Dolar (USD)
32.25
Euro (EUR)
35.03
Gram Altın
2469.22
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

27 May 2013

ÜSKÜDAR'IN HAZİNELERİ

Üsküdar Vapuru, Eminönü İskelesi'nden hareket etmek üzere... Alelacele vapura doğru koşup, yolcuların arasında payitahtı rahatça izleyeceğimiz bir cam kenarına siniyoruz.

İçeride derin bir sessizlik... Bu sessizliği bozan sadece okunan gazetelerin hışırtıları... Ve dışarıda bizi göz hapsine alan martılar... Marmara'nın koyu maviye çalan suları, vapurun altından kaçarken beyaza boyuyor denizi. Sayısız baloncuk vapurun arkasından denizi süslüyor, köpük köpük. Bahar güneşi panoromik camlarda kırılarak, ayazı daha yeni çözülmeye başlayan bedenleri ısıtıyor, yavaş yavaş.

Ya martıların bir parça simit için yaptıkları tehlikeli sortiler... Benim diyen cambazın yapmaya cesaret edemeyeceği hareketler bunlar... Bir parça simit için nelere katlanıyorlar... İnsanlarda öyle yapmıyor mu, nihayetinde...

Seyrine doyum olmuyor İstanbul'un, Boğaz'ın ortasına gelindiğinde. Bir tarafta İstanbul Üniversitesi'nin ortasındaki Yangın Kulesi; diğer tarafta Galata Kulesi, bir tarafta heybetli Süleymaniye Camii; diğer tarafta Tophane-i Amire, bir tarafta "vira bismillah"denilerek oltaların sallandığı Haliç Köprüsü; diğer tarafta gerdanlığı rengarenk lambalarla bezenmiş Boğaziçi Köprüsü... Gönül gözümüz payitahtın merkezi hüzünlü Topkapı Sarayı'na takılınca, görmüyoruz yanıbaşımızdaki Kız Kulesi'ni...

Yürek yakan yakarış...

Ve bir diğer tarafta Dolmabahçe Sarayı... Dolmabahçe Sarayı'nın (1843-1856/Mimarı: Garabet Balyan) gam-kasavet yüklü rengarenk tavanları ruh insicamından beyhude seyrederken Boğaz'ı, bizim gözlerimiz Topkapı Sarayı(1465-1478/Mimarları: Mimar Alaüddin, Davud Ağa, Mimar Sinan)'nın ihtişamına takılıyor. Harem Dairesi'nin üzerinde yükselen Dolaplı Kubbe, günahlardan arınmış sevdalarla asırlar ötesinden müjdeli haberler veriyor; hala bir parça simit kapabilmek için vapuru göz hapsinde tutan martılar eşliğinde...

Üsküdar İskelesi'ne yaklaşırken bir yakarış dalga dalga yayılıyor, Fethi Paşa Korusu'nu sarmalayan yeşillikler arasından... Cemil Meriç, Lamia Hanım'a yazdığı mektuplardan pasajlar okuyor: "Sen ki son liman, son ümit, son dost, ilk ve son sevgilisin. Sen ki yıldızım, sen ki annem, sen ki çocuğumsun. Acılarımla hırçınlaştığına üzüldüm. Istıraplarım çok mu çirkin, çok mu çocukça? Onları senden mi gizleyeceğim? Sahneye maskeyle çıkmak! Ben aktör değilim. Sesinin tonunda minnacık bir soğuyuş hissettiğim an yokum..." Dalgalar arasında buz kesiliyoruz... Nutkumuz tutuluyor... Bir sevgili ancak bu kadar sevilebilir... Ötesine aşkolsun diyoruz... Aşkolsun...

Üsküdar 'çifte ezan'sızlığın hüznünü yaşıyor

Vapur'dan inmeye hazırlanırken bir eksiklik derinden hissettiriyor kendini. Valide Camii'nin "çifte ezan" çağrısına karşılık gelmiyor Mihrimah'tan. İskelenin ötesinde Sinan'ın ellerinde hayat bulan "eteklerini giyinmiş nazlı bir gelin" Mihrimah Sultan Camii(1540-1548) yaralarının sarılmasını bekliyor, sessizce. İstanbul fethedilmezden önce fethedilen ensar ruhlu Üsküdar; çifte ezansızlığın ahenksizliğinde karşılamakta misafirlerini. Kaç zamandır payitahta ulaşmıyor; Valide Camii ve Mihrimah Sultan'ın arasındaki cezbe.

Üsküdar Şehir Hatları Vapur İskele'sine inerken ayakkabı patırtıları, rıhtımdaki lastik gıcırtısı, klakson sesleri ve martıların çığlıkları birbirine karışıyor. İskeleden ilerlerken Mihrimah Sultan'a bakıyoruz; güneş ve ayı görüyoruz. (Mih rü mah, Farsça'da güneş ve ay) Sonra, "İstanbul demek, Mimar Sinan demekmiş meğer" diyoruz.

Hanım Sultanların zerafeti camilere yansımış

Kuşkonmaz bizleri bekliyor... Sultan III. Ahmet Çeşmesi'nin yanından ilerlerken Yahya Kemal'in; "Üsküdar, gözleri dolmuş, tepelerden bakarak / Görmüş İstanbul'a yüz bin meleğin uçtuğunu / Saklamış durmuş, asırlarca, hayalinde bunu" dizeleri dilimize hücum ediveriyor birden bire...

Üsküdar sanki kadın sultanlara vakfedilmiş... Beş selatin camiden üçü sultan kadınların ismini taşıyor. Bir tarafta Mihrimah Sultan Camii(1540-1548), diğer tarafta Atik Valide Sultan Camii (1570- 1583) ve Gülnu00fbş Emetullah Valide Sultan Camii(1708-1711) zarafet abideleri sütreleşen dalgaların gerisinden payitahtı seyrediyor. Üsküdar'ın bu kadar anaç, bu kadar sevecen olmasının hikmeti belki de bu özellikleri bağrında barındırmasından...

Eskiden vapurdan iner inmez bir çırpıda Kuşkonmaz'a ulaşıverirdik. Burada "durmak yok yola devam" sloganı bir süredir akamete uğramış olsa da; iki kıtayı suların altından birbirine bağlayacak Marmaray Projesi'nde artık sona doğru yaklaşılıyor. Belden aşağısı felç olan Üsküdar'ın "Asrın Projesi"yle yeni bir çehre kazanacağı rahatlıkla göze çarpıyor.

Sinan yine yapmış yapacağını...

Vakit yaklaşıyor... Ve bizler hala balıkçı dükkanları arasından menzile ulaşma telaşındayız. Bu esnada ezanlar bizim için okunuyor. Nihayet Kuşkonmaz, diğer adıyla Şemsipaşa Külliyesi'nin(1580) tarihin derinliklerinden haberler veren medeniyet taşlarının estetikte zirve yaptığı şaheserin gölgesindeyiz. Mimar Sinan'ın ustalığını en iyi yansıtan eserlerinden birisi olan bu küçük külliye; İsfendiyaroğulları beyi Kı- zıl Ahmet'in torunu, Mirza Paşa'nın oğlu olan Şemsi Ahmet Pa- şa tarafından yaptırılmış.

Yüzyıllardır Boğaz'ın dalgalarıyla halvet olan külliyenin halk arasında"Kuşkonmaz Camii" olarak anılmasının değişik riva- yetleri var. Fakat biz bunlardan sadece bir tanesini sizinle paylaşalım.

Rivayet odur ki, Şemsi Ahmet Paşa tarafından Mimar Sinan'a bir külliye inşa ettirmek ister. Ak sakallı Koca Sinan bir takım etütler yapar. Dalgaların meydana getirdiği hava akımının etkisiyle martı ve bilimum kuşların hiç uğramadığı noktayı tesbit eder. Ve külliyenin inşasında bizzat kendisi de çalışarak ölümünden 8 yıl önce bu eseri bitirir.

O dönemler külliyenin üzerine kuşların konmadığı rivayeti yaygın olsa da, günümüzün kuşları anlatılan rivayetten pek haberdar gözükmüyor.

Dualar katre misali...

Şemsipaşa Kafeterya ve Şemsipaşa Halk Kütüphanesi'nden camiye doğru ilerlediğimizde bizleri yine "çekiç sesleri" karşılıyor. Sıcağın da etkisiyle şadırvanın kenarına yığılıveriyoruz. Geçtiğimiz yıllarda külliyenin cami ve hazire kısmına el atan vakıflar, bir müddet nefeslendikten sonra şimdi de kütüphane kısmında icraata başlamış. Kuşkonmaz Camii'nin kubbesi altında bu mirası bizlere bırakanlara rahmet okurken, dualarımız bir katre misali Marmara'ya karışıyor...

Kanaat Lokantası BM Salonu gibi...

"Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri'nin makamında ruhumuzu doyurup, zil çalan midemizin hakkını vermek üzere 1933 yılından beri hizmet veren meşhur "Kanaat Lokantası"na yöneliyoruz. Kapıdan içeri adım atar atmaz reyonlarda "ye beni" diye bağıran Osmanlı-Türk Mutfağı kıvamında oldukça zengin mönü çeşitleriyle karşılaşıyoruz. Tatlılar, zeytinyağlılar, salatalar ve etin yemek sanatına dönüştüğü son reyonda bulgur, pirinç ve et üçlemesi damak çatlatmak için sipariş edilmeyi bekliyor. Kuzu elbasan tava, Özbek pilavı, tekke pilavı, beğendi, kuzu ciğer sarma, kuru fasulye ile başlayan liste uzayıp gidiyor.

Lezzet arayanların durağı Selmanipak Caddesi'ndeki Üsküdar Kanaat Lokantası, Ali Özçakmak tarafından kurulan bir aile işletmesiymiş. Dayılarından 1962 yılında işletmeyi devralan Vahdettin, Kenan, Fuat Kargılı kardeşlerin gayretleriyle Kanaat Lokantası'nın ünü Türkiye sınırlarını aşmış. Zengin mutfak ve lezzetiyle New York Times, Le Monde ve Elle gibi seçkin yayın organlarının övgüyle söz ettirmeyi başarmış.

Haaa unutmadan!.. Kanaat'in dondurması da yemekleri kadar leziz. Koyun sütünden hazırlanmış dondurma, Kanaat Lokantası'na yolunu düşürenlerin vazgeçemeyecekleri lezzetler arasında. Fiyat, lezzetle kıyaslandığında makul.

Lokantada müşteri potansiyeline şöyle irdeleyici bir gözle baktığınızda zaten karşınıza ufak bir "Birleşmiş Milletler" topluluğu çıkıyor. Burada mönü gibi müşteri de bir hayli kalabalıklığıyla dikkat çekiyor.