Dolar (USD)
32.25
Euro (EUR)
34.78
Gram Altın
2405.17
BIST 100
10329.41
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

13 Haziran 2019

YÖK ile MEB’in ihtilafı veya asıl acıklı olan ne?

Rivayete göre padişah, vezirini imtihan etmek istemiş: "Öyle bir durum oluşturacaksın ki, özrün kabahatinden büyük olsun" demiş. Bunun üzerine vezir, zamanını kollamış, padişahın arkasından yaklaşarak ona bir çimdik atmış. Padişah, hışımla geri dönüp, "Bre gafil bu ne iş?" diye onu haşlayınca, cevabı yapıştırmış: "Kusura bakmayın padişahım. Sizi Hanım Sultan sandım." Böylece, "özrü kabahatinden büyük" bir durum ortaya çıkmış ve vezir, padişahın takdirine mazhar olmuş. Eğitim bahsinde memleketimizde böyle bir imtihan tertip edilmediğine göre MEB ile YÖK arasında ‘Yeni Ortaöğretim Sistemi’ dolayımında yaşadığımız ‘özrü kabahatinden büyük’ durumu ne yapacağız? Memleketin kahir ekseriyeti gibi ortada hiçbir şey yokmuş gibi davranmak da pekâlâ mümkün tabi. Hiç konforunu bozmadan, bir varlık alameti, bir yaşam belirtisi göstermeden pürüzsüz şekilde devam edebiliriz.

Ya da bizi muhatap alan ve içeriği ve organizasyonuyla bizi aşağılayan bu duruma kendimize olan saygımızı muhafaza için en azından bir şey söylememiz gerekiyor. Neydi mesele? Tekrar etme pahasına da olsa yinelemekte fayda var. Hatırlanacağı üzere MEB Bakanı büyük bir organizasyonla ‘Yeni Ortaöğretim Sistemi’ni tanıtmıştı. Slaytlar hazırlanmış, MEB’in üst düzey bürokrasisi salonun ön sıralarını doldurmuş, eğitimciler, öğrenciler yerlerini almış, öğrenciler yeni sistemi uygulamalı göstermiş, çoğu TV kanalı toplantıyı canlı olarak sunmuştu. Güzel! MEB Bakanı başarılı bir performansla herkesle görüştüklerini, herkesin görüşlerini aldıklarını, ilgili olanlarla birlikte çalıştıklarını, yeni sistemin hem temel eğitim ve okul öncesi hem de yükseköğretim ile ilgili uyarlamalar gerektirdiğini ve bunun yapılması içinde hazırlıklarının devam ettiğini açıklamıştı. Buraya kadar her şey makul, her şey yerinde!

Eğitim sistemimizi köklü bir değişime uğratan ve kendisini de doğrudan ilgilendiren bu düzenleme karşısında YÖK kamuoyuna bir değerlendirme yapma gereği duymadı. Katıldığı bir iftar programında basın mensuplarının ısrarlı soruları karşısında YÖK Başkanı yeni sisteme ilişkin yükseköğretimde ne tür değişiklikler yapılacağını söylemek yerine bu değişikliğin gerekliliğini sorguladı. Herhangi bir işbirliği içinde olmadıklarını, bu düzenlemenin bilimsel ve pedagojik gerekçesine vakıf olmadıklarını, eğitimbilimcilerden bir ekip oluşturup MEB’in açıkladığı yeni sistemi değerlendireceklerini ve gerekirse faydalanması için MEB ile paylaşacaklarını belirtti. Gören de birbirinden bağımsız, birbiriyle ilişkisi olmayan iki farklı insan/kurum beyanat veriyor zannediyor. Oysa bu iki insanın/yapının birbirini etkileyen, birbiriyle kesişen görev ve sorumlulukları var. Nasıl olduysa bu önemli memleket meselesinde toplum olarak garip bir durum görmedik veya görmemeyi başardık. Allah’tan Ziya Selçuk YÖK Başkanı’ndan gelen bu çıkışı cevap vermeye değer buldu. Sayın Bakan verdiği cevapta şunları söylüyor YÖK Başkan’ına: “Biz Bakanlık olarak bürokratik kültür ve nezakete sahip bir kurumuz, kanunlarla bize verilmiş yetki ve sorumlulukların da farkındayız. Şunu sormak lazım: Yükseköğretim Kurumları Sınavı'nda Milli Eğitim Bakanlığının öğretmediği veya belirlemediği kazanımlardan sınav yapabilir mi?"

Cevapta bürokratik kültür ve nezakete, yetki ve sorumluluğa vs. vurgu yapılması güzel de mevzu sanki başkaydı ama. İşbirliği, eşgüdüm, koordinasyon, ‘bütünleşiklik’, paydaşlık, birlikte inşa etme vs. Bütün bu yaşananları bir araya getirdiğimizde şöyle bir şey var. Bir tarafta boyası-badanası itinayla yapılmış bir söylem var. Diğer tarafta ise tüm sevimsizliğiyle çıplak gerçek var. Çıplak gerçeği görmek yerine boyalı-badanalı söyleme meftun olmaya devam etmek isteyenleri tatlı uykularından uyandıracak tesirde bir ilaç henüz keşfedilmiş değil. Ancak açık ki iddia edilen ile yaşanan arasında bir uçurum var ve bu uçurumu kapatmaya dönük dile getirilenler bırakın uçurumu kapatmayı uçurumun var olduğunu ancak yasal mevzuat gereği (MEB’in kazanımlarına göre YÖK’ün sınavını belirlemesi gerektiği) bu uçurumun kapatılması gerektiği söylüyorlar.

Açık konuşmak gerekirse normal bir ülkede, normal bir kurumda ciddi bir kriz gerekçesi olan bir durumun bizde bu kadar sıradan, bu kadar normal karşılanması başlı başına bir ciddiyetsizlik örneğidir. Bu mesele hem kurumsal işleyiş, eşgüdüm açısından vahimdir hem de ülkenin en önemli meselesinde yapıldığı söylenen köklü bir değişikliğin yapılışı, yürütülüşü itibariyle vahimdir.

Bu ülke insanının yani bizlerin, hepimizin yaşadığımız bu hadise üzerinden alenen aşağılanmamızı, tahkir ve tezyif edilmememizi hiç saymıyorum bile. Biz toplum olarak ne haldeyiz ki bu tarz muamelelere bu kadar kolay muhatap kılınabiliyoruz? Bir varlık alameti, bir yaşam belirtisi göstermeyen, hatta bu yönde bir çabadan ısrarla kaçan bir topluma bu yönde muameleyi reva görenleri suçlamak için elimizde pek bir gerekçemiz yok. Çünkü duruşuyla, vaziyetiyle böyle bir muameleyi hak etmediğini, böyle bir muameleyi kabul etmediğini bırakın söylemeyi en ufak bir rahatsızlık emaresi bile göstermiyoruz. Hal böyle olunca ‘özrü kabahatinden büyük’ açıklamalar yapmak da zannedildiği gibi sorun filan olmuyor etkililer/yetkililer için. Kabahatiniz de oluyor, ardından özrü kabahatinden büyük durumlarınız da oluyor, olabiliyor. Sorun değil! Bu sorun üzerinden iki kurumumuzun yaşadığı ayrılık onların acıklı durumlarına değil bizim yarınlarımızı, bizim çocuklarımızı ilgilendiren bir alanda bizim içeriksizliğimize, ciddiyetsizliğimize ve lakaytlığımıza ışık tutuyor. Asıl acıklı olan bu!