Dolar (USD)
32.27
Euro (EUR)
34.82
Gram Altın
2410.83
BIST 100
10276.63
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE


Yeni bir medeniyet tasavvuru için hedefe kilitlenmek

Gelişmiş ülkelerde güncel ya da tarihi meseleler konuşulup tartışılarak hal yoluna konulurken geri kalmış ülkelerde bu tür meseleler ya halının altına süpürülür, yokmuş gibi davranılır ya da her konuşulduğunda yeni bir tartışma ve kavganın fitilini ateşler.

Osmanlı Devleti’nin yıkılışından beridir çekildiği topraklarda kurulan devletlerin hemen tamamında yönetimsel, tarihsel, sosyal, siyasal, etnik ve güvenlik ile ilgili problemler devam edegelmektedir. Bu ülkelerden biri de Osmanlı Devleti’nin kurulup geliştiği toprakları ve son yönetim merkezi İstanbul’u elinde tutan, onun tarihsel mirasının yegâne sahibi olarak dünyada kabul gören ve halen kurum ve kuruluşlarını yaşatan Türkiye’dir.

Diğer ülkeler gibi Türkiye de yüzyıllık problemlerinden bazılarını maalesef daha çözebilmiş değildir. Her ne kadar Osmanlı Devleti’nin tarih sahnesinden resmen çekildiği ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ilan edildiği tarihten sonra birkaç kez yeni anayasa metinleri hazırlanmış ya da hazırlanan anayasalarda ciddi değişiklikler yapılmış ise de toplumun genelinin değil, kimi kişi ve grupların “dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez” haklarını garanti altına alan maddeler varlığını korumaya devam ediyor.

Bu nedenle söz konusu bu az sayıdaki kişi ve grupların menfaatlerine dokunan veya hoşlarına gitmeyen her söz, eleştiri ya da itiraz çoğu kez devletin aleyhine yapılmış gibi algılanır ve o şekilde karşılık bulur. Milletin hak ve özgürlükler konusunda kendini rahat hissettiği zamanlarda bir takım provakatif eylemlerin ön plana çıkması veya yapılan samimi bir eleştirinin bağlamından kopartılarak bu tür eylemler için kullanılmasının nedeni de budur.

Böyle zamanlarda söylenen her söz ne yazık ki, fitne kazanının kaynamasına neden olur. Yeni bir tartışma ve kutuplaşma olmasın diye, millet ve memlekete hizmet etmenin dışında herhangi bir beklentisi olmayan alan uzmanları, bilim insanları zülf-i yâre dokunan konulara dokunmaz / dokunamaz. Milletin derdiyle dertlenen ve söyleyecek sözleri olan insanlar böyle zamanlarda yutkunur; hakkı ve hakikati söyleyemez olur veya merhum Mehmet Akif İnan gibi “Doğ ey güneş erit taştan adamı / Ve erit taşları diken elleri” tadında sembolik mısralar söyler. Çünkü bu tür tartışmalar medeniyet kurma iddiasındaki insanların enerjilerini tüketir; gayretlerini ve çalışmalarını değersiz kılar. Rekabet ettiği, mücadele içinde olduğu veya gizli / açık savaştığı mihraklar ve devletler karşısında siyasi, askeri ve ekonomik bakımdan güçsüz bırakır.

Bu yüzden merhum Adil Erdem Bayazıt’ın 1966’da yazdığı “Nehrin yatağını öp sen ey savaşçı / Birikinti gölleri geç apartmanları geç…” mısralarındaki nasihatine uyup bu tür sığ tartışmaları geçmeliyiz. Dünyadaki mazlum ve mağdurların hatırı için hedefe kilitlenmeli; yeni bir gönül medeniyetini kurmalıyız. Bunun için de köklü bir zihniyet değişimine ihtiyacımız vardır. Bu zihniyet değişiminin mimarları Hakk’ın ve halkın hatırını her hatırın ve her şahsi çıkarın üzerinde tutup hakkı ve doğruyu her zaman ve her halükârda söyleme mecburiyetlerinin bilincinde olan, kendisi ve toplumuyla barışık, iyi niyetli, üretken, gayretli ve vicdanlı bilim insanlarıdır.

Devlet ve millet olarak bir taraftan eğitim kurumlarımızda kaliteli insanlar yetiştirip gönül medeniyetinin temellerini atmaya gayret ederken diğer taraftan beyin göçünü engellemeliyiz. Aksine, çeşitli nedenlerle yurt dışına gidip dönmeyen; siyasette, ticarette, sanat dünyasında, sivil toplum kuruluşlarında ve üniversitelerde büyük başarılara imza atan yetişmiş beyinlerimizin memleketlerine dönmelerini her halükârda sağlamalıyız. Bu hususta “şucu bucu” ayrımını yapma lüksümüz olmaz / olamaz. Devletine ve milletine husumet beslemeyen ve aradan yıllar geçmesine rağmen memleketine hizmet etme sevdasını yüreğinde taşıyanlara ancak mihnet borcumuz olur.

Ülkemizin egemenliği; siyasi, askeri ve ekonomik bağımsızlığı; milletimizin refah, huzur ve güvenliği bu hususta göstereceğimiz başarıyla doğrudan ilişkilidir. Ancak böyle bir başarı sonrasında uluslararası ilişkilerde, Sebahattin Ali’nin “Söz söyleyen yoktur sözüm üstüne” mısraını terennüm etme hakkımız ve gücümüz olur.