Dolar (USD)
32.20
Euro (EUR)
35.03
Gram Altın
2494.74
BIST 100
10643.58
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

24 Nisan 2020

Yapıcı ve yıkıcı!

Bunca yıllık tecrübem, gelişmenin ancak “yapıcı ikazların” olduğu ortamlarda gerçekleşebildiğini göstermiştir.

Yapıcı olanla yıkıcı olanı ayırt edebilmek de, yönetimlerin marifetine kalmıştır.

Kimileri “her ne olursa olsun karşı çıkma” hastalığının pençesindedir.

Mesela…

Türkiye’nin dünyayı kasıp kavuran koronavirüs salgınında başarılı bir süreç yönetimi geçirdiğini “kabul etmek” bir yana, bu ortamda ülkeye kazandırılan hastanelere bile “karşı çıkan” ruh halini ibretle izliyoruz.

Rahmetli Cemil Meriç’in ifadesiyle “idrakimize giydirilen deli gömleklerinden”; “İZM”lerden birini kuşanan “çağdaş devrim yobazları” ile “dinde sapma” akımlarının mensupları her yapılana, yapılmayana öylesine “şedit” hallerle saldırıyorlar ki…

Milyonlarca vatan evlâdı her misalde, “Allah bu milleti bunların eline düşürmesin!” diyor.

“Yıkıcı muhalefet” anlayışına sahip olanlar içinde, zamanında bu iktidardan epeyce istifade eden, ancak zamanla bu istifadeleri kesilen “menfaatçiler” de var elbette.

Bu “yıkıcı” zihniyetin her zaman alıcısı olmuştur; bugün de, tahminimce yüzde 30’luk bir kitle bunların etkisi altındadır.

Yüzde 40’lık bir kitlenin de bu berbat zihniyete karşı “uyanık” olduğunu düşünüyorum.

Yüzde 40 artı yüzde 30’u iki taraftaki “sabitler” olarak yerleştirelim ve geriye kalan yüzde 30’luk “belirleyici” kitlenin ne gibi hisler içinde olduğunu, niçin “kararsız” kaldığını anlama gayretine girelim.

Bu gruptakiler, kendilerini tam mânâsıyla boşlukta hissediyorlar.

İktidarın yaptıklarından bazılarına anlam verememek ve muhalefettekilere de güvenememek!..

Bunların küçük bir bölümünde “entelektüel” endişeler öne çıkıyor.

Eğitim ve kültürdeki “değerlerden kopuş”un devam etmesinden, ailenin hızla erimesinden “derin endişeler” duyacak kadar “dışa açık” olan bu kesimin “yüzde 30’da yüzde 10’u” temsil ettiğini söyleyebilirim.

Geriye kalanların büyük bir bölümü, “hane halkı ekonomisini” öne çıkartıyor.

Halkın içinden gelen iktidar önderlerinin seslerine kulak vermediğini ya da seslerinin onlara ulaşmasının “aradakiler” tarafından engellendiğini düşünüyor.

Bunlar içinde uzun yıllar boyunca, bir karşılık beklemeden bu memleket için -kendi çaplarında- büyük fedakârlıklarda bulunanlar da var.

Onlardan bazıları bize ulaşarak, “Dönemler değişse de, daima dönenler hep kazanıyor!” yollu cümlelerle şikâyette bulunuyor…

Vaktinde iktidarın önde gelenlerine düşmanlık eden ve yarın öbürgün şartlar değiştiğinde “saf değiştireceklerinden” şüphe edilmeyen omurgasız tiplerin “el üstünde” tutulduğunu söylüyor.

Bunlara “hane halkı ekonomisindeki” sıkıntılar da ekleniyor.

Bu “pandemi ortamında” her türlü sıkıntıya göğüs germek milli vazife…

Lâkin belli bir kesim “şartların çok iyi olduğu ortamlarda da”, hakları olan nimetlerden istifade edemediklerini düşünüyor.

“iki arada, bir derede” kalanlara yüklenmek, onlardan “kayıtsız şartsız destek vermelerini” istemek de bir yol.

Tabii mesele “netice” almaksa, bunun ne derece sonuç getirici bir yol olduğunu da iyi hesap etmek gerek.

Şüphesiz bu ülkenin yönetimi, siyaseten de mümkün olan en iyi neticeyi almak ister.

Bunu ister ama bazen işler o kadar yoğun ve “çeldiriciler” o kadar çok olur ki…

Dost ile düşman, samimi ile münafık o kadar “iç içe” geçer ki, “belirleyici” kitlenin desteğini alabilmek için gerekenleri bir türlü yapamazsınız.

Böyle ortamlarda, “risk” almasını bilen gerçek aydınların ortaya çıkması ve ülkesi için, milleti için “dost” ikazlarında bulunması gerekir.

Bunu yapacaklar için “yanlış anlaşılmak”, menfaatçi takımının hedefine girmek, yıpratılmak kaçınılmazdır.

Burada sadece 9 köy vardır; 10’ncu köye yerleşmek isteyenler, onu bu “fâni” dünyada bulamazlar!

Mesele bu dünyadaki köylerden birine yerleşmek, yanlış ölçen aletlerin kıymetlendirmelerine göre “muteber” olmak değildir.

Raytingin yüksek olması da değildir mesele, bakın şu “magazin âlemine”, ne raytingler!..

Efendim;

Bir ülkenin bütün “değer sahibi” aydınları “kapalı kapılar ardında” boşanmaların hızla arttığını, evlenmelerin de hızla azaldığını, evlenme yaşının gittikçe yükseldiğini, dede-nine-torunların hızla tükendiğini söylüyorsa…

Bu söylenenleri “alenen” dile getirense iki elin parmaklarını geçmeyecek kadar az ise…

Bir sıkıntı var demektir.

Bu ülke için “helâlinden bir çivi çakan” herkesi sırtında taşıyacak denli seven, bununla birlikte “dost gerektiğinde örselememeye hassasiyet göstererek ikaz edendir” diyen ve buna göre hareket eden “aydınların” işleri elbette zor olacaktır.

Kolay olsaydı…

Nasıl diyelim;

“Oruç” tutmak, belli saatlerde “aç, susuz ve münasebetsiz” kalmaktan ibaret bir eylem olurdu!..

Ramazan-ı Şerifimiz Hayırlı Olsun Efendim.

“Beka” söylemine bir yandan “hak” verirken, diğer yandan da ülkenin “beka”sını ilgilendiren eğitim gibi,