Yeni küresel proje: 'İslam'ın Çinlileştirilmesi'
Fransız sosyolog Jean
Baudrillard, Simülasyon Kuramı’nda günümüzü açıklamak için “Her şey
görünümlerden ibaret ve cansızdır.” şeklinde bir ifade kullanmaktadır. Bir
diğer deyişle bize izletilen görüntüler bittiğinde ya da onlardan yüz
çevirdiğimizde o görüntülerin ifade ettiği her şey sona ermektedir.
Doğu Türkistan’da
Müslümanların görüyor olduğu zulmün, baskının ve her türlü şiddetin sosyal
medyadaki görüntülerini izledikten sadece bir kaç dakika sonra hız, haz ve
ayartı dünyamıza geri dönüp kendi sahte gerçekliklerimizle yüz yüze
geldiğimizde orada yaşananlar da bizim için bitmiş oluyor. Diğerkâmlık niyetiyle
Doğu Türkistan’ı hayal ettiğimizde ve zulmün tüm çıplaklığıyla orada devam
ettiğini anladığımızda Baudrillard’ın dediği gibi her şeyin cansız ve görüntülerden
ibaret olduğu bir düzenin edilgen üyeleri olduğumuzu yeniden anlıyoruz.
Doğu Türkistan’ın zaman
zaman gündeme gelen haber niteliğinin bizim mahallenin vicdanını kısıtlı bir
süre meşgul etmesi, insan olduğumuzu ve en önemli insani yanımızı ortaya
çıkarmasıyla değerli bulunabilir. Fakat bizim bu romantik bakış açımız, Doğu
Türkistan bayrağını sembolize eden başörtüsüne bulaşan gözyaşlarının her
damlasının aslında şehit edilen Uygur Türkleri’ni temsil ettiği gerçeğini
görmezden gelmemize sebep oluyor.
Onlar, hiçbir zaman
anlayamayacağımız nitelikte ve nicelikte zulümlerle boğuşurken biz, yeterince üzüldüğümüzü
düşünerek, dudak ucu ile yapılan kısa bir dua neticesinde “üstüme düşen
vazifeyi yaptım” rahatlığıyla yaşayabiliyoruz. Bu yüzeysellik, geldiğimiz noktanın
ne kadar acı olduğunu ortaya koysa da bundan daha önemli olan ‘biz’ kelimesinin
ne ifade ettiğini idrak edebilmektir. Gerçekten biz kimiz? Dünya için ne ifade
ediyoruz? İşte bu sorulara ikna edici cevaplar bulduğumuzda yalnızca Doğu
Türkistan için değil dünyadaki tüm zulümleri sonlandıracak bir güce de sahip
olabileceğiz. Aksi halde kolektif şuurumuzun hiç olmadığı kadar zedelendiği bir
çağda bize gösterilen görüntülere kısa, yüzeysel tepki vermenin, önümüze
konulanları tüketmenin, sosyal medyada karşımıza çıkarılan görüntülere “cık, cık,
cık” deyip kafa sallamanın Müslüman yürekleri rahatlatan bir cihat türü olduğunu
düşünmeye devam edeceğiz. Bununla da kalmayıp Kuran-ı Kerim’in binlerce ayetini
bir kenara bırakarak, “Bir zulme
engel olamıyorsanız, onu duyurun.” gibi Müslüman aksiyonerliğini
ikinci plana iten, zulmü kabullenen ve bizi sadece, zulmün duyurulmasının
yüzeyselliğine iten kaynaksız, mesnetsiz ifadelerin peşine düşeceğiz.
Bu durum, yaşadığımız metamorfoz’un
yadsınamayacak şekilde içselleştirilmesine neden olacak: Dünyaya tek başına
meydan okuyacak imana sahip olması gereken Müslümanlar, modern yaşamlarının
ritüellerini, onu icat edenlerden daha fazla ve daha iştahla yerine getirirken
dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşanan zulümlere ‘slogan cihadı’ ile karşılık
verecek.
En son Çin Devlet Başkanı
Şi’nin Sincan Bölgesine giderek “Yetkilileri
İslam’ın Çinlileştirilmesi çalışmalarını daha derinden teşvik etmeye” davet
ettiğinde de bu durum değişmedi. Çin Devlet Başkanı’nın bilinçsizce ve İslam’ın
ne ifade ettiğini bilmeden sarf ettiği “İslam’ın
Çinlileştirilmesi” sözleri, dünyadaki tüm Müslümanları ayağa kaldıracak kadar
büyük bir mana içerse de İslam Dünyası’ndan ‘cılız’ kelimesini utandıracak küçüklükte
ve politik cümlelerle tepkiler gösterilmesi, yaşadığımız durumun vahametini tüm
çıplaklığıyla tekrar ortaya koydu.
Müslümanların şeref ve
haysiyeti Kudüs’te, Doğu Türkistan’da bir avuç Müslüman tarafından kurtarılmaya
çalışılırken ve dünyanın diğer tarafında İslam’ın mirasçısı konumundaki Müslümanlar
her şeyi görüntüler üzerinden yaşayıp cansız bir biçimde yaşamlarını sürdürürken,
“İslam’ın Çinlileştirilmesi”nin aslında tüm Müslümanları hedef alan yeni bir
küresel projenin başlangıcı olduğu gerçeğinin anlaşılması tabii ki beklenemezdi.
Buna rağmen koruyucusu insanlar olmayan ve bizi on dört asırdır diri
tutan, hala diri tutmaya devam ediyor.