Dolar (USD)
32.47
Euro (EUR)
34.73
Gram Altın
2440.77
BIST 100
9915.62
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

03 Şubat 2022

Toplumların felahı

İnanmak, inanç sahibi olmak doğuştan olan, gerçekliği olan ve insan hayatı için yüksek önemli bir iştir. Bu durum, hangi sosyal grup veya hizipten olmakla alakalı değil doğrudan insanın fıtratı ile alakalıdır. İnsan, ya Hak olana inanır ya da Hak olanın yerine ne koyduysa ona inanır. Ama mutlaka inanır. İnanç olmadan insan asla yaşayamaz. Ben inançsızım diyenler dahi batıl bile olsa o neyse ona inanır.

İnanma ile mutmain olma durumu ile alakalı Musa Peygamber kıssası ibretlik bir örnektir. Bildirildiğine göre Musa Peygamber Yüce Allah’tan kendisine görünmesini diliyor. “Şu dağa yüzümü göstereceğim. O dağ dayanabilirse sana da yüzümü göstereceğim” diye karşılık alıyor. Nitekim dağ eriyip, parçalanınca Musa Peygamber bayılıyor ve dileğinden vazgeçiyor. Ve bu olaydan sonra inancının daha kavi olduğunu fark ediyor ve mutmain olmanın zirvesini yaşıyor.

Burada bilinmesi gereken durum, Hak olana inanmak durumudur. Zaten inanmak; bir olana inanma ile başlar. Din gerçekten inanmayı gerektirir. Hak din zaten inanmadan yaşanamaz, cennet yolu açılamaz. Ama dini tek başına yeterli bir inanma sebebi, unsuru olarak ele alırsanız varacağınız yer sizi sevindirmeyebilir. Dinin beraberinde olması gerekenleri de görmelisinizdir.

Meseleye geniş değil dar kalıplardan bakmaya devam ederseniz Yüce Allah’ın kitabını bile boşa çıkarmış olursunuz. Meseleye geniş bakmalı, geniş düşünmelisiniz ki inancın ihtiyaç olması, insan gönlünün mutmain olma, inanmayı kör (!) olarak yapma, inanmış gibi yapma durumları ile bireysel nefs ve toplumsal nefsi hesaba katmadan inançların kavi olamayacağını, toplumsal terbiye nizamı kurulamayacağını bilmelisiniz.

Bireysel nefsle mücadele öyle can sıkılınca değil mutlaka her an yapılması lazım gelen bir mücadeledir. İnsanın kendi içindeki kargaşa ve zararlı ateşi söndürecek olan nefs terbiyesidir. Sosyal gruplar ve toplum içindeki kargaşa ve zararlı ateşi de söndürecek olan nefs terbiyesinden başkası değildir.

Nefsi ile savaşamayan, onu terbiye etme yoluna girmeyen zaten herkes ile kavga edecektir. İnsan, herkesle kavga etmeye başlamışsa öncesinde zaten kendi ile kavga ediyordur. Nefsinizi terbiye etmezseniz bir gün mutlaka ve mutlaka yeni Kabil siz olacaksınız demektir. Toplumsal nefsinizi boşlar, toplumsal terbiyenizi kavi yapamazsanız da Kabillerden kurulu bir cinayet ve savaş ordunuz olacak ve hayatları cehenneme çevireceksiniz demektir. Zaten düne ve bugüne baktığınızda tüm bozguncu ve kargaşa çıkaranların, nefs terbiyesinden yoksun insanlardan olduğunu göreceksiniz.

Toplumsal terbiyenin yerleşmediği yerlerde bir anda toplumun içinden bir grup çıkar ve kendini toplumun merkezi, en iyi sosyal ve inanç grubu olarak gösterir ve buna kendi adına inandığından daha fazla inanır. Bir başka grup çıkar ve kendini diğer inanç gruplarından, diğer sosyal gruplardan (parti, dernek, vakıf, vesaire…) üstün görür, diğerlerini aşağılık kabul eder.

Böyle bir grup; siyasi, iktisadi, dini,.. vesaire konularda kendi fikir ve eylemlerinin çok haklı, çok doğru ve çok makbul,...olduğunu iddia eder. Dolayısıyla diğer grupları ötekileştirir, yanlışlar ve daha da ileriye giderek onları bazen inanç dışı, bazen akılsız, bazen de gayrı çağdaş, gerici yobaz ilan eder.

Hâlbuki bir insanı, bir grubu tanımak, onlarla ilgili kanaat sahibi olabilmek için yıllarca beraber yaşamak gerekir. Belki de hayatında hiç görmediği, aynı ortamda dahi bulunmadığı insan ve gruplar hakkında böyle kesin bir yargıda bulunulması toplumsal nefsi ve toplumsal terbiyeyi tanımlamak için çok iyi bir örnektir. Böylece insanlar ve sosyal gruplar, birbirini kolayca ötekileştirmekte, bir başka grubu kendilerine karşı düşman ilan edip hatta ve hatta savaşmaya yönlendirmektedirler.

Toplumsal terbiye öyle bir dakikada, bir yılda başarılabilecek bir iş değildir. Nefs mücadelesi ile seneler ister, gayret ister, ter dökmek ister. Bunun için inanmış gibi yapan inanmamışlara aldanmamayı, kör (!) olarak inanıp sorgulamayanları ayırabilmeyi, özü sözü bir olmayanları terk etmeyi, aklını kullanmayıp pisliğe bulaşanları seçebilmeyi başarmadan ve geçmiş hurafelerden, saplantılardan, ataların yanlış yolundan ve kötü zandan sakınılmadan inanma gerçekleşmez, doğru yolda olunmaz.

Dolayısıyla inanç, yerli yerinde olmadan toplumsal terbiye de yerli yerinde olmaz. Toplumsal terbiye yerinde olmadan orada kargaşa da eksik olmaz. Böyle toplumlara da felah asla ulaşmaz.