Dolar (USD)
32.25
Euro (EUR)
34.80
Gram Altın
2429.12
BIST 100
10072.34
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

31 Temmuz 2019

Toplu Sözleşme Öncesi Kamu Sendikacılığının Krizi

Memur ve memur emeklileri için 2020-2021 yıllarını kapsayacak Toplu Sözleşme görüşmeleri yarın başlıyor. 3.2 milyon memur ve 1.9 milyon emekli memurun mali, özlük ve sosyal haklarında ne tür iyileştirmelerin yapılacağının belirleneceği toplu sözleşme görüşmeleri öncesinde çalışan kesimin sözleşmeden çıkacak sonuçtan çok da ümitli değil. Çünkü sözleşme masasına oturulmasa da hükümetin vereceklerinin değişmeyeceği, yetkili sendikanın sadece görüntüsel bir etkisinin olduğu artık herkes tarafından kanıksandı. 2013, 2015 ve 2017 toplu sözleşme görüşmeleri de bunu doğruluyor zaten.

Özgür Eğitim-Sen MYK Üyesi Bekir Birbiçer, toplu sözleme öncesi kaleme aldığı seri yazılarda işte bu durumun altını çiziyor:

Sendikal örgütlenme, dünyada sanayileşme ile ortaya çıkan işçi sınıfının hak ve çıkarlarını korumak amacıyla yapılanmıştır. İşçilerin, insanlık dışı ağır çalışma koşulları altında, uzun çalışma saatlerinde, sefalet içinde yaşamalarına neden olan düşük ücretler karşılığında çalıştırılmaları, işçilerin güç birliği ederek haklarını savunmak amacıyla sendikal örgütlenmeyi başlatmalarını beraberinde getirmiştir. Yalnız, yasal olarak kurulabilmek bile yaklaşık 100 yıllık bir mücadeleyi gerektirmiştir. Tüm ülkelerde verilen mücadeleler, ödenen bedeller sonucunda çalışma şartları ve çalışanların mali ve özlük hakları bugünkü insani seviyesine ulaşmıştır. Zamanla kamu çalışanları da sendika çatısı altında örgütlenmiş ve işçi sendikaları kadar derinlikli bir maziye sahip olmamakla birlikte mali ve özlük hakları bağlamında pek çok kazanım elde etmişlerdir.

Dünyada olduğu gibi ülkemizde de sendikal örgütlenme işçi, işveren ve kamu sendikacılığı anlamında belli bir mücadele zemininde bugünlere geldi. Sendikal örgütlenme bugün çalışan nüfusun önemli bir bölümünü içinde barındırıyor. Ancak Türkiye’de yapılmakta olan sendikacılık, tarihi destansı direniş ve mücadelelerle dolu sendikal örgütlenmenin hatırasına ihanet eden bir noktaya savrulmuştur. Sendikal mücadelenin içi boşaltılmış, ruhu öldürülmüştür. 12 Eylül’le birlikte kolu kanadı budanan sendikal örgütlenme anayasal düzenlemelerle etkisizleştirilmiş, 28 Şubat darbesinde de işçi ve işveren sendikalarının beşli çete kurarak darbenin sivil ayağını oluşturmalarıyla özünü ve ruhunu tamamen kaybetmiştir.

Türkiye’deki sendikal anlayışa kamu sendikacılığı özelinde baktığımızda üye sayısı itibariyle öne çıkan belli başlı sendika ve bağlı bulundukları konfederasyonların her birinin bir siyasi parti ve siyasi geleneğin sendikal ayağı olarak işlev gördüğünü gözlemliyoruz. Bu durum hangi sendikanın kendini ait hissettiği siyasi parti iktidarda ise o sendikanın üye sayısında patlama yaşanmasını beraberinde getiriyor. Dolayısıyla da yetkili sendika olarak üyelerinin haklarını korumak, çıkarlarını gözetmek amacıyla mevcut hükümetle masaya oturuyor. Bu anlamda yapılan görüşmelerin, bulunulan taleplerin, imzalanan sözleşmelerin ne kadar sahici olduğunu ayrıca belirtmeye gerek duymuyoruz. Elbette sendikaları siyasetten bağımsız düşünemeyiz. Salt ücret sendikacılığı yapmak sendikal örgütlenmenin ruhuna aykırıdır fakat bu her bir sendikanın bir siyasi partinin ön bürosu olarak işlev göreceği anlamına gelmemektedir.

Tüm müktesebatıyla ait hissettiği hükümetlerle kurduğu türlü ilişkilerle danışıklı dövüş içerisinde olan sendikalar, üyelerinin büyüyen tepkisini absorbe etmek gibi dengeleyici bir misyon yüklenmiş durumdalar. Üyeleri tatmin etmek için muhalefet yaparmış gibi gözüken yöneticilerin, aldıkları emanetleri siyasi ikbal ve hedefleri için basamak olarak kullandıkları kamu sendikacılığı anlamını ve özünü tamamen yitirmiştir. Ana hedefin her türlü yol ve yöntemi kullanarak üye sayısının artırılması olan bu sendikalarda üyeler de kesinlikle özne değildirler ve örgütsel yapıda sadece istatistikten ibarettirler.

Eğitim sendikaları bağlamında baktığımızda maalesef çoğunluğunun neresinden tutsanız elinizde kalan, tel tel dökülen eğitim sisteminin içinde bulunduğu devasa sorunların çözümüne yönelik sadra şifa olacak bir öneride bulunup kararlı bir duruş sergilediği vâki değil. İlişki ağları ve vizyonsuzlukları nedeniyle mevcut sorunların derinleşmesinin gerekçeleri arasında sayılmaları gerektiğini de ayrıca not etmeliyiz.