Dolar (USD)
32.30
Euro (EUR)
34.71
Gram Altın
2398.43
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE


Yeni Zelanda ve Kendine Yakışanı Yapmak

KALEYDOSKOP

Çok şaşırdım, şok geçirdim ve şaşkınlığımı üzerimden hala atamıyorum. Nasıl olur da tarihinde hiç zulüm yapmamış, geçmişi demokrasinin, insan haklarının, toleransın, hak ve hukukun sayısız örnekleriyle dolu Batı medeniyetinin bir mensubu böylesi bir terör eylemi gerçekleştirir? Nasıl olur da elin El Kaidesi, Daeş’i, Boko Haram’ı, iti köpeği bile bugüne kadar hiçbir kilisenin, hiçbir havranın ve ibadethanenin saldırısında bulunmamışken bu kutsal medeniyetin mensuplarından biri bir ibadethaneyi hem de Cuma günü hem de ibadetin tam ortasında hem de alınları henüz secdeye dokunmuşken, yani duanın zirvesinde, yani Tanrı’nın kucağında, yani dünyanın bütün insanlarına sağlık, afiyet, huzur dileklerinin iletildiği o büyülü anda silahla taradı ve gözünü kırpmadan, soğukkanlılıkla, tereddüt etmeden onlarca insanı hunharca öldürdü, ölümleri tesadüfe bırakmamak için cesetlerin üstünden üç kez geçti?.. Zaten Austwich de Ortadoğu’da, Guantanamo da Afrika’da yer alıyor… Turgut Özben’in dediği gibi, “Bat dünya bat”, yüzlerce yıldır dünyaya özgürlük, refah ve mutluluk getirmiş bir milletin çocukları ansızın terörist oldu. Bırakın terörün kendisini, kavramına bile yabancı olan Batı ahalisini böylesi zor durumda bırakmak yakıştı mı şimdi sana Brenton Tarrant?.. Bugüne kadar Yahudilerin, Hristiyanların, Avrupalıların, Amerikalıların topyekun Batı dünyasının mezhebinden, dininden, ırkından, kültüründen dolayı savaştığı görülmüş müdür hiç? Haşa, sümme haşa, ne demek efendim, Haçlı saldırıları da dünyaya barış getirmek için yapılmadı mı?.. Hiroşima’ya atom bombası kuraklığı ortadan kaldırmak için atılmadı mı?.. İnsanı yaşatmak ve insanlığın geleceğini garanti altına almak için Batı tarafından dünyaya buğdaydan çok silah satılmadı mı?

Sanki ilk defa oluyor. Sanki üç yüz yıldır aynı vahşeti aralıksız yapmıyorlar. Sanki ruhlarında şiddet yok ve sonradan, daha dün ortaya çıkmış. Sanki sadece aralarından birinin, bir meczubun yaptığı kötüymüş, ayıplanacak, kınanacakmış da devletlerinin sistematik olarak yaptıkları masummuş. Sanki şiddet onlarda tesadüfi, bizde sürekliymiş. Sanki ne zaman, nerede ölsek, öldürenler değil ölü bedenlerimiz suçlu gösterilmemiş. Sanki ölülerimizi gömme törenlerine uçakları yukarıdan bomba yağdırmamış, sanki iki dünya savaşında coğrafyamız talan edilmemiş, nüfusumuzdan daha çok camilerimiz, hanlarımız, saraylarımız, kütüphanelerimiz, mahallelerimiz, evlerimiz, bahçelerimiz, mülklerimiz yerle bir edilmemiş. Sanki kitlesel kıyım bitmiş de bireysel şiddet çağı başlamış. Sanki daha geçen ay, ondan önceki ay, ondan bir önceki ay, geçen yıl ve önceki yıllarda müttefik kuvvetler adı altında organize olan ordular belli aralıklarla Libya’da, Suriye’de, Yemen’de, Afganistan’da, Sudan’da yukarıdan aşağı, canlı ayırt etmeksizin alev topları göndermemiş, insanların kemiklerini bile eriten yeni teknolojilerle bu insanlar yakılıp yıkılmamış. Sanki ne zaman, nerede bir vukuat olsa bunlardan bilinmemiş, sanki suçu sabit olana kadar herkesin kendi hakkını savunma ve suçsuzluğunu dile getirme prensibinin tek istisnası olarak önce asılıp sonra yargılanmamış Müslümanlar, sanki hiçbir hukukun kapıdan içeri girmediği ABD hapishaneleri, Guantanamo’lar sadece bunlar için inşa edilip sadece bunların temerküz alanı olarak kullanılmamış, farelerin bile içinde güç bela yaşadığı çağın utanç müzelerinin mezeleri bu insanlar, Müslümanlar olmamış. Sanki birinci Irak saldırısında baba Bush, hava kuvvetlerine hiçbir hedef ayırt etmeksizin Basra’yı bombalama emri verdikten hemen sonra, yani o bombaların dumanı yıkılmış evlerin bacaları yerine çatılarından, duvarlarından, kirişlerinden, çocukların yanık etleri eşliğinde gökyüzüne yükselirken Michigan gölüne gidip gönül rahatlığı ve insanlığın geleceğine olan güven duyguları içinde oltasını suya atmamış, tuttuğu balıkların ızgarasını yerken midesi bulanmış. Sanki Avrupa’nın göbeğinde, üç yüz yıllık demokrasi ve insan hakları tecrübesinden hemen sonra insanlığın aklına bile gelmeyecek olan vahşetlerin en dudak uçuklatıcı örneklerinden biri Avrupa Barış (!) ordusu tarafından yapılmamış, Hollanda askerlerine terk edilen şehirler Sırp askerlerine teslim edilmemiş, on binlerce insan Hitler Almanya’sındaki toplama kamplarına rahmet okutacak soykırımların altına imza atmamış, ardından uyduruk birkaç mahkemeyle birkaç göstermelik mahkumiyetle Avrupa meseleyi kapatıp hayatına kaldığı yerden devam etmemiş. Olmamış, hiçbiri olmamış bunların sanki ve Yeni Zelanda’da ve geçen hafta bir camiye saldırıp tek işleri Tanrı’ya kulluk olan, dudaklarından dökülen tek cümle insanlığın refah ve mutluluğu olduğu bu onlarca insanın soğukkanlılıkla cinayete kurban gitmesi Batı’nın ilk şaheseriymiş gibi. Bu olay, Batı’nın insanlık tarihi üzerindeki vahşet resimlerinin kötü bir kopyasından, çok daha profesyonel ve evrensel cinayetlerinden olsa olsa birkaç gömlek aşağısında, uyduruk bir imitasyondan başka ne ki!..

Avrupa masummuş, çok masummuş, daha dün gündüz gözü Mısır’da darbe yapan yerli işbirlikçilerinin günlerce hedef gözeterek sivil halkın üzerine ateş açanlarını kınamak şöyle dursun, üç gün sonra onların yanında yer almamış ve birbiri ardına gelen idamlarla eş zamanlı darbeci Mısır generalleriyle bir yığın antlaşmanın altına imza atmamış, aslında Yeni Zelanda’dakinin benzerlerine her gün tanık olduğumuz İsrail katliamlarına gözlerini sonuna kadar kapatmamış. Amerika da masummuş, baksanıza, o masumiyeti bulaştırdığı Afganistan o gün bugündür ne kadar da müreffeh! “Suriye’de kimyasal gaz kırmızı çizgimizdir” deyip Zalim Esad’ın attığı kimyasal sonrası haşerat zehrinden odanın şurasına burasına dökülmüş böcekler ölüleri gibi çıplak çocuk cesetlerin yan yana balık istifi yapıldığını ve buna gelişmiş dünyanın sadece seyirci kaldığını ne çabuk unuttuk? Kaddafi’nin memleketinde güller açıyor, yanına aldığı satılık Suudilerle beraber Ortadoğu’nun dertlerine derman oluyor. Uğradıkları topraklar karış karış suya kavuşuyor, çölün ortasında sayısız hurma bahçeleri inşa ediliyor, susuzluğu, kolerayı nasıl da bitirdiler Yemen’de?..

Neye şaşırıyoruz ki? Birkaç ay önce aynı zihniyet kendi vatandaşını devlet eliyle kasaplar eşliğinde doğrayıp etini kemiğinden ayırmadı, poşetlere doldurmadı mı, talimatı CIA vermedi mi, bütün kusursuz cinayetlerin teorisini ABD yapmadı mı, yapmıyor mu? Suçun ortaya çıkacağı görülür görülmez kanıtları ortadan kaldırmak için Orwell’ın 1984’de bahsettiği ‘insanları buharlaştırma’ yöntemi kullanılarak et parçalarının üzerine asit dökülüp Kaşıkçı’nın cesedi buharlaştırılmadı mı? Üç gün sonra olay sorulduğunda Yeni Zelanda katliamcısının amcaoğlu Trump “bu olay bizim ilişkilerimizi zedelemez, silah anlaşmasına devam edeceğiz.” demedi mi? Amerika’nın keşfinde kıtaya griple gidip yerli halkı yerle bir eden, kıtadan altın alıp Avrupa’ya dönenlerin torunları değil mi bunlar? Afrika’ya İncil götürüp Avrupa’dan köle getiren sanayi devriminin çocukları değil mi bunlar? Her eve bir çıkrık deyip kapitalizme direnmek için yerli dokuma hamlesi başlatan Hindistan’da çıkrıkları çeviren yüz bin sağ eli kesip toprağa gömenlerin kardeşi değil mi bunlar?

Neye şaşırıyoruz ki? Zaten her an, her yerde, her vesileyle ellerinde ölüm çubuğu dünyanın bütün yuvalarına dalmıyorlar mı? Neye şaşırıyoruz ki kendilerinden bir kişi öldüğünde Charlie Hebdo yürüyüşü yapıp ötekilerden her gün yüzlercesi öldüğünde gülüp geçmiyorlar mı? Peygamberlerini çarmıha gerip sonra inanan, sonra da insanlığı çarmıha germenin sayısız yöntemini bulan bunlar değil mi? Herkes kendine yakışanı yapıyor işte! Kimi ölüyor, kimi öldürüyor, kimi de seyrediyor. Ve hepsine de yaptığı yakışıyor. Biz mi? Elbette kendimize yakışanı yapıp Kitab’a uymaya devam edeceğiz. Dünyanın geleceği nefretle kurulmaz deyip o camilere yine gidecek o camilerden yine insanlara dua edeceğiz. Tam da o an hayallerinde bizi öldürmek olanlara bile hidayet dileyeceğiz… Öldürmek değil bize yaşatmak yakışıyor çünkü…