Türkiye Yüzyılı Anayasası
“Ülkemizi sivil
anayasaya kavuşturmak arzumuz da hayalin ötesinde siyasetimizin aksiyonu oldu…
Türkiye Yüzyılını sivil bir anayasa ile inşa etmek istiyoruz. Türkiye artık
darbe döneminin mahsulü bir anayasa ile yönetilmeyi hak etmiyor. Türkiye’ye
yeni, sivil, özgürlükçü bir anayasa yapmak yakışır…”
Yukarıdaki
sözler Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan'a aittir. Son derece değerli ve
bir o kadar önemli olan bu açıklama, Türkiye'nin neden yeni bir anayasaya
ihtiyaç duyduğunun özeti niteliğindedir.
“Türkiye’ye yeni, sivil,
özgürlükçü bir anayasa yapmak yakışır…”
Gerçekten
de çok çarpıcı sözler!
Uzun
yıllardır özlemini çektiğimiz, ihtiyacını her yerde, her durumda hissettiğimiz
bir üst yasaya kavuşmamız söz konusu olunca heyecanlanmamak mümkün mü?
Türkiye
hiçbir zaman kendi sivil anayasasını oluşturmadı. Çünkü Türkiye'de anayasalar
1924-1961-1982’de hazırlanmıştır. 1924 Anayasası Cumhuriyetin kuruluşunu
müteakip aylarda (20 Nisan 1924) kabul edilmiş olup olağanüstü dönem anayasalarıdır. İmparatorluğun tasfiyesi ve
kurtuluş savaşı şartlarının ürünü olan 1924 Anayasası’ndan sonra, 27 Mayıs 1960
askeri darbesi tarafından hazırlanan 61 Anayasası 21 yıl sonra gelen ve dün 43.
Yıldönümü olan 12 Eylül faşist cuntası tarafından lağvedildi. Yerine
ayrıştırıcı, ötekileştirici özelliklere sahip bir anayasayı millete dayattı.
Artık
ne dünya ne Türkiye soğuk savaş dönemini yaşıyor. Siyasette, savunmada,
diplomaside yenidünyanın şartlarına uygun, hukukun üstünlüğünü esas alan sivil
bir anayasa için geç kalmış bulunuyoruz. Allah var, Ak Parti 2007 seçimlerinden
sonra sivil anayasa için kolları sıvadı lakin başta CHP ve HDP olmak üzere
TBMM’deki diğer partilerin isteksizliği süreci akamete uğratmıştı. 2011
seçimlerinden sonra ise umutlarımız boşa çıktı.
Anayasalar
ülkelerin, devletlerin görünen ve görünmeyen yüzüdür. Çünkü anayasalar; “…devletlerin rejimini, teşkilatlarını,
siyasal ve sosyal yapılarını, temel organlarını, kişileri temel hak ve
özgürlüklerini belirleyen, bunların kuruluş biçimlerini, görev ve yetkilerini
düzenleyen üst yasalardır…” Bu üst yasalara uygun alt yasalar hazırlanır.
Alt yasaların üst yasalara aykırı olması düşünülemeyeceğinden üst yasaların
büyük hassasiyet ve kuşatıcılığı esas alması gerekir lakin önceki anayasalara
baktığımızda bu ilkelerin dışarıda bırakıldığını rahatlıkla görebiliyoruz.
Sayın
Erdoğan'ın açıklamalarına baktığımızda eylem-söylem birliğini görebiliyoruz.
Çünkü sivil anayasa isteği retorikten ibaret değil Sayın Cumhurbaşkanı’nın. Ne
yapacaklarını, nasıl yapacaklarını özetlemiş olması onun ve partisinin hatta
Cumhur İttifakı’nın samimiyet ve ciddiyetini gösteriyor:
“… Önce Cumhur İttifakı
olarak biz ön hazırlıklarımızı yapacağız ve bu ön hazırlıklarımızı yaptıktan
sonra da Parlamentoda grubu olanlarla bu konuyu olgunlaştırmanın gayreti
içerisinde olacağız... Zira anayasa olmazsa olmazımız. Yani bir kenara bunu
atmamız mümkün değil. Şu an itibarıyla parlamentodaki grubumuz diğer
gruplarla görüşmelerini yapıp eğer birlikte bir adım atabilirsek, müşterek
olarak böyle bir sivil anayasayı yapabilirsek adımımız bu olacak…”
Bundan
sonra milletin en önemli talebi sivil anayasa olacak. Milletin gündeminde hayat
pahalılığı olması sivil anayasanın ehemmiyetine halel getirmez çünkü 100 yılda
pek çok ekonomik kriz atlattığımız halde bir tek sivil anayasa yapabilmiş
değiliz.
Muhalefetten
umutlu muyum?
Hayır!
“Anayasa ancak askeri
darbe sonrası yapılır”
düşüncesine sahip anlayışın sivil anayasa istediklerini sanmıyorum. İş Cumhur
İttifakı’na düşüyor. Referanduma götürebilecek sayı elde edilebilir. DEVA ve
Gelecek Partilerinden alınacak destek buna yeterli geliyor. Gerisi siyasi
ferasete kalmış.
Burada
sivil toplum kuruluşlarına, akademisyenlere, aydın ve fikir sahibi her bir vatandaşa
iş düşüyor. Herkes ve herkesim bu sürece katkı sunmayı ihmal etmemelidir.
Hiç
kimsenin Türkiye'nin yüz yıl sonra kavuştuğu bu imkânı tepme ya da erteleme
hakkı da lüksü de yok!