Dolar (USD)
32.19
Euro (EUR)
34.72
Gram Altın
2407.69
BIST 100
10267.09
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE


Zülf-i Yâre Dokunan Söz: ''Dünya Beşten Büyüktür''

Herhangi bir konuda bir şeyler yazmak, bana göre önemli bir eylemdir. Bu yüzden yazı yazma eylemine başladığımda kendime sürekli şu soruyu sorarım: Niçin yazıyorsun?

Bu soruya her birimizin vereceği farklı cevaplar olabilir. Ancak ben nam-ı hesabıma şunu söylemek isterim: Yaptığım bilimsel çalışmaları, yazdığım bilimsel eserleri ve makaleleri sadece biyografimde yer alsın diye: şiirleri, romanları, gazetedeki yazıları sadece bir hissiyatla ya da ismim şair ve yazarlar arasında yazılsın ve o unvanlarla anılayım diye yazmıyorum. Yazdığım her bir satırı, “karınca kararınca” insanlık âlemine bir ışık tutsun, yol göstersin diye; her bir roman ya da şiiri de insanların kalbine dokunsun, o hikâyeleri kendileri de yaşasın, etkilensin ve onu yaşayanla aralarında bir duygudaşlık olsun diye yazıyorum. Bu benim Allah’a, içinde yaşadığım ve bir ferdi olduğum milletime ve insanlık âlemine borcumdur.

Ne var ki, küresel veya yerel çapta; bilimsel bilgi gerektiren ya da gerektirmeyen konularda karşılaştığımız, şahit olduğumuz veya duyduğumuz herhangi bir hadiseye sağduyuyla yaklaşma, kritik ve analitik bir biçimde değerlendirme ve ona göre hareket etme alışkanlığından toplum olarak uzağız. Çoğu kez ülke ve toplum menfaatlerini gerektiren uluslararası olaylarda bile fanatik bir futbol taraftarı gibi hareket ediyoruz. Böyle bir atmosferde söz söylemek ve yazı yazmak kolay değildir. Ancak eli kalem tutan, sorumluluk bilincine sahip, söyleyecek sözü ve yazacak konusu olan için yazmamak da zor.

İki zordan birini seçip bu yazımda Cumhurbaşkanımızın Eylül 2016 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda söylediği “Dünya beşten büyüktür” sözüne ve altının ne kadar doldurulduğuna değinmek istiyorum. Şunu öncelikle belirtmek gerekir ki, bu söz dünyanın hâkim güçlerini karşısına almak, pek çok uluslararası tehditlere maruz kalmak pahasına da olsa söylenmesi gereken değerli bir sözdür. Bu söz küresel anlamda Türkiye’yi daha bir saygın hale getirmiştir.

Bugün Türkiye’ye yönelik tehditlerin önemli bir kısmının bu sözden duyulan rahatsızlıktan kaynaklandığını söylemek abartı olmaz. Çünkü bu söz, dünyanın süper güçlerinin hâkimiyet alanlarını daraltmaya matuf bir sözdür. Söylendiği günden beridir BM’nin karar mekanizmasını tartışılır hale getirmiş ve küresel çapta etkisi halen devam eden sarsıntılara neden olmuştur. Ama bunun altının doldurulması gerekir. Yasama, yargı ve yürütmede de bu değerde sözler söylememiz ve buna yakışır icraatlarda bulunmamız lazım. Bunun için Cumhurbaşkanlığı Makamı’nın talimat vermesi de gerekmez.

Somutlaştırmak gerekirse, yasa yapıcılar yasama faaliyetlerine yoğunlaşmalı; çıkarılacak kanunlar uzun ömürlü olmalı, mağduriyetleri giderecek ve yeni mağduriyetlere neden olmayacak biçimde hazırlanmalıdır. Bu şekilde hazırlanan kanunlar, ilgili komisyonlarda ve TBMM Genel Kurulu’nda kıyasıya tartışmalı; ancak siyasi hesaplar uğruna karşılıklı söz düellosuna kurban edilmemelidir.

Yargıda, “hukukilik” ve “haklılık” tartışmalarına meydan vermeyecek, “Ankara’da hâkimler var” dedirtecek kararlar alınmalıdır. Bunun için de hâkim ve savcı alımı ile ilgili kriterler, mesleğe hazırlama süresi ve hazırlama biçimi yeniden ele alınmalıdır. Yeni sistemde Adalet Akademisi’nin vizyonu yeniden belirlenebilir, muhtevası değiştirilebilir, geliştirilebilirdi. Harp Akademisi gibi başarılı örnekler ortadayken Adalet Akademisi’nin özerkliğinin kaldırılması bana göre isabetli olmamıştır. Aksine “Öğretmen Akademisi”, “İlahiyat Akademisi” gibi yeni özerk akademilere ihtiyaç olduğunu düşünüyorum.

Yürütmede, her bakanlık, ilgili kurum ve kuruluşlar önceliklerini ve yönetmeliklerini yeni sisteme göre hızlı bir biçimde güncellemeli ve personel rejimini gözden geçirmelidir. Hiçbir personel atıl durumda bırakılmamalı, devlet imkânları heba edilmemeli, işlerin istenilen kalite ve hızda yürütülüp yürütülmediği sürekli kontrol ve takip edilmelidir.

Bu sözlerden sonra “Yasama, yargı ve yürütmede bu kalitede çalışmalar yapılmıyor mu?” sorusu sorulabilir. Bunun cevabını verecek olanlar, ilgili kurumların yetkilileri ve toplumun vicdanıdır. Ben kendi adıma, anılan kurumlarda yeni Cumhurbaşkanlığı sisteminde bu kalitede çalışma yapma gayretinin arttığını ve pek çok konuda başarıya ulaşıldığını düşünüyorum. Ne var ki, yaptığımız resmi ve dost ziyaretlerinde, bazı kurum ve alanlardaki belirsizliklerin, kimi yöneticilerin ehliyet, liyakat ve tecrübe eksikliğinden kaynaklanan sıkıntıların devam ettiğine dair şikâyetlere de şahit oluyoruz.