Dolar (USD)
32.33
Euro (EUR)
34.69
Gram Altın
2392.94
BIST 100
10276.88
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

20 Eylül 2023

​Yaz geçti

Yaz geçti. Göz açıp kapayıncaya kadar bir yaz daha gözlerimizin önünden geçip gitti ve şimdi artık sonbahar. Yapraklar ağaçlardan dökülmeye hazırlanıyor, mevsime özgü serinlik gövdeleri sardı, gölgeler artık neredeyse üşütüyor, güneş eski gücünü kaybetti, genellikle bulutların arkasından ya da en azından oldukça geriden dünyayı seyrediyor. Bahçelerde sebzeler hüzünle bakıyor dallarına, her şeyde bir sönüklük, geri çekilme eğilimi, keder duygusu… Meşhur şarkıda olduğu gibi: “Yaprak döker bir yanımız/Bir yanımız bahar bahçe.”

Güzün, diğer bütün mevsimlerden farklı bir tarafı var: İçinde bütün mevsimleri barındıran, hepsini harmanlayıp kenrdisi olmaktan çıkaran inceltici bir geçiş noktası o. Özellikle ekim ayına doğru bir taraftan soğuğa, üşümeye, geri çekilmeye meydan okuyan çimlerin yeşilde diretmesi, öteki taraftan arada bir yağan yağmurla kendini gösteren sarı çiçekler, ancak yeni yeni kıvamını bulan üzümler, incirler, hurmaların dallarındaki sevimli gülüşü ve bütün bunları geçersizleştiren, bu benim mevsimim, benim vaktim diyen sarının o bütün tonlarının elbisesini giymek için yaptığı hazırlık… Ve elbette bunların hepsinin ufkuna yayılmış olan zamanın kaçınılmaz vuruşlarının “kış geliyor, kış” diye söyleyip durduğu çınlama, yerde bir o tarafa, bir bu tarafa, rüzgarın ahengine ayak uydurarak cansız bir ruh gibi savrulup duran kuru yapraklar, artık büsbütün katılaşan, ağır akan sular…

Güz bir geçiş noktasıdır. Geriyi ve ileriyi bütünüyle gösteren bir eşiktir. Öncekileri derleyip toparlayarak sonraya aktaran bir murakabe, bir hesap kitap eşiği… Orada durur ve şöyle düşünürsün: Yaz geçtimi yani? Peki bahar? O bir türlü gelmeyi bilmeyen, gelince de ele avuca sığmayıp bir çırpıda bizi yaza emanet eden karlı dağlar, çağıltılı ırmaklar, kuş sesleri, dünyayı, dışarıdan yumuşak bir dokunuşla büyüleyen bahar geçti demek. Ve yaz da öyle. Terlemeyi özleyen bedenlerimize bir anda ter kokusundan baharı, hatta kışı özleten, meyvelerin olgunlaşmasını sabırsızlıkla beklerken hızlıca güzün hazin ve insafsız kollarına bırakan yaz da öyle… Ve şimdi güz. Doğa artık yaşını daha geride bırakıyor, bir kışa daha hazırlanıyor ve böylece ömür, o kısa rüya uyanmaya biraz daha yaklaşıyor.

Doğa ile insan, mevsimlerle zaman, iç ile dış birbirine nasıl da benziyor, birbirinden nasıl da etkileniyor. Baharını kaşla göz arasında kaybeden gençliğimiz, yazının keyfini daha sürmeden geçen olgunluğumuz, güzünün ayırdına varmak için fırsat kolluyor. Bütün o mevsimler nasıl da birbirinin ardısıra, birbirine benzer şekilde, benzer olaylarla geçip gitti? Ve bir biz, gün, bir an, bir taşın üstüne oturup şöyle diyoruz: Demek böyleymiş, bu kadarmış hayat? Mevsimler ne de kısaymış meğer. Zaman ne de zalimmiş tene dokunur, onu şımartırken bile… Geride kalan her şeyin kelimenin gerçek anlamıyla geride kalması, kendini büyük suskunlukların insafına terk etmesi… Aldığımız her nefesin içine gizlenmiş hesapların, faturaların verdiğimiz nefeste dengeyi kurması… İyiliklerin de kötülüklerin de doğru ve yanlışların, zevklerin de acıların da geride kalması, hiçbir şeyin, hiç kimseye yar olmaması…

Güz, büyük bir sorgulama taşıdır. Oraya oturur, geçmişi ve geleceği birlikte düşünürsün. Yukarıda gök olduğu yerde durur. Güneş, öncesinde kimler için doğmuşsa, senin için de öyle doğar, kimler için, nasıl batmışsa senin için de öyle. Serin bir güz akşamında yukarıda seninle üşüyen yıldızlar kim bilir öncesinde de kimler için öyle parlayıp durmuştur, kim bilir kimlerin gözünün izi vardır onlarda ve kim bilir senden sonra da hangi gözler, nasıl bakacaktır onlara? Sense güz taşının üstünde “yaprak döken yanınla” “bahar bahçe yanın arasında gider gelir, kendini yine orada, o güz taşının üzerinde içine hava doldurulmuş bir deri olarak düşünürsün kendini. Kış gelecek, deriler toprağa, içindeki hava dışındaki havaya karışacaktır. Ellerine bakar, yüzünü gözden geçirir, saçlarına dokunursun ve şöyle dersin: Şimdi, burada böylece olanın, sonrasında, kim bilir ne zaman, nerede böyle olamayışı, öncek toprak, sonra çürük, ardından bir hiç oluşu… Sesler bir hatırlanamaz oluyor zamanın zalim ellerinde. İnsanın bir resimden, soluk bir resimden farkı kalmıyor öldükten sonra. Bizden öncekiler, onlardan öncekiler, öncekilerden öncekiler, şimdi, kim bilir neredeler? Ama burada, bu güz taşının üstünde olmadıkları kesin. Bu mevsimi, bu akşamı, bu yeli yaşamadıkları, şu yıldıza bakmadıkları kesin. Kesin olan bir şey daha var ki, bir vakit, bir güz, bu taşın üstüne oturup o yıldıza bakan için sen bilinmeyen bir mevsimde, bilinmeyen bir yerde olacaksın.

Ve işte güz, bundan dolayı, sadece bunun için bir tahattur mevsimidir. Taş soğuk, yıldızlar uzak, güneş daha uzaktır artık. Bahar ve yaz mı, onlara karışan anılar mı? Hayallerin gerçeklere karıştığı yer neredeyse orada. Gerçeklerin düş ile durduğu yer nereyse orada. Orada, belki de hiçbir zaman olmamış olan, olmayan, olmayacak olan yerde. Dünya bir güz taşı, hayat bir toz bulutundan başka ne ki?