Dolar (USD)
32.28
Euro (EUR)
34.59
Gram Altın
2395.99
BIST 100
10247.75
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

09 Kasım 2018

Üniversiteli gençlerimize neler anlatıyorlar!..

Bugünlerde…

AK Parti’nin 20’nci iktidar yılına doğru yol aldığı bugünlerde, üniversitelerimize bakıyorum.

Çok acayip durumlar yaşanıyor…

Geçtiğimiz günlerde ağırladığımız bir grup “Erdoğan-Sever” genç, ders notlarını getirmiş…

Büyük illerimizden birindeki üniversitenin muhtelif bölümlerinden gençler…

“Ders” notlarında, “Vatandaşa özgürlük vaat eden siyasal iktidarların zaman içinde güç sarhoşluğuna kapıldıklarından” bahsediliyor.

Ve…

“Mesela” deniyor:

“Mesela Adnan Menderes!.. Kendi hukuki meşruluğunun dayanağını oluşturan hukuk kurallarına uymamak ve onları ‘kasıtlı’ ve ‘sistemli’ olarak açıkça çiğnemek suretiyle meşruluktan uzaklaşmıştır. Demokrat Parti iktidarlarının ‘27 Mayıs’tan önceki tutumları, başlangıçta meşru olan iktidarların bu meşruluklarını sonradan nasıl kaybettiklerine dair en belirgin misallerden biridir!”

Burada…

Deniyor ki mealen:

“Menderes ve arkadaşları başlarına geleni, yani idam edilmeyi hak ettiler! 27 Mayıs da, meşru bir darbedir!..”

Gençlerimizin sınavlarda sorumlu tutuldukları “ders notları”ndan misaller!..

Bilimsel özgürlüğe sonuna kadar “evet” ama…

Milletin oyuyla gelenlerin “darbeyle” devrilmelerine “meşru gerekçeler” oluşturma çabaları bu kapsamda mıdır?..

Buna da cevap vermişler ders notlarında:

“Milli Egemenlik veya halk egemenliği kavramları sonuçta birer safsatadan ibarettir.

Eskiden krala ait olan egemenlik tacı, kralın başından alınarak milletin başına oturtulmuştur. Milli egemenlik edebiyatına itibar edilemez!..”

Devam edelim:

Yine bir başka dersin konusu ya da sorusu da…

“Türkiye’deki ölümlü trafik kazalarının, batıyla kıyaslandığında bu kadar fazla olmasının sebepleri neler olabilir?”

Bunun üzerine bir tartışma.

Gençlerden bazıları, “Cezaların caydırıcı olmaması, okullarda yeterince trafik eğitimi verilmemesi, ehliyetlerin tam olarak hakkıyla alınmaması” gibi sebepleri kendilerince sıralarken…

“Hoca”ları “Hayır” diyor;

“Bütün bunların üzerinde bir sebep var. Batı, aydınlanmasını gerçekleştirdi, nesillerini ‘Din’ baskısından kurtardı. Bizde ise, hâlâ ‘Din’ denilen olgunun etkisiyle, her şeye ‘kaderci’ bir açıklama getirmeye çalışanlar var! ‘Emniyet kemeri bağlasan da olur bağlamasan da, ‘yukarıdaki’ (!) yazmışsa ne yapsan boş.’ deniyor bizde!.. Oysa… Aydınlanma çağını yaşamış, eleştirel kültürü özümsemiş, ‘inanç’ ve ‘duygular’ yerine, akıl ve eğitime önem vermiş batı dünyası, bu durumun avantajını birçok alanda olduğu gibi trafikte de yaşamaktadır. Bizde ise, taaa aileden başlayan, okulda sürdürülen, farklı ortamlarda kökleştirilen, yaygınlaştırılan ve kaynağını ‘Din’den alan (!) bir ‘kadercilik’ anlayışı hakimdir. Bu anlayış ortadan kaldırılmadan, trafik kazalarındaki artış engellenemez!”

Hale bak, bizde trafik kazalarının çok olmasının sebebi “DİN” imiş!..

Sadece bir üniversitede değil, sadece bildiğimiz birkaç üniversitede değil, “kökleşmiş” haldeki birçok üniversitede, birçok akademisyen böyle “dersler” veriyor gençlerimize.

“Batı’daki kilise/aydın kavgasını” ve “Ruhban sınıfının tahakkümüne baş kaldırıyı” bağlam bağından kopartıp buralara taşıyan…

“Batı’dan intihal zokası”nı gençlerimize yutturmaya çalışan ve birçok gencimize de pekala da yutturan o kadar çok akademisyen misali geliyor ki önümüze…

“Papaz”ların, dünya saltanatını ellerinde tutabilmek için “Din”i tahrif ettikleri…

Kendilerine verdikleri aforoz ve günah çıkartma ayrıcalıklarıyla; bilimi, irfanı, tefekkürü tamamen yasakladıkları…

Gerçekleri ortaya koyan bilim adamlarını infaz ettikleri bir “köhne batı” tecrübesinden hareketle…

Bir ismi de ‘İlm’ olan Kur’an-ı Kerim’i genç zihinlerde “mahkum” ettirmeye cür’et edebilen niceleri var!..

Kendisini bilgiyle özdeşleştiren, bilginin elde edilmesini ibadetle eş gören, ilim ve bilim insanlarını “Allah’ın dostları” ilân eden…

Onların mürekkeplerini şehit kanlarından üstte tutan bir “değişmez” hükümler bütününü…

Trafikteki bütün hak tanımazlıklara hiç şüphesiz “kul hakkı” olarak işaret eden “Din”imizi…

Getirip “Köhne Kilise”nin bağnazlığı”na eş tutmak, dört dörtlük bir “batı mukallidi yobaz” işi!..

Vaziyet tam mânâsıyla böyle de…

Bugünkü ortam da maalesef bunlara çalışıyor…

Bunlar, memleketin dör bir yanındaki genç beyinleri “saçma sapan” eşleştirmelerle zehirlemeye çalışıyor.

Dahası…

Memleketin birçok sınıfında alenî ve de siyasi “göndermeler” dikkat çekiyor.

İşte…

“Birileri ahlâktan bahsedermiş ama bu ‘malûm’ birileri haksız şekilde servet arttırmayı ahlâkî problem olarak görmezmiş!”

Önce, Rahmetli Menderes ve dâvâ arkadaşlarının katledilişlerini “Anayasayı çiğnerlerse başlarına işte bunlar gelir!” bakış açısıyla adeta meşrulaştırmaya çalışan…

Ardından da sözü “Hitler de seçimle gelmişti!” ye taşıyan…

“Gezi direnişi az daha başarıya ulaşıyordu ama faşist güçler olayı başka taraflara çekerek sonuç alınmasını engellediler!” mesajını veren zihniyet…

Bugünün birçok üniversitesinin birçok sınıfında çatır çatır ‘günlük politika’ üretmekte ve gençlerimizi ‘tek taraflı’ propaganda ile zehirlemektedir.

Gençlerimizin büyük bir bölümünün bu “anafora” kapıldıklarını görüyorum maalesef.

*****

“FARKLI ŞEYLER SÖYLEYEN BÜTÜN GAZETECİLER HAPSE ATILIYOR”MUŞ!..

Geçtiğimiz günlerde konuştuğum “alt orta gelir seviyesi”ndeki ailelerden birinin genç evlâdı “Gazeteci olmak istemezdim bu koşullarda..” deyince sebebini sordum.

“Baksana abi, farklı şeyler söyleyen bütün gazetecileri hapse atıyorlar!” demez mi...

Genç kardeşimizden bir misal vermesini istedim, veremedi.

Sadece…

“Öyle okuyoruz!” diyebildi.

Öyle şeyler okuyor, öyle şeyler duyuyorlar…

Kimi “hoca”ları da çoğunlukla öyle şeyler anlatıyor!..

Bir akademisyenin görevi elbette “mevcut iktidarın” her yaptığını desteklemek, bir siyasi partinin manevralarına uygun tutum ve söylemler geliştirmek değildir.

Bunu yaparsa çok yanlış yapar…

Biz de bu iktidarın yaptığı bazı yanlışları “goygoycu dalkavukların” tepkilerine hedef olma pahasına eleştiriyoruz…

Eleştirmeliyiz.

Bununla birlikte, mevcut iktidarın her yaptığının kötü olduğunu, her farklı fikir söyleyen gazeteciyi içeri attırttığını, gezi vandalizminin iyi bir şey olduğunu, trafik kazalarının tek sebebinin ‘DİN’e bağlanmak olduğunu iddia eden bir akademisyenin tavrı da asla ve kat’a “bilimsel” bir tavır değildir.

Bu resmen bağnazlıktır!

Ve bu bağnazlığın etkisi de günden güne yayılmaktadır.

Uzun yıllardır görüştüğümüz hatırı sayılır sayıdaki “yerli ve milli akademisyenimiz de, birçok lisenin, üniversitenin sınıflarındaki bu “tablonun” farkında olduklarını…

Lâkin…

Tek-tipçi zihniyete karşı çıktıklarında, arkalarında kimseleri bulamadıklarını…

Kendilerini kalabalıklar içindeki “yalnız adamlar” gibi hissettiklerini…

Üniversitelerdeki “öğrenci toplulukları” alanını da büyük ölçüde “yıkıcı zihniyetin” domine ettiğini…

Bunların son derece “örgütlü” olduklarını…

Sosyal medya”yı çok iyi kullanan “yıkıcı” ekiplerin, yerli ve milli akademisyenleri hedefe yerleştirdiklerini belirtiyorlar…

“Saldırılara maruz kaldığımızda yanımızda kimseyi bulamıyoruz!.. Magazin ünlülerine gösterilen ilginin binde birini göremiyoruz!” diyorlar.

“PKK terörüne destek bildirilerinin altlarına imza atan akademisyenlere ne oldu ki?” sorusunu da peşine takıyorlar.

Bütün “pozitivist baskılara direnen” bu yerli ve milli akademisyenlerimize kolaylıklar dilemekten başka bir şey gelmiyor elimizden.

Efendim…

“Bütün bunları yazmak da nereden esti?” derseniz…

Esmedi…

Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, Cevdet Erdöl hocamızın riyasetindeki Sağlık Bilimleri Üniversitesi’ndeki konuşmasında, “Yetişmiş eleman ihtiyacını bir an evvel karşılamanın, yerli ve milli malzeme üretmenin” önemine dikkat çekince…

Özellikle son iki yıllık süreçte çok yakından ilgilendiğim “eğitim kurumlarımızdaki hallere” dair tespitlerimden küçük bir kısmını arz edeyim dedim.

Bilmem faydası olur, olmaz!..