Dolar (USD)
32.26
Euro (EUR)
35.02
Gram Altın
2464.46
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

03 Mart 2017

Tek Adam mı Dediniz?

Türkiye tarihi denebilecek bir dönemi yaşıyor. Parlamenter sistemden başkanlık sistemin adım adım ilerliyoruz. Anlaşılan o ki, 16 Nisan 2007 tarihi Türkiye için bir milat olacak. Referanduma kadar da başkanlık sistemini konuşmaya ve tartışmaya devam edeceğiz. Sistem değişimini destekleyenler olduğu gibi temelden karşı çıkanlar da var. Yarış tüm hızıyla devam ediyor. Başkanlık sistemine karşı çıkanlar, genelde başkanlık sisteminin dünyada başarılı örnekleri olsa da Türkiye'de uygulanamayacağını, sistemin Türkiye'yi otoriter bir rejime dönüştüreceğini ve tek adam yönetiminin bu ülkeye hakim olacağını iddia ediyorlar.

Hayırcıların genel argümanları şöyle sıralanabilir; "Yüksek yargı, partizan bir yargıya dönüşecek", "Kuvvetler ayrılığı olmayacak", "Latin Amerika ve ABD dışında bu sistem uygulanmıyor", "ABD'deki Başkanlık sistemi ile Partili cumhurbaşkanlığı birbirinden oldukça farklı", "Sistem değişiminin tek gerekçesi, Erdoğan'ın başkanlık sevdası", "Türk tipi başkanlık sistemi olmaz, olmamalı", "Cumhurbaşkanlığı sistemi tek adamlık rejimini doğurur", "Başkanlık sistemi adı altında cumhuriyetin altı oyuluyor." Bu argümanların çoğu gerçeklere uzak ve açmazlarla doluu2026

Özal, Neden Başkanlık Sistemini İstedi?

Öncelikle, 1990'larda hız kazanan başkanlık sistemi tartışmalarının da ana motoru siyasi liderler olmuştur. Turgut Özal ve Süleyman Demirel bu tartışmaların en önemli aktörleriydi. Hem hitap ettikleri taban hem de dayandıkları siyasi töre açısından birbirlerine yakın durmakla beraber, ortaya koydukları siyasi üslup ve icraatlar onları birbirinden farklılaştırmıştır. Ancak her iki lider de başkanlık sistemini desteklemiştir. Her iki lider de adını Türk tarihine yazdırmıştır.

Özal'a göre, Türkiye'deki asıl sorun yürütmenin önündeki hendeklerdi. Bunlar darbe anayasası ve darbe anayasalarının ürettiği vesayet odakları tarafından oluşturulmuştu. Onun için yeniden millet ve yürütme odaklı bir sistem kurulmalıydı. Özal'ın anlayışında "koalisyonlar daha ziyade statükocu"ydu ve doğası gereği köklü değişime uzaktı. Transformasyonun yani değişimin gerçekleşmesi mümkün olamazdı. Değişim ve dönüşüm ancak başkanlık sistemi ile sağlanabilirdi.

Bu dönemde, Özal'ı tek adam yönetimi uygulamakla ve "diktatör bir padişahlık sistemi" kurmanın peşinde olmakla suçlayanlar yine basınımızın mümtaz temsilcileri olmuştu. Erol Simavi'nin meşhur mektubunu hatırlayınız.

Çankaya, Sadece Tasdik Makamı Değildir

Süleyman Demirel'e göre ise Cumhurbaşkanını "Halk seçerse daha tarafsız olur. Çankaya tartışma konusu olmaktan çıkar ama bu başkanlık sistemi, tek kişi idaresi demek değildir." Demirel'e göre "Çankaya tasdik makamı değil"dir, "Seyirci değil, noter de değil ama her işe karışan bir kişi de değil"dir. Cumhurbaşkanı sadece Ankara'nın koruyucusu olmamalı; aksine millete ve milli iradeye karşı sorumlu olmalıdır. Cumhurbaşkanı, "Yeter söz milletindir" ifadesinin şahsi manevisi gibi olmalıdır.

Bizce Türkiye'deki aslında asıl sorun, hükümetlere nasıl istikrar ve etkinlik kazandırılacağıdır. Maalesef, tek parti dönemleri hariç bu ülkede ekonomik ve toplumsal istikrar sağlanamamıştır. Öyle ki siyasal bölünmüşlük, cumhurbaşkanı seçimlerini bile ipotek altına almıştır. Bu ülke, yönetilememiş ve partiler anlaşıp cumhurbaşkanı bile seçememiştir. Tek adamlık tartışmasının arka planında böylesi bir tarih yatmaktadır. Tek adamlık mevzusuna bir de böyle bakalım. Ne dersiniz, olmaz mı?