Yeniden düşünmek...
Optimar'ın 2019'da yaptığı ankete göre Türkiye nüfusunun %89,5’u kendini Müslüman olarak tanımlıyor.
Tabi ki tam olarak bu oranı, tek tek tüm vatandaşlara bile
sorsak gerçek manasında ortaya çıkarmak mümkün değil.
Yani “kalplerdekini yalnızca Rabbimiz bilir” demekle ve
kendini Müslüman olarak ifade eden herkesi dinimizin de gereği olarak öyle
kabul etmekle mükellefiz.
Müthiş bir oran bu karşımızdaki. Aynı dine inanan ve dünya
ile ahiret hayatı için bu dinin kural, emir, yasak ve isteklerine tabi olmaya
inandığını ifade edenler tarafından oluşturulan hemen hemen 75 milyonluk bir
insan topluluğu. Her ne kadar siyasi, ameli veya itikadi meselelerden ötürü
çeşitli iç bölünmüşlükler olsa da aynı Allah, Peygamber ve Kitap’a inanan muazzam
bir birlik.
Fakat bu toplulukla alakalı karşımıza çıkan bir başka önemli
oran var ki bu yazının da asıl merkezinde o var. Topluluğumuzun sadece %5’i
şimdiye kadar en az bir defa olmak üzere Kitabımızın mealini okumakla
ilgilenmiş. Yani Yaratıcısından gelen mesajı parça parça, herhangi bir bütünlük
içermeyen şekilde, çeşitli ağızlardan duymayı; birebir metin olarak önce baştan
sona okumaya, sonra da hangi sebeplerle bu mesajların geldiğini kavramak adına
tefsirlere yönelerek iyice anlamaya tercih etmiş.
Dünya ve ahiretimiz yani sonsuzluğumuz adına doğrudan
Yaratıcı’dan geldiğine inandığımız bir mesaja nasıl oluyor da böyle bir muamelede
bulunuyoruz, anlamak mümkün değil.
“Yaratıcısı, ahireti, varlığı, sosyal görevleri hakkında
düşünmesi gereken on 75 milyon insanın mesajı okumadan bunları nasıl be ne
denli doğru yapabilir” diye düşünüp kendime sorduğumda cevap bulamıyorum.
Bunları düşünmeyen bir toplumun bilimden, siyasete,
ekonomiden, edebiyata, sanattan sanayiye başarılı olması aynı şekilde mümkün
olmadığı gibi, başaramayanların bunu başarabilip kendine doğru ya da yanlış
fark etmez bir yol çizip, bu yolun gösterdiği istikamette samimiyetle
yürüyenlerin, yolları doğruysa gölgesinde, yoları doğru değilse baskısı ve
zulmü altında kalmaları da dünya tarihinin bize defalarca gösterdiği çok net
bir sonuç olarak karşımızda duruyor.
Bizim medeniyetimiz Batı’nın en karanlık dönemde olduğu bir
zaman aralığında bunu başarıp, istikametinde yürüdüğü doğru yolda gölgesine
diğer medeniyetleri almış, dünyayı değiştirmeye muvaffak olmuş fakat daha sonra
Kitabımızın oku ve düşün emirlerini terk etmesi üzerine gücünü yitirmiş, en
nihayetinde Batı’nın gerisine ve zulmüne düşmüş bir medeniyet.
Batı’nın Kitabına kendi dilinde yönelmesi, bunun için onları
kitaplarından uzak tutan dinamiklerle savaş vermesi sonrası ortaya çıkan
“Kitaplarının resmen menfaatler uğruna tahrif edildiği gibi kendilerine anlatılanlarla
tahrife rağmen Kitabın içinde yazanlar arasındaki farklılığı” gerçeği, onları
Kitaplarını terk etmeye ve dinlerini düzenleyici bir üst kimlikten tülden ince
bir kültürel değer olarak kabul etmeye sürükledi. En nihayetinde de bir önceki
yazımda ifade ettiğim üzere “Tanrı Öldü” noktasına, yani asırlarca siyasi ve
iktisadi menfaatler uğruna tahrif ettikleri dinlerinin var olduğunu iddia
ettikleri tüm hayali sütunlarının yıkılışına ulaşıp her şeyi inkar yoluna
saptılar.
Tahrif edilmiş dinlerini yine bir nebze olsun halkların
kontrolünde ya da birlikte tutulmalarında bir harç olarak kullanmak için
yadigari bir kültürel bir ananeye çevirip yollarının kenarına çektiler. Yeni
dinleri “Akıl” olunca hızla vicdanlarının yerini de nefisleri, ihtirasları
aldı. Yeni tuttukları yola öyle ihlasla sarıldılar ki Sünnetullah gereği
ahiretleri berbat olsa da bu dünyada güçlü olmayı başardılar ve önlerindeki tüm
medeniyetleri baskı ve zulümle kontrol altına aldılar.
Bu yolculukta en önemli iki aktör tabi ki de bilim ve ekonomi
oldu. Birbirini besleyen bu iki güç insanın iç dünyasını sömürmekle iş gören
bir canavara dönüştü ve tüm dünyayı emrine soktu.
Biz Müslümanlar da bu canavarlar medeniyetine tahrif
edilmemiş Kitabımızın ışığında düşünerek, anlayarak, kavrayarak bir yol
haritası oluşturup, yeniden bilimde, sanayide, ticarette, sanatta, siyasette
vb. her alanda önde gelen adil ve insani medeniyet oluşturmak varken onlara
özendik. Katilimize aşık olduk.
Gördüğünüz üzere iki asırdır bu kafan çıkamadığımız, başka
alternatif yok sandığımız için de başarısızlığımız devam ediyor.
Bu kafadan çıkmanın ve alternatif üretmenin tek yolu
düşünmekte… Hani şu okumadığımız ama içinde yazan her şeye iman ettiğimizi
iddia ettiğimiz Yüce Kitabımızın 700’den fazla ayette bizi sevk ettiği düşünmek
fiilinde…
Bilimi, ekonomiyi, ticareti, sanatı… hepsini yeniden
Kitabımızın ışığında düşünmemiz lazım. Aksi takdirde bu cendereden çıkış yok.
Hele ki onların bu sistemi ayakta tutan en büyük iki faktöründen biri olan
ekonomi alanında “yeniden düşünmeden” asla başarmamız mümkün değil!
Arkamızda bıraktığımız müthiş bir tarih var. Bunu daha önce
başarmıştık. Tekrar başarmamız zor olsa da mümkün. Batı nasıl Antik Yunan’a
dönüp her şeyi en baştan ele alıp bu noktaya ulaşmayı başardıysa biz de altın
çağımıza dönüp, ders alıp, kullandıkları yol haritasını günümüz dünyasına
uyarlayabilir ve gerçekten bu mesele hakkında ıstırap çekecek kadar samimiyetle
düşünür ve aksiyona geçersek başarabiliriz…