Dolar (USD)
32.18
Euro (EUR)
35.00
Gram Altın
2499.16
BIST 100
10643.58
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

10 Kasım 2019

Yine bir 10 Kasım

Vefat yıldönümünde hep birlikte andığımız Mustafa Kemal Atatürk’ün Cumhuriyet tarihi boyunca gördüğümüz pek çok devlet adamından farklı özelliklere sahip olduğu aşikârdır.

Giyiminde, kuşamında, duruşunda, yabancı devlet adamlarıyla temaslarında ortaya koyduğu duruşta Osmanlı’dan Cumhuriyet’e taşıdığı kıymetlerin izlerini görebiliyoruz.

Osmanlı’dan miras güzellikler.

Rahmetli Dedem Hacı Kadri Arseven, tam mânâsıyla bir “Osmanlı Beyefendisi”ydi.

Vefat ettiğinde 11 yaşındaydım, son yıllarında “etrafındaki” tek torun olarak “aklım erdiğince” yakından tanıma imkânı buldum.

Kılık kıyafetine çok dikkat ederdi; boyasız ayakkabı, ütüsüz pantolonla dışarı çıktığını hatırlamam…

Berberi, terzisi belliydi, her önüne gelene “güvenmez”di.

Etrafıyla ilişkilerindeki “üslup” hassasiyeti dikkatimi çekerdi, Rahmetli Babaanneme toplum içinde “ismiyle” hitap etmezdi.

“Hanımefendi” derdi.

Çok okurdu, okuduklarını benim de okumamı isterdi, “vazifemi” yerine getirip getirmediğimi de ince sorularla kontrol ederdi.

Onun yanında “çocuk” olamazdım, “şımarıklık” yapmamı hoş karşılamadığını gösterirdi.

Cebimde misket taşımama tahammül edemezdi.

Bana “boşuna harçlık” vermezdi.

Bir “işe” gönderirdi, mesela “süt almaya”, harçlık ondan sonra.

Osmanlı’nın son dönemindeki belli başlı devlet adamlarından çoğu ile arkadaşlığının olduğunu “etrafındaki yaşlılar” söylerdi, kendisi bunlarla övünmezdi.

Politikacılara yakın durmazdı, onların “değişkenliklerine” tepkiliydi.

İyi bir “ticaret adamı”ydı, sattığı malın artısını eksisini olduğu gibi söyler, “kasaba tâciri” ağızlarına hiç müracaat etmezdi.

“Alışverişi tonla olan müşteriye de, gramla olan müşteriye de aynı saygının gösterilmesini” tavsiye ederdi.

O yıllarda 90 yaş civarındaydı, tığ gibiydi ve merdivenleri ikişer ikişer çıkardı.

Az yer, çok hareket eder, yağ tutmazdı.

Kendisiyle “müzelere”, “tarihi camilere” ve bazen de “kiliselere” gittiğimizi hatırlarım.

“Hristiyanlığa bulaşan hurafelerden” bahsederdi.

“Bizi de esir alıyor hurafeler!” derdi.

Birkaç kilometrelik mesafeleri mutlaka yürüyerek kat ederdik, daha uzun mesafeler için de taksi kullanırdık.

“İsraf etme, gerektiğinde de harcamaktan çekinme” dediğini hatırlarım.

“Herkesle arkadaşlık yapmamam” da tavsiyelerindendi, “Boş insanlar beynini zımparalar!” dediğini hatırlarım.

Ve “Birine hak ettiğinden fazla kıymet verirsen, günün birinde muhakkak başına pisler!” dediğini.

Onun için “kitap okumayan”, yarı yarıya “boş” insandı.

“Tembellere” çok kızardı, radyodaki “yeni” şarkıları küçümserdi;

“Şuna bak, âşık olmuş, ölmüş, bitmiş, mahvolmuş! Her şarkı uyuşturucu tesirinde!” derdi.

Oturuşunda, kalkışında, yürüyüşünde, giyiminde, kuşamında, mendilini çıkarışında, eşyalarını yerli yerine koyuşunda, duvardaki tablolarında, ayakkabısını bağlayışında hep bir “Osmanlı Zarafeti” vardı.

Mustafa Kemal Atatürk’ten de bu havayı alıyoruz.

Cumhuriyet’i “1923’ten başlatan” köksüz “çağdaş devrim yobazlarının” anlattığı Atatürk ile gerçek Atatürk arasında çok fark var.

Öte yandan, Atatürk’e, “Kemalizm İdeolojisi”ne duydukları tepkiden dolayı “ağır” hücumlarda bulunanları da biliyoruz.

Gelişmemiş veya gelişmekte olan ülkelerde, devlet yöneticilerini “göklere çıkartmak veya yerin dibine batırmak” çok görünür hallerdendir.

Gelişmişlik düzeyi arttıkça kahramanların ve yerin dibine batırılanların sayılarında azalma olduğunu görürüz.

Gelişmişlik düzeyi arttıkça “takım oyunu” öne çıkar, düştükçe “bireysellik.”

Gençliğimizin ilk yıllarına kadar etrafımızda, Mustafa Kemal Atatürk’ü “ilâhlaştırma” çabalarına şahit olduk.

Bunlar Atatürk’ün hiç hazzetmediği işlerdi oysa.

Dedem, Mustafa Kemal Atatürk’ün “Büyük Bir Lider” olduğunu söylerdi ama bazı noktalarda “hatalar” yaptığını dile getirmekten de çekinmezdi.

Bazı aile büyüklerim ise, Mustafa Kemal Atatürk’ün ruhunun geceleri at sırtında Ankara’yı dolaştığını ve Cumhuriyet’e sahip çıkılıp çıkılmadığını kontrol ettiğini söyleyecek kadar ileri giderlerdi.

Sonraki yıllarda…

Gençliğimin ilerleyen dönemlerinde, Atatürk’ün yaptıklarına tepkilerin ifade edildiği kitapları da okudum, konuşmaları da dinledim.

Oralarda ifade edilen gerçekler vardı ama bazı noktalarda hakkının yendiğini, tıpkı Kemalistlerin yaptığı gibi Atatürk’ün “olmadığı şekilde” anlatıldığını gördüm.

“Taraftarlar” ve “karşıtlar” arasındaki ideolojik/politik çekişmenin “simgesi” haline getirmişlerdi Cumhuriyet’in Kurucusu’nu.

Bu bakımdan Kemalistler de, karşıtları da genellikle “MuhafazaKÂR” tepkiler ortaya koyuyorlardı.

Mustafa Kemal Atatürk, Osmanlı terbiyesi almış, “Saray”a çok yakın olduğu dönemlerde bir “Sultan”a âşık olmuş, aşkına karşılık bulamamanın acısını yaşamış, duygularıyla mantığı arasında muvazene oluşturmaya çalışmış, korkularıyla ümitleri arasında gidip gelmiş…

Dönemin “dil ve kelime” zenginliğinden birçok Osmanlı Devlet Adamı gibi “karar verme” süreçlerinde istifade etmiş…

Bazen Osmanlı’nın, bazen de Batı’nın “üstünlüklerinden” etkilenmiş, “Reel-Politik” gereği bir takım manevralar gerçekleştirmiş…

Bazen çok isabetli kararlar vermiş, bazen yanılmış…

“Dost” bildiklerinden darbe yemiş, “Beni Türk Hekimlerine Emanet Ediniz!” özdeyişiyle etrafındaki “yabancı tezgâhlarına” işaret etmiş, “gönlüne göre bir yâr bulamamanın” acısını gizleyememiş bir “insan”.

Bir Büyük Devlet Adamı.

“Yerli sanayinin” kurulması için büyük gayretler göstermiş ve bu gayretlerinden dolayı bir vakitler kendisini öven övenlerin hücumlarına uğramış…

Bir Büyük Devlet Adamı.

Onu “Kanunla korunmaya muhtaçmış gibi” gösterenler de, her fırsatta “hatırasına” hücum etmeye çalışanlar da yanlış yoldalar.

“Tarihimize mal olmuş devlet adamlarımızdan bazılarını göklere çıkartmak, bazılarını da yerin dibine batırmak” sorumluluktan kaçmaya…

Marifeti de, kabahati de “ölmüşlere” yüklemeye mâtuf tavırlardır.

Devlet büyüklerimizden birinin marifetlerini sıralayan kişinin yapması gereken, “Peki ben ne haldeyim, geçmişteki birini bu kadar öven ben, neler yapıyorum?” sorgulamasına girişmektir.

Tarihteki birinin “yanlışlarına” işaret eden bir başkasının yapması gereken ise “ders çıkarma” çabasına yönelmektir.

Tarihi övgü, sövgü ve politika malzemesi olmaktan kurtarabilsek ne iyi olacak!..