Dolar (USD)
32.33
Euro (EUR)
34.69
Gram Altın
2392.94
BIST 100
10276.88
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

12 Ağustos 2019

Türkiye

Son iki asırdır coğrafyamız kendi cehennemini yaşıyor. Yaşanan yaşatılan azabın neyle tercüme edileceğini bile bilemiyoruz artık. Koca bir Ortadoğu ve Afrika üç beş haydut ülkenin çizdiği senaryoyu yaşıyor. Birileri senaryo yazarken aslında biz kendi kendimize yazdığımız kaderi yaşıyoruz. Herkes neye layıksa onu yaşar. Kim nasıl yönetilmek istiyorsa öyle yönetilir. Herkese çalıştığını karşılığının verileceğini Kur’an-ı Kerim ayan beyan yazıyor. Hâsılı iki kere iki dört, yani kim neye talipse ona ulaşacaktır. Kimin maksadı her ne ise o onun muradı olacaktır.

Öyle görünüyor ki coğrafyamız yakın vadede selamete ulaşamayacak gibi; ancak yine de en doğrusunu Allah bilir. Biz sadece gördüğümüzü yorumlamak, analiz etmekle sınırlıyız. Emareler oldukça net maalesef.

Şurada keskin bir parantez açmak elzem. Yukarıda yazılanlar Türkiye için geçerli değildir. Türkiye tarihsel misyonundan mıdır, kültürel kodlarından mıdır, havasından suyundan mıdır bilinmez Türkiye İslam âleminden olmasına rağmen İslam coğrafyası kaderini yaşamıyor gibi. Türkiye kendisine biçilen gömleği kabul etmiyor aksine bu gömleği biçenin suratına çarpıyor. Türkiye kendisi için düşünülen rolü kabul etmiyor, Türkiye ele avuca sığmıyor. Tam aksine Türkiye koca bir tahayyül ve mana ilkeleri çerçevesinde davranıp zulme isyan ediyor. Türkiye, tüm uluslararası planlara ve onların yerli gibi görünen ama asla bu coğrafyaya ait olamamış yabancıların işbirlikçilerine rağmen son iki asırdır direniyor, direniyor ve bu direniş diriliş emareleriyle dopdolu. Kuru laf, kuru edebiyata tahammülümüz ve vaktimiz yok. Gerçekleri görüp gelecek beklentimizi, istikbal ışığı, istiklal meşalemizi her daim apaydınlık görmek için fotoğrafı gerçekçi görmeli ve hakikati es geçmemeliyiz.

Evet, Türkiye ümmetin başı olduğunu tüm Arap ve İslam ülkelerindeki beklenti, milletimizin bu görevi üstlenmeye hazır oluşuyla beklentilere cevap verebilecek kuvvet, kudret ve merhamete sahiptir; ancak bunun somut adımlarını daha fazla arttırmamız gerekmektedir. Tarihin görmediği ve aklın kaldırmadığı bir bilinç ve şuurla hayata geçirmeliyiz bu gayeyi. Eğitim politikalarımızı buna göre hazırlamalı, savunmamızı ve savunma sanayimizi bu minvalde zenginleştirmeliyiz. Ancak en önemli husus milletimizin sahip olduğu bu kutsi misyona yakışır ve layık kadrolarla hareket etmeliyiz. Bu farzdır. Başka alternatifimiz yoktur. Gençlerimizi birer birer bulmalıyız, keşfetmeliyiz. Her göreve sazan gibi atlayanı değil bu büyük mefkûreyle yanıp tutuşan insanımızı, bireylerimizi devlet olarak bizim bulmamız ve vazifeyi onlara emanet etmemiz gerek. Denetim mekanizmalarımız öylesine sağlam ve rasyonel olmalı ki en küçük zafiyet gösterene bir an bile tahammül etmeye zamanımızın olmadığını sahada göstermeliyiz. Kabul etmeliyiz ki en büyük eksikliğimiz yetişmiş insan gücümüzün hak ettiği mevkilerde olmaması, olanların ise yüreğinin tüm dehlizlerinde bahsettiğimiz davanın asırlara ve cihana sığmayacak kadar büyük oluşunu bilmemeleri, anlamamaları, kavramamaları ez cümle böyle bir dertlerinin, böyle bir kavga ve kaygılarının olmayışıdır. Hâl böyleyken, ne kadar ve nasıl mesafe kat edebiliriz, tabi ki muvaffak olmamız gecikir, ertelenir, Allah muhafaza gerçekleşmeyebilir. Özetle emanet ehline verilmeli ama kalbi ve aklı bu emanetin o muazzam büyüklüğüne açık olanlara verişlmeli ve bunların da ehil ve sadık oluşu tespit edilmeli…

Söylenecek çok söz var, iş çok, yol uzun, dava büyük ve Türkiye bu kutsi yükün altından kalkabilecek misyon ve vizyona müsait ve münasiptir… Ne mutlu kalbi bu gaye ve bilinçle kaynayana…