Dolar (USD)
32.36
Euro (EUR)
34.68
Gram Altın
2400.14
BIST 100
10208.65
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

20 Mart 2024

​Ya İslam dünyası

Bilindiği gibi 7 Ekim’den beri Filistin’de devam eden İsrail vahşetini, Güney Afrika, ‘’İsrail Filistin’de soykırım yapıyor’’ iddiasıyla Lahey’deki Uluslararası Adalet Divanı’na taşıdı. ‘’İnsanlık vicdanını’’ yaralayan İsrail vahşeti karşısında, Güney Afrika’nın bu girişimi elbette tarihi niteliktedir.

Sürekli insan haklarından hukukun üstünlüğünden bahseden batılı liderler, birer birer İsrail’e koşarak Netanyahu ile poz vermeleri, söylemleri ile eylemleri arasındaki derin uçurumun en somut kanıtıdır. Bu bakımdan Filistin’de devam eden vahşet, sadece İsrail’in değil, batının da ikiyüzlü çirkin yüzünü yansıtmaktadır.

Ancak Batı, öyle bir düzen kurmuş ki bütün güzel fikirleri kendilerine güç sağlayacak şekilde kurgulamıştır. Bu açıdan Batı’ya bakınca, neredeyse kirletmedikleri hiçbir kavram bırakmadıklarını görürüz. Dinden bilime, çevreden insan haklarına kadar hemen her alanda bu böyledir.

Bu bağlamda Batı medeniyetini meydana getiren temel kuvvetlerin doğru anlaşılması oldukça önemlidir. Aslında bu, her millet ve her medeniyet için geçerli olan temel bir ilkedir. Bu temel ilkenin altını çizdikten sonra, Batı medeniyetini var eden iki kuvvete dayandığını söyleyebiliriz.

Bunlardan biri, zengin edebiyatıyla oldukça kuvvetli olan Hıristiyan metafiziğidir. Bunun temelleri orta çağda atıldı. Diğeri ise, coğrafi keşiflerle 17. yüzyılda başlayan sömürgecilik faaliyetleri ve pozitivist düşüncedir. Sömürgecilikten elde ettikleri sermaye ile pozitif bilimi, pozitif bilimle de tekniği geliştirdiler. Teknik keşiflerin sonucunda da büyük sanayiler kurdular. Kısacası Batı’nın hâkimiyet tarihi, 17. yüzyıldan başlayarak ve bugün de devam eden sömürgeciliktir.

Batı, ruhunu Hıristiyanlıktan, zenginliğini sömürgecilikten almıştır. Ancak Batı’nın Hıristiyan ruhuyla, sömürgeci sanayinin ham ve kaba maddesi, zaman zaman çetin çatışmalara sahne olmuştur. Aslında Batı’da ruh ile madde bugün hâlâ çatışma hâlindedir.

Hatta söylem ile eylem arasındaki derin uçurumun temel nedenin ruh ile maddenin çatışmasından kaynaklandığını düşünüyorum. Söylem ruhu, eylem ise, maddeyi temsil ediyor. Batı’nın içinde bulunduğu bu derin çelişki değer anlamında artık Güney Afrika’nın gerisine düşürmüştür.

Peki, ya İslam dünyası?

Evet, Batı’ya kısaca bu şekilde baktıktan sonra, kendimize dönelim. Taha Akyol 28/01 2024 tarihli ‘’Yaşasın Güney Afrika’’ başlıklı yazısının sonunda ‘’Batı başkentlerinde günlerce meydanları dolduran insanlar İsrail’i protesto ederken, İslam dünyasında sokaklar neden öyle değil.

İnsan hakları, hukuk, özgürlük, hak, adalet bilinci olmayınca dindaşlık yetmiyor demek ki! Bunu iyi düşünmeliyiz’’ diyor. Taha Akyol, ilgiyle okuduğum değerli bir münevverimizdir.

Ancak burada Taha Bey’in dikkatini üç hususa çekmek isterim. Birincisi, Batı meydanlarını dolduran kalabalığın ezici çoğunluğu yine bu coğrafyanın çocuklarıdır, yani dindaşlardır. İkincisi, Arap ülkelerinde yaşayan halkların sessiz kalışı hak bilinci olmayışından değil, protesto etmek yasak olduğu içindir. Bu yasakları koyanlar kimin desteği ile o koltuklarda oturdukları sır değildir. Üçüncüsü, Batılı liderler, birer birer İsrail’e giderek Netanyahu ile poz vermeleri, onları soykırımın suç ortağı yapmıştır. Yani Batı meydanlarını dolduran kalabalıklar, sadece İsrail’e değil, bizzat Batı’ya da tepki gösteriyorlar. Nitekim ABD’li bir asker, Washington’daki İsrail Elçiliğinin önünde: ‘’Filistin’de devam eden soykırım suçuna daha fazla ortak olmak istemiyorum’’ diyerek kendini ateşe vermişti.

Peki, ya İslam dünyası diye soranlara cevabım: ‘’İslam dünyasına’’ dışarıdan bakabilen kişi, yaralı bir kartalı andırdığını görür. Kartal, uçmak için kanat çırpıyor ama kan kaybından enerjisi tükenmiş uçamıyor. Kartalı göklere çıkartacak şifa köklerindedir. Umarım bunu erken fark eder…