Dolar (USD)
32.28
Euro (EUR)
35.00
Gram Altın
2473.72
BIST 100
10541.78
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

30 Ağustos 2018

Zenon, Özel veya en azından iki kişi olduğumuzu anlayalım

Rivayet odur ki filozof Zenon, bir öğrencisiyle konuşuyormuş. Hangi konuda neyi nasıl konuşursa öğrencisi sürekli onu onaylıyormuş. Nihayet filozofun sabrı tükenmiş ve şu önemli uyarıyı yapar: Hiç olmazsa bir kere itiraz et, başka bir fikir söyle de iki kişi olduğumuzu anlayalım. Değişik versiyonları olan hikaye, özetle bu şekilde. Hikaye, esas itibariyle ittifak etmeyi, birilerini tasdik etmeyi, birilerine katılmayı eleştirmiyor. Aklını kullanmamayı, çekincesiz bağlanmayı, kendini anlamsız, önemsiz, değersiz, etkisiz kılan ilişki biçimi eleştiriliyor. Burada Zenon'un filozofluğu, saygınlığı, öğrencisi nezdindeki konumu gibi gerekçeler üzerinden öğrencinin sürekli tasdikleyen tavrı savunulabilir. Ancak, bu ilişki biçiminden şikayetçi olanın Zenon olduğuna ve dile gelen şikayetin içeriğine baktığımızda meselenin önemli olduğu görülecektir.

İsmet Özel, Jean Paul Sartre'ın kendisi hakkında yazılan bir kitaba yazdığı önsözde, yazarın gerçekten de kendisine ilişkin söylediği şeyleri söylediğini olumlu anlamda dile getirdiğini belirterek bu durumun izaha muhtaçlığını dile getirmişti. Özel, şayet Sartre'ın dile getirdiklerinin aynısını onun hakkında yazar da yazıyorsa o zaman Sartre ve onun hakkında yazan kişiden birisinin varlığını gereksiz görmemiz gerekir demişti. Sartre veya onun hakkında yazan yazar bize birbirlerinden farklı bir şey söylemiyorlarsa, aynı şeyi iki farklı kişi dile getiriyorsa gerçekten de ortada gereksiz, fazladan bir varlıktan bahsetmek mümkündür.

Bu anlamda Zenon'un öğrencisinin tutumuna ilişkin tepkisi ile Özel'in dile getirdiği eleştiri arasında paralellik kurmak mümkün. İkisi de özü itibariyle bize benzer bir şeyden bahsediyorlar, benzer bir tavırdan şikayet ediyorlar. Varlığınızın anlamı, önemi, özgünlüğü, ağırlığı olmalı. Başkasının yansıması, başkasının ağzı, başkasının hayatı olmayın!

Sık sık dile getirmeye çalıştığım bu hususları önemine binaen tekrarlamakta fayda var. Son yıllarda yaşadığımız ulusal, bölgesel ve küresel gelişmeler toplumsal duyarlılığı/tedirginliği arttırmış ve toplumun tüm kesimlerini makro söylemler altında birleştirmiştir. Nitekim, kısmen ulusal, bölgesel ve küresel şartların kırılgan şekilde devam etmesi kısmen de birleşmeye gidenlerin bu işte keramet aramaları neticesinde makro siyasetler altında görünmez şekilde bir varoluşu yegane varoluş biçimine dönüştürmüş durumdayız. Bir kişinin söyleyip diğer herkesin tekrar ettiği bu varoluş biçimini belirli bir aralık içinden geçmekte olduğumuz dönemin/koşulların nezaketi ile açıklamak mümkündü. Ancak yukarıda belirtildiği gibi olağanüstü koşulların icbar ettiği taktiksel bir konumlanış yerine hayatımızı ve ilişki biçimimizi belirleyen temel bir varoluş biçimine dönüştüğü artık izahtan varestedir.

Hayatın, siyasetin, düşüncenin doğasında içkin olan farklılık giderilmesi gereken bir yanlışlık, bertaraf edilmesi gereken bir risk unsuruna dönüşüyor. Aynı zamanda mevcut iklim sadece ötekine, farklılığa ilişkin asayişçi dile zemin hazırlamıyor aynı zamanda makro siyasetin gölgesine yaslanarak ufkunu sınırlandırıyor, kendini, kendi varlığını görünmez kılıyor. Bunları toplumsal hayatımıza ilişkin keyfe keder eleştiriler olarak görmekten vazgeçmeliyiz. Değişik vesilelerle cılız da olsa bu meydan da dile gelen feryatları kulak ardı etmekten vazgeçmeliyiz. Bizi, ülkemizi, insanlığı kurtaracak bizden başkasının olmadığını bilelim. Mehdilerin, kurtarıcıların, sıra dışı kahramanların gücü ancak etrafında kümelenenlerin gücü kadardır, unutmayalım. Kendine hayrı olmayanın başkasına ne hayrı olabilir.

İlginç bir durumla karşı karşıyayız gerçekten. Türkiye'nin büyüklüğüne, bu toprakların anlamına ve önemine inananların gösterdikleri savruklukla mücadele halindeyiz. Bizi tökezletmek üzere seferber olmuş olanlardan kat be kat fazla risk oluşturanlar bu ülke sevgi ve ilgi gösterenlerdir. Bu tespitin fazlasıyla iddialı olduğunu biliyorum. Ancak eğri oturup doğru konuşmaktan, birbirimize gerçeği hatırlatmaktan başka yapacağımız bir iyilik olamaz. Yaşadıklarımızın elbette perde arkası var. Karanlık, karmaşık boyutları var. Ancak yaşadıklarımızın bir de perde önü var. Açık, apaçık, gözümün önünde, elimizden, dilimizden, düşüncemizden sadır olan boyutu da var. Sıkıntı yaşadığımız yerin karanlık, karmaşık, perde arkası olduğunu söylememekten pek bir keyif alıyoruz. Ancak bunun bir kandırmaca, üstelik çok kötü bir şekilde kendini kandırmaca olduğunu bilelim. Bizim perde önünde olanlarda vaziyet içler acısı. Bizim elimizden, dilimizden, düşüncemizden sadır olanda bir keramet yok. Bunda becerisi olmayanın her türlü sofistikasyonu gerektiren perde arkasında ne becerisi olacak!

Halep oradaysa arşın burada! İşte eğitim gündemimiz, iste sanat seviyemiz! İste medyamızın hali, işte aydınlarımızın kalibresi! Üstelik Zenon ve Özel atıfları ile vurgu yaptığım gibi kendi özgül ağırlıkları, özgünlükleri, özerklikleri yok. Üstelik daha vahimi bu hususlarda yani özgürlükleri, özerklikleri, özgünlükleri olsun diye bir çabaları yok. İşin daha vahimi bu! Özgür, özerk, özgün olmamanız bir noktaya kadar önemli değil. Ama bu yönde bir talebiniz yoksa, bir duruşunuz ve kaygınız yoksa ne dediğinizin, kime destek verdiğinizin veya kime karşı olduğunuzun ne anlamı var?