Dolar (USD)
32.33
Euro (EUR)
34.69
Gram Altın
2392.94
BIST 100
10276.88
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

31 Ekim 2023

​Türkler Cumhuriyetçi mi?

Cumhuriyet’in 100. Yılını kutlarken ülkemizdeki cumhuriyetçiliğin ahvaline şöyle bir göz atmak istedim.

Bugünlerde cumhuriyetin olması gerektiği kadar çoşkuyla kutlanmadığını iddia eden grup için Cumhuriyet demokrasi demektir. Pek çoğu cumhuriyetten bahsettiğinde aslında halkın kendi kendini yönetmesi daha doğrusu kendini yönetecekleri seçebilmesi anlamına gelen demokrasiden bahsetmektedir. Oysaki, cumhuriyetin tek tanımı hükümranlığın babadan oğula geçmemesidir. Bu anlamda kan bağı ile yönetici belirlemenin ortadan kalkmasıdır.

Yani hem bir krallığa hem de demokrasiye sahip olmanız da mümkündür ki buna anayasal monarşi veya demokratik krallık denir, öte yandan Cumhuriyet olup demokratik bir yapıya sahip olmamak da mümkündür. İngiltere, Avusturalya, Hollanda, Belçika, Norveç, İspanya, İsveç, Japonya, Malezya kendilerine özgü nüans veya farklarla Cumhuriyet olmayan demokratik krallıklardır. Öte yandan İran, Küba, Vatikan, Çin, Afganistan ise demokratik olmayan cumhuriyetlerdir.

Konunun özü, bir hükümdar ailesine sahip olup olmamakla ilgilidir.

Geleneksel saltanat, krallık, monarşilerde kan bağı ile güç devri, insanlar için en az maliyetli, daha kestirme ve pratik bir çözüm olarak görülmüştür. Muhtemelen de bu sebeple insanlık tarihi boyunca insanlar yaygın olarak bu sistemi desteklemiştir.

Ancak modern dönemde bir aile içinde bitmeyen kavga ve entrikalara şahit olmak veya kamu huzur bulsun ve devlet zarar görmesin diye kardeş veya akraba katline mecbur kalmaktansa insanlar, rekabetin birbiriyle akraba olmayan adaylar arasında yaşandığı bir sistemi ve gücü kendi seçtikleri kişiye devretmeyi tercih etmektedir. Modern dönemde, bu insanlara daha az zararlı ve daha çok huzurlu ve faydalı gelmektedir. Ancak bu bizim başka türlü entrikalarla karşı karşıya kalmadığımız anlamına gelmiyor.

Benzer entrika ve güç savaşlarına bir de bitmeyen bir yaz boz hali, yerleşik bir düzen kurmakta, gelenek oluşturmada zorluk, her yeni seçilen kişiden sonra tekrar baştan başlama ve mesafe kat edememe, soyutlaştıkça kendisine karşı mücadele etmesi güçleşen bir iktidar yapısıyla karşı karşıya kalıyoruz.

Hatta mevcut dünyada açıktır ki kimi cumhuriyetler, bazı demokratik krallıklardan daha hantal ve ağır işleyen bir bürokrasi ve sisteme sahiptir.

Bugün Müslümanların bazılarının monarşi ile bir problem yokken diğer bir grubunun iktidarın kan bağı ile babadan oğula geçmesine tamamen karşı olduğunu görüyoruz. Bu anlamda babadan oğula bir sistem yerine liyakat ve seçime dayalı bir sisteme inanlar, oldukça cumhuriyetçidirler.

Ortalamanın üzerinde olmakla beraber çoğu insan grubu gibi Türkler de lider odaklı bir millettir. Lider odaklı herhangi bir sistem onların genel yapısıyla uyumludur. Türkler genel olarak işleri kısa yoldan ve hızlıca halletmeyi sever. Bu anlamda tekrar tekrar yapılabilen seçimlere gidilmesi Türkler tarafından fazlasıyla angarya olarak görünebilecekken Türkler seçimlere hiç de angarya olarak bakmamakta tersine hayat memat meselesi gibi yaklaşmaktadır. Peki neden?

İlk kurulduğu yılları demokratik olmayan, seçimlerin var olmadığı bir Cumhuriyet olarak geçiren Türk millet, sonraki süreçte demokratik seçimleri, dinini ve kimliğini korumanın en büyük aracı olarak algılamış, bu sebeple de kendisine demokratik olmayan bir Cumhuriyet deneyimleten bu tek partiye nerdeyse hiçbir zaman oy vermeyerek onu asla iktidara taşımamıştır. Her ne pahasına olursa olsun her daim, onun karşısında olan partiye yönelmiştir. Sadece bu nedenle bile Türkiye’de seçime katılım oranının hep çok yüksek olduğunu düşünüyorum.

Türkiye’de geniş halk kitleleri kesinlikle hala tek adam yönetimini seviyor, temsil hakkını bir aileye devredip, onu en iyi şekilde yedirip, içirip, giydirip kendisine en iyi eğitimli ve donanımlı liderleri yetiştirmesini ve kendisini temsil etmesini bekliyor. Bu çok daha pratik ve kolay geliyor. Tıpkı dindar ve iyi çocuk yetiştirme vazifesini kolayca Kur’an kurslarına veya cemaat ve tarikatlara devrettiği gibi…

İngiltere, Norveç, İsveç gibi anayasal krallıklarla kıyaslanamayacak kadar geride olduğunu hissediyor ve dünya tarihindeki macerasında Cumhuriyet dönemini en başarılı olduğu dönem olarak kabul etmiyor. Bu sebeple anılarına tutunuyor ve gecmişi özlüyor. Bu, geniş halk kalabalıkları için kesinlikle geçerli bir durum.

Peki güya cumhuriyetçi olduğunu iddia eden o bir avuç azınlık için de bu durum geçerli mi? Onların da kalpleri kendi tek adamları, ‘kralları’ için atmıyor mu?

Onlar için belki daha da fazla geçerli tek adam özlemi. Onlar da kendi bakış açılarına paralel ve ömrü boyunca seçime gitmemiş, seçim görmemiş bir tarihi figürü göklere çıkarıp onu özlüyorlar ve bakış açıları hiç de cumhuriyetçi falan değil.

Bu tek adamcılık ve bu özdeşleşme ilginçtir. Türkiye’de kemalizmin yüksek tonlu sosyal sözcülüğünü, çoğunluğunu ata yurdu torakları savunamayıp Türkiye’ye göçmek zorunda kalan ve bu kaybetmişliği Balkan hemşericiliği ile harmanlayarak kemalizmde eriten Balkan Türkleri veya Müslümanları oluşturmaktadır. Balkan hemşericisi, vatan müdafaasında başarısız olmuş göçmen Kemalistlerle, yerli bir avuç kurucu kadroya yakından baktığımızda da hararetli ve tutkulu bir cumhuriyet düşkünlüğü ve savunuculuğu görmüyoruz.

Oturup konuşunca onların da cumhuriyeti, secimi falan sevmediklerini hatta kendi istedikleri seçilmediğinde seçilenlerin asılması veya öldürülmesini desteklediklerini veya eli sopalıların güce metazori el koymasını, balkonlarından yarı bellerine kadar sarkarak alkışladıklarına şahit oluyoruz.

Onların da sadece tek bir adamın güç sahibi olduğu -ve bence padişahlık ve saltanat dönemindekinin aksine yanında yöresinde onu kısıtlayabilen ne bir insanın ne de yerleşik bir kurumun bulunmadığı- demokratik seçimlerin söz konusu bile olmadığı bu seçimsiz dönemi özlediklerini görüyorsunuz. Bugüne dek bu insan grubu arasından kendi istedikleri kişi(ler) seçimi kazanamasa da cumhuriyeti veya demokrasiyi öven tek bir kişiye henüz rastlamadım.

Bu tek adamlı dönem öylesine mitik bir dönem ki, net olarak cumhuriyet tarihi kafalarında ikiye ayrılıyor: Muhteşem tek adam dönemi ve gerisi.

Nasıl ki ekseri çoğunluğun kalbi hala ‘kralımız diye atıyorsa, gazino kralları, futbol kralları… adım başı bir kral seçmekten kendilerini alamıyorlarsa- onların da kalpleri de kendi tek adamları için atıyor. Onun cocuğu veya bir ailesi olsaydı muhtemelen bu defa da o aile için atıyor olacaktı.

Yani biz Türkiye cumhuriyetindeki insanların kalbi genel olarak hala ya iyi ve kötü bir sürü padişah çıkarmış bir ailenin hükümdarları veya o aileyi sürmüş, kendisi tek adam olmuş başka bir tek adam için atıyor. Kısacası yapılan hareket benzer fakat tercih edilenler farklı. Bize bunu bir hanedan çekişmesi olarak tecrübe ettirmeyen şey, birinin soyunun devam etmemiş olması, o kadar… Bu resmin de ne kadarının bu insanları mazilerine ve eski rejime döndürmemek üzere böyle olduğu tartışma konusu.

Ama iki grubun ruh hali, söz ile neyi desteklerse desteklesin, çok benziyor.

Bir grup 100 yılda sadece tek bir iyi ‘tek adam’ (hadi 1.5 diyelim) çıkarabildiğine inanıyor, diğeri tüm millet tarihleri boyunca birden fazla ve ondan daha iyilerini çıkardığına ve bundan sonra da çıkarabileceğine inanıyor.

Bir grup bu bir kişi dışındaki tüm yöneticilerin yetersiz olduğuna inanıyor, o bir taneyi rol model kabul ediyor, diğer grup ‘yok biz daha iyilerini daha çok sayıda çıkardık ve onlar bize daha çok benzeyen ve yapıp etmeleriyle daha çok bizden kabul ettiğimiz insanlardı’ diyor.

Ama günün sonunda iş gelip güçlü bir lider figürüne bağlanıyor. Bu anlamda iyi bir biçimde işletilen, secimle gelen güçlü bir liderlik sistemini Türkiye için çok ideal buluyorum. (Peygamberimizin erkek çocuklarının yaşamamasını ve bir hanedana dönüşememesini de çok hikmetli buluyorum). Seçimle başa gelen güçlü liderlik sisteminin bugün en çok başkanlık sistemine denk düştüğüne şüphe yok. Bu sistemin henüz bizim ölçülerimize, üzerimize, tarihimize, yönetim geleneğimize uygun hale getirilmediğini düşünmemekle beraber bu durumu anlıyorum da, çünkü 100 senedir köksüz bir ağaç gibi savrula savrula yaşatılan bir milletin bu işleri tam olarak düzenlemesi ve düzeltmesi zaman alacaktır.

Tarih sahnesinde bin yıllardır var olan bu millet daha nice bin yıllar görecektir, daha evvel kurduğu devletler gibi bu devletin de daha nice yüzlere daha da güçlenerek erişmesini temenni ediyorum. Nice yıllara…