Dolar (USD)
32.21
Euro (EUR)
34.80
Gram Altın
2425.50
BIST 100
10184.85
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

07 Eylül 2022

Tasavvufu reddetmek

Gerek İslam düşüncesinin entelektüel üretiminde gerekse sosyal medyada tasavvufu olumlayan söylemler kadar onu tamamen reddeden söylemler de görülmektedir. Bu eleştirilerin daha felsefi ve temelden olduğu kadar, tasavvuf erbabının pratikleri üzerinden de yapıldığını görmekteyiz.

Doğrusu birçok şey efendi şeklinde isimlendirilen kişilerin depremlere engel olmak, insanlara şifa vermek gibi Tanrısal vasıfları kendilerine yakıştırmaları sebebiyle bu eleştirellik yaygınlaşmaktadır. Hatta son dönemlerde dinin itibar kaybına uğramasıyla da orantılı olarak bu tür eleştirilerin arttığı görülmektedir. Bir kısım eleştiriler de bu rijitlikleri savuşturarak dini daha sahihleştirme gayretine girmişlerdir.

İslami düşünce üzerine yapılan yorumlara baktığımızda birkaç farklılıkla tebellür ettiğini söyleyebiliriz. Doğrusu bu tasnifi biz Cabiri’nin analizlerinde görmekteyiz. Birincisi, İslam düşüncesini tümüyle beyani bir tarza dayandıranlar ki, daha çok metni anlamaya, yorumlamaya ve iktibasa önem verirler. İkincisi, İslam düşüncesini felsefi perspektife dayandıranlar. Üçüncüsü de, İslam düşüncesini irfani usule göre ele alan ve üretenler. Cabiri bunları beyan, burhan ve irfan şeklinde tasnif etmektedir. Esasen İslam düşüncesi bu üç farklı bakış açısının kesişiminde oluşmaktadır. Dolayısıyla İslam düşüncesini ne sadece felsefi, ne sadece beyani ne de sadece irfani boyuttan ibaret görebiliriz.

İşin ilginç tarafı İslam düşünce tarihinde bugüne kadar İslam düşüncesini tek boyutlu görme eğilimi yoğun olarak varolagelmiştir. Doğrusu böyle bir bakış açısı İslam düşüncesinin geniş açılımlarını görmeyi engellemektedir. Bir başka sorun ise, İslam düşüncesini büyük oranda beyandan ibaret görenlerin ağırlığıdır ki, bunlar diğer bakış açılarına kendilerini kapatırlar. Zaten dinin felsefi düzlemde ele alınıp yorumlanması entelektüel bir faaliyet olarak daha dar bir alan kaplamaktadır.

Bu yazının konusu olan diğer bakış açısı ise tasavvufa tamamen kapatılmış bir İslam düşüncesidir. Bu görüşü savunanların argümanlarına bakıldığında, tasavvufun İslam’a Hint mistisizmi ve diğer ezoterik yorumlar üzerinden girdiğini belirtmektedir ki, bu argümanlar tasavvufun meşruiyetini silmeye yönelik görünmektedir. Bu bakış tarzına göre gerek teorisi itibarıyla tasavvuf, gerekse pratikleri olarak tarikatlar ve şeyhler yorumlar ve ifadeleriyle şirk içindedirler.

Doğrusu beyani, irfani ve felsefi okuma biçimleri gerçekliğin farklı boyutlarını ortaya çıkarması açısından birbirini tamamlayıcılık özelliğine sahiptirler. Felsefi bakış açısı, elbette aşkın ile bağlarını koparmadan aklın imkan ve sınırları içinde gerçekliği anlamaya çalışmaktadır.

Bu bağlamda irfani boyut hem içerdiği bilgi tarzı hem de ferdi ve toplumsal düzeyde gördüğü işlev açısından değerlendirilmelidir. Bilindiği gibi Batı’da ilkin “irfan”ın içerdiği bilme tarzı pozitivizm çerçevesinde kabul görmemişti. Bu sebeple tek bir bilme tarzı mutlaklaştırılmaktaydı. İslam düşüncesi ise Nasr’ın tabiriyle gerçekliğin farklı boyutlardaki tezahürlerini çok boyutlu olarak elde etmek istediğinden irfani bakış açısını olumlamaktadır. Meselenin ikinci boyutu ise, tarihsel süreçte sekülerleşmeye dikkat çekme ve uyarma anlamında irfan ve tasavvuf önemli olmuştur. Söz gelimi; Ebu Zer’in tavrı buna örnektir. Üçüncüsü de, insanı içsel bir süreç olarak insan-ı kamil olmaya hazırlaması açısından düşünülmelidir. Bu anlamda irfan, hayat boyu devam eden bir eğitimi ifade etmektedir.

Elbette tasavvufu ve irfanı şarlatanlık için kullananlar vardır. Hatta tasavvuf literatürü içerisinde eleştirilecek yorumlar da vardır. Fakat sadece zahire önem veren günümüz dünyasında “içsel olgunlaşma”nın önemini gün geçtikçe daha iyi anlamaktayız. Özellikle insan-ı kamil olma yolunda beklemeye tahammül edemeyen bir kitle yaratma teşebbüsleri hızlanmışken, irfan tekrar bizi içimize doğru yönlendirmektedir.