern dünyanın tehlikeli cazibelerine kapılarak bataklığa saplanmamıza neden oluyor. Dahası, bataklıktan çıkmak için (İslam haricinde) tutunduğumuz her şey, bizi daha da aşağı batırıyor. Bu nedenle insan ‘sağlıklı yaşayayım’, ‘ruh dinginliği kazanayım’ veya ‘yoga yapayım’ derken Hinduizm ve Budizm ayini yaparken bulabiliyor kendini. Kaybolduğunun farkına varıp bulunduğu konumdan rahatsız olanlar ise “Her şeyi düzeltmeye kalkışmanın yok ettiği…” (Turgut Uyar / Terziler Geldiler) bir dünyada, kendinin farkında olan, dinini bilen ve medeniyet köklerinden beslenen bir neslin özlemini çekmeye devam ediyor.