Dolar (USD)
32.28
Euro (EUR)
35.00
Gram Altın
2473.72
BIST 100
10541.78
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

04 Ekim 2020

Turgut Özal ve Baha Tevfik

1.800 lerin başlarına gelindiğinde Osmanlı, Batı karşısında derin bir zafiyet içine sürüklenmişti.

Bu zafiyetin onlarca ekonomik, sosyal, siyasi sebepleri olmasına rağmen, fatura İslam’a kesildi, İslam günah keçisi ilan edildi.

Önceleri dinin yüksek gücünden dolayı kısık sesle dile getirilen bu görüş, zamanla yüksek sesle söylenir oldu.

Toplumda öyle bir kanaat hasıl edildi ki, “İslam’la alâkamızı ne kadar kesersek, dinin sesini ne kadar kısarsak, o derece kalkınırız ve güçleniriz”.

Bu görüşte o kadar ileri gidiliyor ki, devrin ünlü siyasetçisi Reşit Paşa’ya, Şinasi “Resul-ü Medeniyet” adını veriyordu.

“Resul-ü Medeniyet” ifadesini açarsak “Resul-Allah” daki “Allah” ın yerini “Medeniyet” resulün yerini “Reşit Paşa” alıyordu. Bu kesimin “ilahı” artık “Medeniyet” ti.

O yıllar, Batı’da “pozitivizm, materyalizm, natüralizm” rüzgarlarının hızlı estiği yıllardı.

Dinler insanların korkularının neticesiydi. Yaşam doğanın dışında bir gücün eseri olmayıp, kendiliğinden oluşmuştu. İnsanın kökeni basit canlılardı. Allah, insan zekasının ürünüydü. “Bilim” beyinlerimizi aydınlattıkça dinler kaybolup gideceklerdi.

Geleceğin dünyasında dinin yeri olmayacaktı.

Fetiş haline getirilen “bilim” in her şeye kadir olduğuna inanılıyor, “Bilim” in fazla uzak olmayan bir gelecekte “din” lerin yerini alacağı hesaplanıyordu.

Bu pozitivist-materyalist görüşler Osmanlı coğrafyasına hızla ulaşıyor, belli çevrelerde bu dogmalara bir nass olarak iman ediliyordu.

Baha Tevfik ve Abdullah Cevdet “pozitivizm-materyalizm-natüralizm” in Osmanlı dünyasında tanınıp yerleşmesinde en etkili ikiliydi.

Baha Tevfik, kendi yazıları yanında, ne filozof ne bilim adamı olmayan, sadece bir doktor olan materyalist Büchner’ in “Madde ve Kuvvet” i ile Haeckel’in kitabını “Bir tabiat aliminin dini, vahdet-i mevcut” adıyla çeviriyor, çeviriler binlerce satıyordu.

Daha sonraları, İngiliz Muhipleri(sevenleri) Cemiyeti kurucularından olacak olan Abdullah Cevdet, “Dinsiz bir dindar, ya da dindar bir dinsiz” olarak tanımlanırdı. İslam’a mertçe cephe almak yerine, arkadan dolaşmayı seçen “bilim dini” neden bir pozitivist-materyalistti.

Abdullah Cevdet, Odatv’ ye göre; “Cumhuriyet” in ideoloğu, akıl hocasıydı, kendisine “hep söylediklerinizi ve yazdıklarınız yaptık” bile denmişti.

Natüralizm, ileride Nazilerin resmi dini olacaktır.

Erik Jan Zürcher’e göre İttihatçı ve Kemalist hareketler, “çalışmalara üst düzeyde katılan” istisnasız hepsi 1875-1885 yılları arasında doğmuş “son derece dar bir çevreden gelen” 200 kadar insanın işiydi.

Bu 200 kadar kişi bir milletin kaderine el koyuyor, Türklüğü bin yıllık ekseninden sapmaya zorluyorlardı.

1876 -1890 yılları arasında payitahtta yayınlanan 4.000 kitaptan sadece 200 ü dini eserler olup 500 ü sözde “Bilim” le alakalı olup pozitivizm- materyalizmi teşvik ediyordu.

İş öyle bir noktaya geliyor ki, Tevfik Fikret, Kur’an-ı Kerim’e, “köhne kitap” diyecek kadar cesaretini ve sesini yükseltiyordu;

“Yırtılır, ey kitâb-ı köhne yarın

Medfen-i fikr olan sahîfaların.”

İskoç gezgin Charles Farlane daha 1850 lerde geldiği İstanbul’da, karşılaştığı tıp öğrencilerine, otopsinin inançlarına uygun olup olamadığını sorduğunda “Bayım, Galatasaray dinin aranacağı yer değildir” cevabını alıyordu. Yine Farlane, Tıbbiye kütüphanesinde Avrupa’nın en büyük dinsizlik koleksiyonuna şahit oluyordu.

Bütün bunların sonucunda 1914 de İstanbul öğretmen okulunun 90 öğrencisinden 89 u dinle alakaları bulunmadığıyla iftihar ediyorlardı. Jön Türk subaylar arasındaysa konyak içip, domuz yemek artık bir şerefti.

Bu mirası, Cumhuriyet olduğu gibi devraldı.

1930 lara gelindiğinde “Medeni Bilgiler” ders kitaplarında; Tabiat’ ın her şeyden büyük ve “herşey” olduğu anlaşıldıkça tabiatın çocuğu olan (artık Allah’ın kulu değil) insan kendisinin de büyüklüğünü anlamaya başladı. Ezeli ve ebedi kendisinin üstünde ve dışında hiç bir şeyin var olmayacağı, insanın kendisi dışındaki her şeyin insan dimağının uydurması olduğu” okutuluyordu.

Cumhuriyet ideolojisine rengini veren son dönem Osmanlı entelektüelleriydi.

Cumhuriyet döneminde “pozitivism-matreyalizm” eğitim sisteminde dozu şiddetlendirilerek sürdürüldü.

Bu eğitim ve İslam karşıtlığı öyle başarılı oldu ki; Prof. Dr. Fuat Sezgin “İslam Medeniyetinin büyüklüğünü kendi insanımıza anlatmak Batılılara anlatmaktan daha zor” diyecekti.

Bugün ülkemizde hatırı sayılır bir pozitivist-materyalist popülasyon mevcut olup, en dindarlarda bile “pozitivist-materyalist-natüralist” esintilere rastlayabilirsiniz.

Peki;

Bütün bunlar ne içindi?

Çağdaş medeniyet seviyesine, hatta üzerine çıkmak içindi.

Sonuç;

Fiyaskoydu.

1980 yılına gelindiğinde bir yıllık ihracatımız sadece 2,9 milyar dolardı.

Yüz yıllık İslam karşıtlığının bedeli koskoca bir sıfırdı.

Kalkınma için katlanılan, devrim, darbe, ihtilal ve kıyımlar milim sonuç vermemişti.

Çözüm?

Çözümü, Özal fısıldayıverdi.

Özal, kalkınmanın, boşuna aranılan yerlerde olmayıp sadece ekonomide olduğunu söyledi. Ülkeyi, saçma "devlet kapitalizminden" kurtardı. Türk ekonomisini rayına oturttu. İhracat bir anda patladı.

Türkiye’ye 'Çağ'ı Özal atlattı.

Bu;

“Pozitivizm-materyalizm-natüralizm” in İslam karşısında fiyaskosuydu.

Einstein’ in deyimi ile;

Tanrı zar atmıyordu.