Dolar (USD)
32.34
Euro (EUR)
34.91
Gram Altın
2396.59
BIST 100
10210.05
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

28 Haziran 2023

​Yazar kimdir

Belli sınırlılıklarla doğarız. Daha başlangıçta hem beden hem ruh hem de zihin dünyamız sayısız kuşatma altına girmeyi taahhüt eder. Varoluşumuzun imkanları doğuştan getirdiklerimiz tarafından kısıtlanmakla kalmaz aynı zamanda mekanın ve zamanın insafsızlığına terk edilir. Böylece bir zaman-mekan sentezi olan benliğimiz aynı şekilde zaman ile mekanın kıskacı altında hem içeriden hem de dışarıdan tüketilmeyi daha baştan kabullenmiş olur. Bununla birlikte mekan gövdemizi, zaman ruhumuzu irade üzerinden kendini gerçekleştirmeye, bu dünyadaki amacına uygun bir muhataba dönüştürmeye çağırır ve bir taraftan bedenimiz öteki taraftan ruhumuz genişlemenin, kıvama ermenin, varsa hayata bakışın bir zirvesi, oraya ulaşmanın aracına dönüşür. Yazarın devreye girdiği yer tam da burasıdır: İnsanı geçici de olsa zaman hapishanesinden yürüyüşe çıkarıp zamansızlık iklimleriyle buluşturmak, mekanı genişleterek oraya, hayata zirvelerden bakmanın imkanlarını sunmak ve belli aralıklarla zihnin taşmasına vesile olmak…

Katı bir bilinç ve taşlaşmış bir ruh için hayatın bir anlamı yoktur. Hayata anlam vermek bilincin açılması ve ruhun inceltilmesiyle başlar. Gündelik yaşam eğer bilinci esnekleştirme ve ruhu zarafetle buluşturma aracıları yoksa, bir cisim, bitki veya hayvanın ona bakışından farklı olmaz. Aslında sıradan insanın, hayata katı bilinçle bakan ve ruhu kabalık kabuğuyla kaplanmış, duyuları kapalı veya en azından büyük oranda daraltılmış insanın hayata bakma biçimi de donuktur. Yazar işte burada devreye girer ve hem ruhun hafifleştirilmesinin hem de zihnin işleyişinin aracısına dönüşür. Aslında o yazdıklarıyla bize dünyanın kapılarını açarak bizi insan oluşumuzun imkanlarıyla buluşturur. Var olanı olduğundan daha da güzelleştirmenin yanı sıra, var olan ile olma olasılığı bulunanı yan yana getirir ve belki de hayatımız boyunca hiçbir zaman göremeyeceğimiz pek çok şeyi görmemizi sağlar. Yazar, dünyayla insan arasındaki köprü, bir geçiş noktasıdır. Gözü daha keskin görmeye, kulağı daha dikkatli dinlemeye, burnu daha yakından koklamaya, dudağı daha içten tatmaya, deriyi daha içeriden hissetmeye ayarlayarak dünya bahçesini sonsuz bir estetikle birleştirir, gündelik yaşam rutininin kısa devre yaptırdığı, alışkanlığın körelttiği ne varsa onları topyekun hak ettikleri mevkie iade ederek insanı hayata olduğundan daha sıkı bağlamaya yönelik tasarruflar geliştirir. Yazar, dünyayla insan arasındaki geçiş noktası, bu taraf ile o taraf arasındaki sarsılmaz köprüdür.

Bedeni makine olmaktan, zihni onun buharı, ruhu yağı olmaktan çıkararak ruhun kendini göstermesinin arenasına dönüştürür. Kölesi olduğumuz alışkanlıklardan bizi çıkararak önce yabancılaştırıp açlık oluşturur, ardından o açlığa, ruhun açlığına, yabancılaştırdığı şeyi ikram ederek cevap verir. Böylece yazarın elinde dünya yeniden yoğrulup pişirilerek bir kıvama erdirilir ve insan olma, insan kalma, insanca yaşama alanları müphemlikten berraklığa evriltilir. Bütün bu halleriyle o hem bir ressam hem bir müzisyen hem bir heykeltıraş hem bir şair hem bir din adamı hem de bütün bunları tek bir potada eriterek oradan öncesinde ortaya çıkmamış görüngüler üreten bir büyücüdür. Öyle bir büyücü ki Tanrı’nın yaratarak insana emanet ettiği bütün o şeyleri yoğurarak oradan insan zihninin ve ruhunun pırıltılarının ışıldadığı sayısız sentezler çıkarır. Bizi çaresizce mahkum olduğumuz bu gezegenin dışına çıkarır, ona dışarıdan baktırır, yolun sonunda tekrar başladığı yere bırakır.

Peki yazar kimdir? Onu gündelik hayatın kölesi olan insanlardan ayıran temel çizgiler nelerdir, nelerden oluşmaktadır? O da bedenen, zihnen, ruhen aynı mayanın ürünü olduğuna göre onu diğerlerinden ayıran çizginin çentik noktasını neresi oluşturmaktadır? Her şeyden önce şunu söylemeli: Yazar, tıpkı okyanusların derinliklerinde yaşayan bazı dişi balıkların erkekleriyle hemhal olduktan, neslini garantiye aldıktan sonra onu yemesi gibi, hayatla doğrudan ilişkiye giren, onunla didişip yorgun düşen, o yorgunluktan geriye yaşama dair kalıcı, zaman dışı değerler, duyarlılıklar üreten, ardından onun tarafından imha edilen, yenilen ve öldürülen bir balıktır. O her sabah hayatı biraz daha yakından tanımak için uyanır, duyargalarını sonuna kadar açarak onu anlama yolculuklarına düşer, tahayyülüyle sayısız imaj yaratır ve her akşam yorgun biçimde uykuya dalar. Bütün yapıp ettikleri elbette içgüdüsel olarak kendini tatmin eder ama derinlerde bir yerlerde, içine girdiği mücadelenin yıpratıcı etkileri onu tüketir durur. Yazmayı araç olarak görüp onu ticaretin parçasına dönüştüren sahte yazarları bir tarafa bırakırsak gerçek yazarların gündelik yaşamlarının konfordan uzak, toplumdan ve gündelik hayhuydan azade oluşu biraz da onların bu görünene paralel ikincil dünyanın etkisinde yaşamalarından kaynaklanır. Aynı şekilde gösterişin peşine takılıp huzuru başka insanların izlenimlerinde arayan insanların aksine yazarların tek tatmin noktasının yazılarının olması gerektiği kıvamı bulup bulmadığıdır. Yazarın mutlu olduğu, kimliğini bulduğu, yazar kimdir sorusunun cevap bulduğu tek yer vardır: Tuğlalarının kelimeler olduğu edebiyat metninin kulübesi. Biz yazarı ancak o kulübenin içine girince tanır, o kulübenin içinden bakınca görürüz. Işıklı panolarda, AVM’lerde ve gösterişli salonlarda gördükleriniz yazar değil, onların belki kabuğu, hatta olsa olsa posasıdır.