Dolar (USD)
32.33
Euro (EUR)
34.69
Gram Altın
2392.94
BIST 100
10276.88
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

30 Haziran 2014

YAĞMALANAN TARİHİMİZİN MAHZUN VELİSİ

SABRİ GÜLTEKİN

[email protected]

Medeniyetlerinizini sürmek üzere çıktığımız yolculuğumuzun 5. gününde Zeyrek Mehmed Paşa Sokak'tan İtfaiye Caddesi'ne doğru ilerliyoruz. Yokuşun ortasında bulunan tarihi konakta ayarı bozulanları tamir eden Psikiyatrist Prof. Dr. Arif Verimli hoca sırtını sağlam yere dayamış; arkasında Koç solunda Mehmed Emu00een Tokadu00ee Hazretleri, sağında ise Zembilli Ali Efendi var.

İtfaiye Caddesi'nden ilerlerken tam Cibali Dispanseri'nin arkasında bulunan bir türbe dikkatimizi çekiyor. Bu semtte yaşamış olan ve burada yaptırdığı sıbyan mektebiyle eğitime katkı sağlayan, Osmanlı kültür tarihi açısından önem arz eden simalarından biri olan Şeyhülislam Zembilli Ali Efendi'nin burada bulunan aile mezarlığı ve türbesi metruk haline rağmen insanların yoğun ilgisine mazhar oluyor.

Zembilli'nin yok olan evi gibi mezarı ve külliyesi de yok olma tehlikesi ile karşı karşıya bulunuyor. Tarihimizin altın levhalarından olan Zembilli Külliyesi'nin maalesef bir teneke levha kadar önemsenmediği gerçeği bütün gerçekliğiyle orta yerde duruyor. Mezar taşları ve kitabeler parçalanmış, külliyenin bir bölümü ise adeta yağmalanmış.

Önümüzdeki manzara karşısında şu sözü söylemeden edemiyoruz:

"Medeniyetimizin hafızaları olan vakfiyelere sahip çıkmayanlar utansın!.."

Üç Sultana Şeyhülislamlık yapan veli

1445 yılında Karaman'da doğan, Osmanlı Devleti'nin 8. şeyhülislamı olan Zembilli Ali Efendi'nin asıl adı Ali Cemali'dir.

Zembilli Ali Efendi, Anadolu'yu nu00fbrlandıran velilerden Cemaleddin Aksarayi'nin torunudur ve tedrise beşikte başlar. O, misli zor görülen bir hafızaya sahiptir. Üstün körü geçilen kitapları bile harekesi harekesine ezberler ve yaşından beklenmeyecek sorular sorar. Hocaları böyle bir kabiliyetin önünü tıkamaktan çekinirler. "Sen buralarda zayi olma, büyük alimlerde oku" derler.

O da ilk eğitimini tamamladıktan sonra kalkar İstanbul'a gelir. Başta Molla Hüsrev olmak üzere bir çok ünlü alimden dersler alır. Hocası Mevlana Müslihiddin'in kızıyla evlenmeye nail olur. Molla Hüsrev ona bildiklerini öğrettikten sonra, "bunlar işin zahiridir, bir Hakk aşığı bul ve ona köle ol!" der.

Zembilli Ali Efendi'nin ihlasından olacak ki, bu defa da karşısına Ebu00fbl Vefa Hazretleri çıkar. Yavaş yavaş ismi ilim meclislerinde konuşulmaya başlanır. Böylesi genç ve bilgili birisi, sofuluğuyla ünlü 2. Bayezid'in gözünden kaçmaz. Zembilli Ali Efendi'yi takibe alır ve ona Bursa, İznik ve Bayezid medreselerinde ders verdirir. Sonra da şehzadeler şehri Amasya'ya müftü atar.

O da, gecesini gündüzünü işine verir. Halbuki bulunduğu mevki birileri ile iyi geçinmeyi gerektirir. Mübarek makamında gözü olanları farkedince, "meraklısına mübarek olsun!" der, devlet kapısını terk eder.

Zembilli Ali Efendi, Resu00fblullah aşığıdır. İçindeki coşkunun seline kapılır Haremeyn'e gider, hacceder. Mükerrem Mekke'de ve Münevver Medine'de ilim meclislerine katılır. Kahire'nin ilim iklimi onu cezbeder, tam bir yıl kütüphane kütüphane gezer, medreselerde ders dinler. An gelir 2. Bayezid onu tekrar İstanbul'a çağırır. Şeyhülislamlık görevini(1503) tevdi eder. Zembilli Ali Efendi, zühdü ve takvası ile tanınır. Onda zerre kadar rütbe, şöhret hırsı yoktur. Hal böyle olunca doğru bildiğini söylemekten çekinmez. Belki de bu yüzden ölünceye kadar makamında kalır. Zamanında şeyhülislamlık, vezirliğin çok üstünde bir görev haline gelir.

Zembilli Ali Efendi, üç sultana; Fatih Sultan Mehmet'in oğlu Sultan 2. Bayezid, Yavuz Sultan Selim ve zamanında Osmanlı'nın en geniş topraklara sahip olduğu Kanuni Sultan Süleyman'a şeyhülislamlık yapar. Bu görevi 23 yıl (1503 - 1526) aralıksız olarak sürdürür.

Yaşantısı gibi sonu da hoş olur. Ölüme aynen Mevlana'nın şeb-i aru00fbs (düğün gecesi) hazırlanışı gibi hazırlanır. O gün görülmedik şekilde neşelidir ve çevresindekilerle tek tek helalleşir. Talebeleri ayrılık vaktinin geldiğini anlar, çok ağlarlar. Miladu00ee 1526 yılında İstanbul'da vefat eder.

Nu00fbrlu bedeni Zeyrek'teki kendi dergahının bahçesine defnedilir.

"Zembilli" lakabıyla anılmasının sebebi

Zembilli Ali Efendi'nin "Zembilli" lakabıyla anılmasının sebebi ise; evinin penceresinden her gün sarkıttığı zembilden ileri geliyordu. Mübarek mütebessimdir, refiktir, yumuşaklığı sever. Ufacık çocukları bile muhatap edinir, onlara nasihat eder. İnsanların çekinmeden soru sorabilmelerini çok ister. Ancak üç kıtaya yayılan bir imparatorluğun şeyhülislamı halkın gözünde destan kahramanı gibidir. Ali Efendi, ne kadar mütevazı olursa olsun, karşısındakileri ter basar, huzurda sıkılırlar. O da, pratik bir yol bulur. Evin penceresinden her gün bir zembil sarkıtır; problemi olanlar, dertlerini yazarak bu zembile bırakırlardı. Akşam olunca hu zembili çeker, sualleri cevaplayarak tekrar sarkıtırdı. Her gün önünüze gelen yüzlerce kağıt ve birbirine benzeyen sıradan suallerden sıkılmaz; bu yaptığının kurtuluşa sermaye olacağını umardı. Bu nedenle kendisine "Zenbilli" lakabı verildi.

Kadınlar Pazarı

Zembilli Ali Efendi'ye dualarımızı gönderdikten sonra kendimizi Kadınlar Pazarı'nın yoğun kokulu ortamına hazırlamaya başlıyoruz. Çünkü buradaki atmosferden dolayı kimyamızda hafif bir değişimin olması an meselesi. Siirt, Adıyaman, Mardin, Van, Şırnak, Bitlis, Gaziantep, Diyarbakır ve civarından gelenlerin yaşadığı, dükkan açtığı, etin enva-i çeşidinin kesildiği Kadınlar Pazarı; açıkta et satan kasaplarıyla ünlüydü, hala da ünlü. Ara sokaklardan geçerken, o eski açık hava mezbahanesi atmosferini yaşatmak isteyenlerin kaçak et keserek burun direklerinizi sarstığını hissediyorsunuz.

Bir kaç yıl önce Fatih Belediyesi ortadaki pejmürde dükkanları yıktı. Ortaya Bozdoğan Kemeri'nden aşağı doğru uzunca bir meydan çıktı. İtfaiye Caddesi'nin Zeyrek'ten başlayıp Bozdoğan Kemeri'ne kadar uzanan büyük bir kısmı trafiğe kapatıldı. Etrafında balcılar, tütüncüler, doğal otçular, kuruyemişçiler ve en önemlisi büryan kebapçıları açıldı. Her ne kadar dönüşüme uğratılsa da hala ufak tefek olumsuz manzaralar göze çarpıyor sokaklarda. Buradaki sakatat kokusuna çarpılmamak için "Kadınlar Pazarı"nın tarihi derinliklerindeki izini sürelim isterseniz...

İstanbul Kadınlar Pazarı tarihçesi

İstanbul tarihi içerisinde, iki yerde kadınlar pazarından bahsedilmektedir. Birincisi, dünya tarihinde yüzyıllar boyunca tek olma özelliğini taşıyan ilk kadınlar hastanesi olan Haseki Külliyesi çevresinde teşekkül etmiş olan Kadınlar Pazarı'dır. Fatih ilçe sınırları içerisindeki bu pazar yerinin bulunduğu semt, külliyeden dolayı Haseki semti olarak bilinmektedir. Kanuni Sultan Süleyman döneminde hasekisi Hürrem Sultan adına Mimar Sinan tarafından 16. yüzyılda inşa edilmiş bu hastane ve külliye, kadın esirlerin satıldığı yer olan "Avrat Pazarı" yakınında inşa edilmişti. Külliyenin yapımından sonra semtin ismi kayıtlara "Haseki" olarak geçmeye başlamış ve bugüne kadar bu isimle anılagelmiştir.

Haftada bir defa kurulan semt pazarları şehrin çeşitli bölgelerinde yer alırmış. Buralara sadece orta yaşlı ve ihtiyar kadınlar gelip bir şeyler satar ve evlerinin ihtiyaçlarını karşılarlarmış. Sokak kenarlarına kurulan Avrat Pazarı, ilerleyen zamanlarda sabit çarşı halini almış. Haseki semtinde küçük bir meydanda yer alan bu pazar yerinde, sonraki dönemlerde "Avrat Pazarı" adlı dükkanlar inşa edilmiş.

Kadınlar Pazarı, bu külliyenin çevresinde başlayıp, Hekimoğlu Ali Paşa Camii yakınına kadar uzanırmış. 1940u2032lı yıllara kadar var olan bu pazar, Cuma günleri kurulmaktaymış. Kadınların evde yaptıkları el işleri ve bahçelerinde yetiştirdikleri ürünlerini sattıkları bir pazar yeriymiş. Maalesef gelişen piyasa şartlarına daha fazla dayanamayıp zaman içinde yok olup gitmiş.

İkincikadınlar pazarı ise; tarihi Saraçhane civarında teşekkül etmiş ve geçmişi Haseki civarındaki Kadınlar Pazarı kadar uzun değilmiş. Tarihi Valens, Osmanlı dönemi adı ile Bozdoğan Su Kemeri'nin dibinden Zeyrek'e doğru uzanan bir sokak üzerinde kurulmuş olan bu Pazar yeri 1908 yılında oluşmaya başlamış.

Bu alanın Kadınlar Pazarı diye adlandırılması ise, Balkan Savaşları sonrasına rastlıyormuş. Balkan Savaşları sırasında İstanbul'a göç eden Müslümanlar, cami avlularında, medreselerde, sıbyan mekteplerinde geçici olarak iskan edilmiş. Fatih Külliyesi, Zeyrek ve çevresindeki cami, tekke binalarında göçmenlerin bu geçici barınmalarına imkan sağlanmış. Buralarda geçici iskan edilen muhacirlerin bir şekilde mağduriyetlerinin hafifletilmesi amacıyla, şehir idaresince bilhassa kadınların ürettikleri el işlerini satarak ailelerine bir gelir sağlamaları için Fatih içerisindeki bu küçük kavşak noktası kadınlara mahsus bir pazar yeri olarak belirlenmiş.

İlk zamanlar Perşembe ve Cuma günleri kurulan Pazar, zamanla daimi bir hal almış. Bugün İtfaiye Caddesi'nin devamı olan mekanın pazar yeri haline gelmesiyle birlikte halk arasında Kadınlar Pazarı olarak adlandırılmaya başlanmış. Bu gelenek Cumhuriyet'e kadar da devam etmiş. Bu tarihten itibaren bir çok değişime uğrasa da ismi Kadınlar Pazarı olarak kalmayı başarmış.

İstanbul'un genelinde yaşanan yoğun göçle beraber burasının atmosferi ve insanında da değişim başgöstermiş. Kebapçıların ağırlıklı olduğu, doğu ve güneydoğu usulü mutfağı ile kasap ve dükkanlarının yer aldığı bir hal almış. Artık bir diğer ismi de Siirtliler Pazarı olmuş. Siirt, Ağrı, Diyarbakır, Van ve Bitlis gibi illerimizin küçük birer temsilcisi dükkanlar ve kahvehaneleri ile bugünlere kadar gelmiş.

Bozdoğan Kemeri'ne kadar sıralanmış karşılıklı dükkanlardan oluşan pazarda, daha çok Siirt yöresinden gelmiş ürünler satılıyor. Burada satılan ürünler arasında Pervari'nin meşhur karakovan balı, Van'ın otlu peyniri, sumak, menengiç, Hatay'ın bittim sabunu, keledoş yemeği yapılan ak-pancar otu ve heliz otu, kavun-karpuz çekirdeği, kaçak olarak getirilen Seylan çayı, küflenmeyen tandır ekmeği, magamis denilen cevizli sucuk, içli köfte bulguru, nar ekşisi, patlıcan kurusu, kesme, fıstık, muska, badem gibi çeşitli ürünler bulunuyor. Sağlamıyla-bozulmuşuyla müşteri bulmakta zorluk çekmeyen pazar, İstanbul'un içinden açılan başka bir kültür penceresini temsil ediyor. Peynir çeşitleri içinde Van'ın otlu peynirinin yeri farklı; neredeyse bütün dükkanların vitrinini bu peynir türü süslüyor.

Kadınlar Pazarı'ndaki dükkanlarda en güzel kaçak çaylardan içebilir; Muş, Adıyaman, Bitlis gibi yerlerden gelen yöresel lezzetlerden tadabilirsiniz. Pazarı adımlarken gözümüze ilişen bazı fiyat listelerinde Mardin cevizli sucuğunun kilosunun 25, Gaziantep kurutulmuş biberinin 8, kaçak 22, Kahramanmaraş kurutulmuş çerezlik tarhananın 400 gramının 8 Türk Lirası olduğunu öğreniyoruz.

Seyyar arabalarda, sezonu Mart'ta başlayıp Nisan'da sona eren Diyarbakır Kengeri'nin kilosu 5 Türk Lirası'na satılıyor.

Burası Fatih Malta Çarşısı ile çok benzeşiyor. Büryancılar hariç üç aşağı beş yukarı aynı demografik yapıya sahipler. Yalnız bir farkla Malta Çarşısı'nda Karadenizliler ağırlıkta, Kadınlar Pazarı'nda daha ziyade Güneydoğulular.

Son yıllarda hem üretiminde hem de tüketiminde patlama yaşanan balcılık sektörü burada da hareketli. Kestane, çam, çiçek, yonca, pamuk ballarını temin etmek mümkün. Burada satılan balların şahı Pervari Karakovan Balı'ymış. Fiyatı mı, 60 Türk Lirası. Biraz tuzlu fakat damakta bıraktığı lezzeti hesaba katınca değer.

***

Asırlara meydan okuyan Bozdoğan Kemeri, geçilmez bir set gibi karşımızda duruyor. Asırlar önce Büyük Saray ve çevresine su taşıyan kemer, Beyazıt Kulesi'nin bulunduğu İstanbul'un üçüncü tepesiyle Fatih Camii'nin bulunduğu dördüncü tepesi arasında, Unkapanı'ndan Yenikapı'ya kadar uzanan derin vadinin üstünde bulunuyor. Kemer'in bir tarafında Gazanfer Ağa Medresesi, diğer tarafında ise İstanbul İtfaiyesi boy gösteriyor.

Bozdoğan Kemeri'ne yaklaştıkça büryancılar çoğalıyor. Son yıllarda moda olan dışarıya masa-sandalye atma trendi burada da abartılı bir şekilde kendini hissettiriyor. Kadınlar Pazarı Meydanı'nda Gül Büryan Kebap Solunu, Siirt Fatih Büryan Salonu, Bitlis Büryan Salonu, Sur Ocakbaşı, Siirt Şeref Büryan Kebap Salonu, Uğur Büryan Kebap Salonu başta olmak üzere birçok büryan kebapçısı müdavimlerine hizmet veriyor.

Kebap, kuyunun içinde geceden yakılan ve sabaha kadar közlenen ateşe 1 yaşını geçmemiş kuzuyu sarkıtarak yapılıyormuş. Kuzular genellikle Konya, Şanlıurfa ve Tekirdağ'dan temin ediliyormuş. Büryanın porsiyonu 12, karışık kebabın 25, bunbarın porsiyonu 12, perde pilavı 12, içli köfte 10,5 Türk Lirası'ymış. Ha şu sıralar ben rejimdeyim diyorsanız, buralara uğramanızı tavsiye etmiyoruz.

Kaynakça:

-Süleyman Faruk Göncüoğlu, Yolu İstanbul'dan Geçen Kervan'ın Sarayları