Dolar (USD)
32.47
Euro (EUR)
34.73
Gram Altın
2440.77
BIST 100
9915.62
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

25 Mart 2024

​Teoriler Işığında Türkiye Ekonomisi

TCMB'nin politika faizini artırarak enflasyonla mücadele etme stratejisi, klasik ekonomi teorileriyle uyumlu bir yöntem olarak görülüyor. Ancak, klasik kapitalist teorilere uymayan sonuçlar olduğu görülüyor.

Teoriler bağlamında değerlendirilirse;

Phillips Eğrisi, işsizlik ve enflasyon arasında ters bir ilişki olduğunu öne sürer. Türkiye'de enflasyonun son dönemdeki yüksek seyrinin, bu teoriyle tam olarak örtüşmediği görülüyor. İşsizlik oranlarının nispeten daha dengeli kalması ve hafif dalgalanmalar göstermesi, ekonominin belirli bir direnç gösterdiğini ve işgücü piyasasının tamamen olumsuz etkilenmediğini gösteriyor. Ancak, işsizlik oranları ile istihdam oranlarındaki iyileşmenin yavaş olması, ekonomik büyümenin iş gücü piyasasına yansımasının sınırlı kaldığını gösteriyor.

Dış ticaret ve J eğrisi, bir ülkenin döviz kuru değer kaybettiğinde, kısa vadede ticaret dengesinin kötüleşeceğini ancak zamanla iyileşeceğini öne sürer. Türkiye'nin ihracat ve ithalat verilerine baktığımızda, döviz kuru değişimlerinin etkilerinin bu teoriyle uyumlu olmadığını görüyoruz. Türk Lirası'nın değer kaybı, kısa vadede ithalat maliyetlerini artırırken beraberinde enflasyonu da artırıcı bir etki göstermiştir. Teoriye uyumlu bir şekilde sonuç alınabilmesi için ihracatın esnekliğine ve yerel üretimin ithalatın yerine geçebilme kapasitesine bağlıdır. Ancak altın ve enerji ithalatıyla birlikte vatandaşların marka ve tüketim alışkanlıklarının kolay değişmediği göz önüne alındığında teoriye uyumlu bir sonuç alınamadığı görülmektedir.

Finansal piyasalarda faiz oranları, ekonomik aktivite üzerinde önemli bir etkiye sahiptir. Merkez Bankası'nın faiz oranlarındaki değişiklikler, kredi maliyetlerini ve dolayısıyla tüketici harcamaları ile yatırımları etkilemesi beklenir. Çünkü teorik olarak, faiz oranlarının yükseltilmesi enflasyonist baskıları sınırlamak ve para biriminin değerini korumak için kullanılmaktadır.

2023 yılı Şubat ayından itibaren TCMB'nin politika faizini kademeli olarak artırması ve 2024 yılı Mart ayında %50'ye ulaşması, yüksek enflasyonla mücadelede tercih edilen geleneksel bir yöntemdir. Teorik olarak, faiz oranlarının artırılması, para arzını sıkılaştırarak tüketimi ve yatırımları yavaşlatır ve bu da zamanla enflasyonist baskıları azaltır. Ancak, Türkiye'de yıllık enflasyon oranının 2023 Şubat'ında %55,18 iken, 2024 Şubat'ında %67,07'ye yükselmesi, faiz artırımlarının enflasyon üzerinde beklenen etkiyi oluşturmadığını gösteriyor.

Bu durum, enflasyonun sadece para politikası ile kontrol altına alınamayacağını, yapısal sorunların ve dış şokların da önemli bir etken olduğunu gösteriyor. Özellikle, gıda ve alkolsüz içecekler ile ulaştırma ve konut gibi temel yaşam maliyetlerindeki artışlar, enflasyonun yüksek kalmasında belirleyici olmuştur. Bu sektörlerdeki fiyat artışları, parasal sıkılaşmadan bağımsız, otonom ve zorunlu ihtiyaçların faiz politikalarından bağımsız olduğunu göstermektedir. Vatandaşlar faiz oranları ne olursa olsun bu zorunlu ihtiyaçlarını karşılayacakları için parasal sıkılaşma bu zorunlu ihtiyaçlara olan talebin azalmasında etkili olmamaktadır. Daha net bir ifadeyle faiz oranları arttı diye vatandaşlar daha az beslenme gibi bir eğilim göstermemektedir. Demek ki; enflasyonla mücadelede faiz politikası Türkiye’nin sosyolojik yapısına tam olarak uymamaktadır.

Kamu Maliyesi ve Ricardian Eşdeğerlik

Ricardian Eşdeğerlik teorisi, hükümetin borçlanma yoluyla finansman sağlamasının, vergi artışlarıyla aynı ekonomik etkilere sahip olduğunu öne sürer. Çünkü bireyler, gelecekteki vergi yükümlülüklerini öngörerek bugünden tasarruf yapmaya başlarlar. Türkiye'nin kamu maliyesi verilerine bakıldığında, son yıllarda artan kamu harcamaları ve buna bağlı borçlanma ihtiyacı, Ricardian Eşdeğerlik teorisinin varsayımlarıyla çelişen bir tablo çizmektedir. Halkın gelecekteki vergi yükümlülüklerine karşı tasarruf eğilimini artırması beklenirken, tüketim harcamalarındaki artış bu teoriye meydan okuyor. Bu durum, Türkiye ekonomisinde bireylerin gelecekteki vergi yükümlülüklerine ilişkin beklentilerinin Ricardian Eşdeğerlik teorisinde varsayılandan farklı olabileceğini göstermektedir.

Sonuç olarak, Türkiye ekonomisinin son dönemdeki gelişmeleri, ekonomi teorileri ışığında incelendiğinde, birçok alanda teorik beklentilerle pratik sonuçlar arasında belirgin farklar ortaya çıkmaktadır. Merkez Bankası politikaları, enflasyon ve işsizlik oranları gibi kritik ekonomik göstergelerin analizi, klasik ekonomi teorilerinin her durumda kesin çözümler sunmadığını, ekonominin karmaşık yapısı ve çeşitli iç ve dış etmenlerin önemli rol oynadığını gösteriyor.