Dolar (USD)
32.21
Euro (EUR)
35.03
Gram Altın
2494.12
BIST 100
10643.58
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

12 Temmuz 2014

VİZYON BELGESİ ve PARLAMENTARİZME VEDA

Dün Istanbul'da başbakan ve Ak Partinin cumhurbaşkanı adayı Recep Tayyip Erdoğan Vizyon Belgesini açıkladı. Büyük heyecan uyandıran, Türkiye'ye yeniden çağ atlatacak olan VİZYON BELGESİ çok tartışılacak.

Açıklanan VİZYON BELGESİnde beni fazlasıyla memnun eden PARLAMENTERİZME VEDA kısmıdır. Bunu nereden çıkardığımı bir kenara bırakırsak, hakikaten parlamenter sistem artık Türkiye'yi taşıyamıyor.

Açıklanan VIZYON BELGESİ gösterdi ki Ak Parti yenilikçi bir parti, Erdoğan bu anlamda en hakikisinden "devrimci" bir lider. Kimse glasnost ve perestroyka sadece Gorbaçov tarafından gerçekleştirildi demesin.

Eğer yenilikçilik ise Kralı bizde,

Eğer şeffaflık ise SSCB'nin Rusya'ya geçiş sürecinden daha açık hatta transparan bir süreç yaşıyoruz.

YENİ TÜRKİYE artık eski Türkiye'nin kodlarıyla yürümüyor yürüyemez de.

Eski Türkiye'de devlet zihniyeti kodifike edilirken dominant paradigma önce 18. Yüzyıl oligarşisi, ama asıl 2. Dünya Savaşı dünyası parlamentarizmiydi. Demokrasi derdi olmayan cumhuriyetin kurucu aklı çok iyi biliyordu ki parlamentarist sistemde tektipçi, diktatoryal eğilimlerin baskın çıkıp yönetimi ele alması Batı için bir sorun teşkil etmeyecekti ve dünyada bu sistemin pek çok örnekleri mevcuttu.

Bu yüzden iktidarı kontrol eden oligarşik yapı, iktidardan pay isteyen herkese ceberut yüzünü gösterir, "arlanmayanı" yok ederdi. Türkiye'deki bütün gerginliklerin, bütün darbelerin Batı destekli ve iktidar paylaşımından kaynaklandığını biliyoruz. İşin diğer bir tarafı, mutlu beyaz azınlık darbelere "devlet refleksi" diyecek kadar millet düşmanı olmuştu. Üstelik oligarklarımızın ilham kaynağı medeni dünya! darbecilerimizi 1960'tan bugüne kadar 'nazarlık niyetine de olsa' üzecek tek bir söz söylemedi.

Aslında 2. Dünya Savaşı dünyada bittiyse de, Türkiye 2000'e merhaba dediği günlerde bile 1950'lere gelememişti. Hala Avrupa için kara bir tarih olan o dönemin konjonktürü ve şartları mevcuttu ülkemizde.

Aradan 80 yıl geçti,

ANADOLU HALK İHTİLALİ ile Millet duruma el koydu. Millet, iktidara yürürken "değişim" diyen, "bütün vatandaşların Türkiye'si olacağız" diyen kadroları her seçimden daha güçlü çıkarma görevini hakkıyla yerine getirdi. Sadece sandıkta desteklemekle yetinmeyip kendilerinden olan siyasileri çeşitli ayak oyunlarına karşı sahiplenmeyi de ihmal etmedi.

Ak Parti ile Türkiye demokrasi kültürünün yeşermesi ve yerleşmesinde ve buna bağlı olarak milli iradenin üstüne konuşlanan vesayetlere karşı mücadelede çok mesafe aldı. Demokrasi tanımını dahi vesayetçileri imtiyazlı kılacak şekilde lügatimize yerleştirenler Ak Partinin sandıklara verdiği değer ve önemi kavramakta zorlandılar.

Demokrasi apokrif değildi, demokratik serüven çok eski, öyle ki eski Yunan'dan beri bilinen bir siyasi backgrounda sahip. Bu kökeni itibariyle seçmeni/milleti(n iradesini) esas alan demokrasiyi bizde kimi entel sindiremeyince "demokrasinin Türkiye versiyonu" dayatmasında bulundular, bulunmaya çabalıyorlar. Bu "sürüm" kahrolası "Türkiye'nin özel şartları" dedikleri ve 80 yıl boyunca vatandaşlarını düşman kuvvetleri gibi gören zihniyetin uygun gördüğü primitif bir yaklaşımın eseri.

Şayet bunlar "demokrasi, iktidardan yana olmayan 'çoklu azınlığın' her türlü hakkını bila kayd-u şart teminat altına almalıdır" deselerdi eyvallah derdik. Çünkü kuşatıcı demokrasiyi esas alanlar; toplumda nicelik olarak kemiyetsiz ve de farklı hayat tasavvuruna sahip olanların hukukunu, iktidardan beklentilerini kendilerininki gibi gören, bu haklarını güvence altına almayı hedefleyen, kucaklayıcı, kuşatıcı bir demokratik ahlak ve kültürü yerleştirmek ister. O zaman da bu demokratik anlayışta nicelikler sadece veri olarak kalır.

Aslında Osmanlı'nın son 200 yılından itibaren doğan "Batı sorunu" cumhuriyetle beraber yetersiz kadrolar yüzünden bizi 'kendimiz'den uzaklaştırdı. Bu sorun beraberinde Batıcı bir zümreyi doğurunca Osmanlı aydını Batılılaşarak bu sarmaldan çıkmayı denedi. Böylece Batı'nın ahtapot kollarından kurtulmak maksadıyla Westernizme yenilen Osmanlının Batı/lılaşma sorunsallığı da başlamış oldu.

1923'ün kurucu kadrosu Osmanlı'nın içine düştüğü bu Batıcılık sarmalını radikal laikçilik hedefiyle 'Batıdan çok Batıcı' olmakla süsledi! Meşrutiyetçilerin padişah-Halifede bulunan gücün dağıtılması (erk paylaşımı) için parlamenterizme sarıldığı biliniyor. Yoksa milletin iradesi, parlamento, demokrasi dönemin elit ve aydınları için çok da albeniye sahip değildi. Batı da bundan memnundu. Çünkü demokratik kültür olmadan meclis, parlamento işlevini milletin iradesine uygun kullanmayacak, seçimler göstermelik olacaktı. Bu durum Batı'nın işine yaramış olmalı ki kendilerinden birilerinin desteği ile Meclis 10 yılda bir darbelerle kapanmasına rağmen demokrasisiz, hukuksuz parlamentarist sistemimizi yeterli gördü.

YENİ TÜRKİYE bu hantal sistemi kaldıramayacak kadar gelişti, büyüdü ve ileri demokrasiye sahip oldu. Kendisini ayakta tutan parçaları uyumsuz parlamentarist yapı, 10 yıl sonra 100 milyon nüfusu çok aşacak olan Türkiye'yi taşıyamaz. İnsanımız değişti, yöneti(şi)m anlayışımız değişti, büyük oranda taleplerimiz değişti... Bu hantal sistem bizi taşıyamaz.

Bu sebeple siyasal sistemin baştan sona yenilenmesi kaçınılmaz olan BÜYÜK TÜRKİYE acilen parlamenterizme veda etmeli, elbette başkanlık yolunda ısrarlı, hızlı ve emin adımlarla ilerlemeliyiz.

Evet, YENİ TÜRKİYE model ülke olma yolunda ve yılında,

Sadece Ortadoğu'ya, islam ülkelerine değil,

Batı da YENİ TÜRKİYE'nin sergileyeceği model sistem ve "berabercelik"ten nasibini alacak.

Ne kaldı ki?

@ahmetay_