Dolar (USD)
32.33
Euro (EUR)
34.69
Gram Altın
2392.94
BIST 100
10276.88
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

16 Nisan 2019

Yoldaki taşı alıp kenara bırakmak!


“Goygoycu saldırılarına” hedef olma pahasına gündemimize aldığımız “uyarılar”, kadim okuyucularımız tarafından dikkatle takip ediliyor…

Yazılarımızı en ince ayrıntılarına kadar okuduklarını, “nice tedbir paketine sararak” vermeye çalıştığımız mesajları aldıklarını gösteriyor ve bu hattan devam etmemizi istiyorlar…

İyi olur inşallah.

“İkaz”larda bulunmamızı takdirle karşıladıklarını ifade eden okuyucularımızdan, “Açık yaz, açık konuş; isim isim, adres adres yaz ve konuş!” yollu tepkiler de almıyor değilim.

Güzel söylüyorlar da…

“Bünye”yi kuşatmaya çalışan “rantçı” kafaya isim ve adres vererek tepki gösterdiğimde, işaret ettiğim menfaat gruplarının topyekun hücuma geçtiklerini bilen çok azdır.

Acayip saldırılar, acayip “yol kesme” operasyonları geliyor, derdini kimseye anlatamıyorsun…

Mukaddesata yönelik saldırılar karşısında “sessizliğe” bürünen “menfaat organizasyonları”, mesele kendi çıkarlarını tehdit eden bir “aydınlatma” faaliyeti olunca öyle hırçınlaşıyor ve pençelerini öyle uzatıyorlar ki, “fitne” ortamında bir, iki adım geriye çekilmekten başka bir çare bulamıyorsunuz.

Bir vakitler böyle değildi işler; 28 Şubat sürecinde saflar neredeyse net bir şekilde ayrılmıştı ve biz bulunduğumuz mevkide, zalimlere karşı mazlumların hakkını savunuyorduk.

Bugün durumlar çok farklı, Sayın Cumhurbaşkanı’nın ifadesiyle “At iziyle it izi karışmış” durumda, ne ittifak modelleri görüyorsunuz, kimin eli kimin cebinde belli değil.

Bu durum elbette her bünyeyi sıkıntıya sokuyor, böyle bir ortamda da olan “güven” duygumuza oluyor.

Herkes en iyi kendisini bilir; 28 Şubat sürecinde güven duyduklarımın sayısı çok daha fazlaydı, zaman içinde elene elene kaç kişi kaldı bilmem, çok değil, hiç de çok değil.

Nice darbe yedi memleket, ama en büyüğünü “FETÖ fitnesi”nden yedi şüphesiz…

Hiç şüphesiz!..

***********************

ANLAM ÇERÇEVESİNİN İÇİNİ DOLDURMAK

Bu her yerde böyle, kafaların arkasında tilkilerin dolaştığı bir süreçte hangi kavramı nereye oturtacaksın, yaptıklarının “anlam çerçevesini” nasıl çizeceksin, o çerçevenin içini nasıl dolduracaksın?..

Öncelikle bu mesele, güven meselesi…

“Yerlilik ve millilik” güzel kavram ama yetmiyor, “beka meselesi” gerçek ama yetmiyor, içi dolmuyor…

Büyük şairlerin büyük şiirleri alandaki görüntülere çarpıyor, insanlar mutlaka ama mutlaka “güzel misaller” arzu ediyor.

Buralarda sıkıntı var; konuştuğum gençler, ruhlarına huzur veren “güzellikleri” görmekte güçlük çektiklerini ifade ediyorlar, bunların bir bölümü elbette “algı operasyonunun” etkisiyle söyleniyor ama tamamen temelsiz de değil…

İnsanlara “dil lisanı” ile bir şeyler söyleyebilir, çok güzel konuşmalar yapabilirsiniz…

Ama sonucu belirleyen “hâl lisanı”dır, insanlar “yaşanan güzelliklere” kıymet verirler…

Sabahtan akşama kadar “bal, bal, bal” deseniz anlam ifade etmez, “bal”ın şifasını alabilmek için tahta kaşığı daldırıp yemek gerek…

O balın damarlarda dolaşması; bütün hücrelere “güç” vermesi gerek.

İlle de fiiliyat, “Yaşayan Kur’an.”

Bir vakitler mahallelerimizde bizlere hal ve hareketleriyle örnek olan nice büyüğümüz vardı, şimdi de var mutlaka ama neredeler, mahalle kalmadı ki o büyükleri görelim…

Anlam çerçevesini oluşturmak ve o çerçevenin içini doldurmak; “Yaşayan Kur’an”dan izler, öyle güzel şahsiyetler…

Elbette niceleri var ama görecek göz ister; “hırs”lar ve “günlük telaşlar” görüş açımızı kapatmasa, görür müyüz acaba?..

“Bir kavme karşı kininiz sizi adaletsizliğe sürüklemesin” hükmünce adalet…

Hayvancağızlara zulme isyan edecek, uykularından olacak kadar merhamet…

Dostlara huzur, düşmanlara korku verecek kadar azâmet.

Bütün kavramları yerli yerine oturtmak gerekiyor, bütün kavramları; “bereket” bir “sigorta” meselesine karşılık gelmemeli, hayatımızı bereketlendiren güzelliklere yönelmeli mesela…

Faize kılıf aranmamalı, “dua”lar kabul mü olur, haram var ise…

“İsraf…”

Yok olmaz, bu israf nice zarar verdi ve “gösteriş” tutkusu, “El âlem ne der!” hassasiyeti, bunlar çok görünen ve çok götüren…

Milli mi, piyango da Milli, hâlâ, eğitim sistemimiz kadar milli…

Makamlar; ne çok başkan, ne çok müdür, ne çok unvan var ve unvanları üstünlük vesilesi olarak kullanan…

Bir “ilçe” başkanı geliyor, açılın…

Olmaz!..

Müdür!..

Müdürse müdür, Allah hayırlı işler nasip etsin.…

“Ali öncelikle Ali midir, yoksa Müdür Ali Bey midir?”

Nice dost bilirim, bir makamdayken ohooo itibar bin beşyüz, makam gidince arayan soran çok az, hiç yok değilse de…

Bir de bizde şu var:

Ne vakit neyi eleştirsen, neye tepki göstersen;

“Ya kardeşim sırası mı şimdi?” diyen bir zihniyet ortaya çıkıyor.

Salı sallanır, çarşamba çarşafa dolanır, perşembe zaten perişan!..

Cuma da mübarek gün, hafta sonu zaten söylenmez, haftanın ilk günü de “Pazartesi Sendromu!”

E, geldik gidiyoruz…

Gittik, gelemiyoruz…

Ne olacak?..

Öncelikle, “iyi insan” olacağız, iyi insan…

Nereden mi başlasak?..

Mesela, yolun ortasındaki taşı birinin başına bela olmasın diye kenara alsak…

Oradan başlasak…

Devamı gelir inşallah…