Dolar (USD)
32.37
Euro (EUR)
34.76
Gram Altın
2438.06
BIST 100
10082.77
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

06 May 2023

​Vefa kaldırım taşı değil…

Nasıl unutabiliriz ki...

Sene 1978 ve ben 15-16 yaşlarındaydım, Yeni Asya gazetesinin Erzurum bürosunda çalışıyordum. Gazetenin merkezine çalışmak için İstanbul’a gitmiştim… İlk gurbetim, ilk heyecanlarım, ilk büyülenmem ve hayatın İstanbul’da ne çetin bir ceviz olduğunu ilk deneyimimdi… Umduklarımdan ziyade bulduklarımı ve bir sürü sıkıntıyı yaşamıştım… Erzurum’a geri dönmeyi düşünmüyordum, “beceremedi” durumuna düşmemek için. İzmir’e gidip, rahmetli dayımda kalıp, bir iş bulup, çalışıp, para biriktirip, tekrar İstanbul’a geri dönüp, yazılarımı, hikâyelerimi yazacaktım, gazetede de çalışıp, meslek sahibi olacaktım ki sonrasında da öyle oldu...

Kalan son paramla İzmir’e bir bilet aldım. Cebimde iki buçuk lira param kalmıştı ve ben iki gündür açtım. Arada bir elimi cebime sokup, o iki buçuk lira yerinde duruyor mu diye kontrol ediyordum çünkü o para tek servetimdi. Hatta o parayı tuvalete bile vermezdim… O iki buçuk lirayı İzmir Mersinli Oto Garından dayımların evine gitmek için belediye otobüsünde kullanacaktım.

Otobüs İzmir’e hareket etmişti… Haziran sıcağı, İzmir’e ilk gidiş heyecanı ve açlık... Açlığımı bastırmak için muavinden istediğim suyu içiyordum. Otobüs kasislerden geçerken, içtiğim sular boş karnımda lıkır lıkır ötüyordu, çıkan sesle utanıyordum ve o utanç duygusu açlığımı bastırdığı da oluyordu ama neticede yaz sıcağı ve iki günlük açlık beni bayağı silkelemişti... Ön koltuktaki iki beyefendi nereli olduğumu sordular, onlarla tanıştım. İkisi de Almanya’da çalışıyorlarmış, İzmirliymişler ve şimdi izin için gelmişler... Otobüs ismini unuttuğum bir yerde yemek molası vermişti. Aşırı su beni sıkıştırmıştı. İhtiyaç gidermek için uzaklaştım. Büyük bir tehlike atlatarak, koşarak, ter kan içinde otobüsün olduğu yere geri dönmüştüm… Bana seslenildiğini işittim, dönüp baktım. Tanıştığım o iki ağabeyi beni yemek yedikleri masaya çağırıyorlardı. Yanlarına gittiğimde bana:

“ Delikanlı buyur yemek yiyelim” dediler. Utanarak ve başımı öne eğerek:

“ Sağ olun, ben aç değilim” dedim. Ama içimden hiç unutmayacağım öyle bir yalvarışta bulundum ki; Allah’ım, ne olur ısrar etsinler ben çok açım. Allah razı olsun o iki beyefendi ısrar ettiler, bende:

“Madem ısrar ettiniz” diyerek masalarına oturdum. Garsonun saydığı yemek isimlerinden acaba peşimden gelen var mı korkusuyla sağa sola bakınırken, kafa karışıklığı ile köfte diyebilmiştim... Köfte nasıl gelmiş ve ben köfteyi nasıl bitirmişim inanın hiç hatırlamıyorum. Hatırladığım; adamlar büyük bir şaşkınlıkla beni izlerken, ben boş tabağa uzattığım çatalın tıkırtısıyla kendime geldim ve bana:

“Delikanlı, yemen için sana başka şey daha söyleyelim” demişlerdi. Utancımdan yerin dibine girmeyi hatta bir köşeye çekilip, sessizce ağlamayı bile düşünmüştüm... Zaten yeni bir sipariş veremeden molanın bitiş anonsu yapılmıştı. Otobüse bindiğimizde ikram ettikleri çikolatayı yedikten sonra uykuya dalmıştım... Uyandığımda İzmir garındaydık, herkes inmişti. Otobüste bir ben, birde direksiyon başında bana seslenen şoför vardı. Şaşkınlıkla yerimden fırlayınca kafamı da çarpmıştım…

( Kısaltarak yaşadığım bu hadiseyi İnşallah bir gün size olduğu gibi yazarım.) Şimdi gelelim neden bu hatıramı paylaştığıma…

O yolculukta, isimlerini unuttuğum ama halden anlayan ve iyilikleri unutulmaz o iki beyefendilerin konuşmalarından da birer solcu olduklarını anlamıştım... Solcuydular ama yerli ve milli ve de hoş insandılar… 1978 Haziran’ın da yaptığım o yolculuğu ve o iki kalender İzmirliyi belki yetmiş sekiz bin kere hatırlamış ve Enver Yorulmaz ağabeyim gibi çok sevdiğim dostlarımın ısrarıyla defalarca anlatmışımdır. Her aklıma geldiğinde; keşke adreslerini bilsem, evime davet edip, yeniden defalarca teşekkür etsem diye iç geçiririm. Hala aklıma geldiğinde dua ettiğim O iki insanın iyiliğini inşallah unutmayacağım ve unutmaktan da Allah’a sığınırım, zira vefa bunu gerektirir...

Vefa kaldırım taşı değildir… Vefa insan olmanın mührüdür... Vefa unutmayı değil, hatırda tutmayı ister... Vefa nal düşmesin diye çivi olmaktır, okun kanadı olmak, hedefi bulması için yelek olmaktır… Erkekliğin ve kadınlığın bile bir vefası vardır o da LGBT’li hayattan uzak durmak ve onlara destek vermemektir... Gördüğümüz iyilikleri, güzellikleri kaldırım taşı edip, üzerinden geçmek öyle büyük bir nankörlük ve vefasızlıktır ki… Kimden gelirse gelsin; yapılan güzellik ve bir iyilik alkış görmeli, teşekkür görmeli ve Allah’a şükredilmelidir...

Evet, vefa kaldırım taşı değildir; yapılan hizmetler hiçe sayılarak üzerinden geçilemez! Vefa; kim bu memleketin hayrına bir hizmet yapmış ise değer verip, alkışlayıp, hakkını teslim etmektir. Önümüzde ki 14 Mayıs 2023 seçimleri bizim vefalı olduğumuzu gösterme vaktidir... Son 21 yılda yapılan tüm muhteşem hizmetleri, eserleri nankörlükle kaldırım taşı yapıp, üzerine basıp, geçip gidemeyiz!

Nasıl oy verilir; PKK’nın bile desteklediği Kılıçdaroğlu’na? Erdoğan, yaptığı o harika hizmetler için, o muhteşem duble yollar için elbette duble vefayı hak ediyor; desteklenmeyi, oy vererek yeni hizmetler için kanatlanmayı hak ediyor... Ya vefa gösterilip, teşekkür edilecek, ya da verilmeyen oyla vefasızlık yaşatılacaktır... Seçim insanların, ama vefa vicdanındır… Ben vefaya ve vicdana oy vereceğim. Nasıl unutulur o yemek ve nasıl unutulur son 21 yılda yapılan tüm harika hizmetler…

Tüm vefalı insanlara saygı ve selamlarımla…