Trend

Enam Suresi 141/165 ayet tefsiri nedir?

Nasıl ki surelerin meallerine bakarken iniş sebeplerinin de bilinmesi de gerekiyorsa tefsirini bilmekte hepsinden daha faziletli ve Kur-an''ı anlamak ve anlatmak istediğini öğrenmek açısından o kadar önemlidir. Bu yeni başlayacağımız tefsir bölümünde 114 surenin de yapılan tefsirlerini sizlere sunmaya çalışacağız. Enam Suresinin tefsiri nedir? İşte mübarek Müslümana yol gösterici Kur-an''ın Enam Suresinin tefsirini haberimizde okuyabilirsiniz.

Nasıl ki surelerin meallerine bakarken iniş sebeplerinin de bilinmesi de gerekiyorsa tefsirini bilmekte hepsinden daha faziletli ve Kur-an'ı anlamak ve anlatmak istediğini öğrenmek açısından o kadar önemlidir. Bu yeni başlayacağımız tefsir bölümünde 114 surenin de yapılan tefsirlerini sizlere sunmaya çalışacağız. Enam Suresinin tefsiri nedir? İşte mübarek Müslümana yol gösterici Kur-an'ın Enam Suresinin tefsirini haberimizde okuyabilirsiniz.

Enam suresi 141. 145. ayet

Çardaklı ve çardaksız bağları, değişik ürünleriyle hurmaları, ekinleri, birbirine benzeyen ve benzemeyen biçimlerde zeytin ve narları meydana getiren O'dur. Her biri ürün verdiğinde ürününden yiyin; hasat günü de hakkını verin; fakat israf etmeyin; çünkü Allah israf edenleri sevmez.

Hayvanlardan yük taşıyanları ve tüyünden sergi yapılanları da (yaratan O'dur). Allah'ın size rızık olarak verdiklerinden yiyin; şeytanın ardına düşmeyin; şüphesiz o sizin için apaçık bir düşmandır.

Koyundan iki, keçiden iki olmak üzere sekiz eş ... De ki: "O, bunlardan iki erkeği mi, iki dişiyi mi, yoksa bu iki dişinin rahimlerindeki yavrularını mı haram kıldı? Eğer doğruysanız bana bilerek söyleyin."

Ve deveden iki, sığırdan iki ... De ki: "O, bunlardan iki erkeği mi, iki dişiyi mi, yoksa bu iki dişinin rahimlerindeki yavruları mı haram kıldı? Yoksa Allah'ın size böyle buyurduğuna şahit mi oldunuz?" Bilgisizce insanları saptırmak için Allah hakkında yalan uydurandan daha zalimi kimdir! Allah o zalimler topluluğunu asla doğru yola iletmez.

De ki: "Bana vahyedilende, murdar et (meyte) veya akıtılmış kan yahut domuz eti -ki pisliğin kendisidir- ya da günah işlenerek Allah'tan başkası adına kesilmiş bir hayvandan başka, yiyecek kimse için yasaklanmış bir şey bulamıyorum. Başkasına zarar vermemek ve sınırı aşmamak şartıyla, kim (yasaklananlardan) yemek zorunda kalırsa, bilsin ki rabbin bağışlayan ve esirgeyendir."

Arapça'da cennet (çoğulu cennat) kelimesi "bahçe" anlamına gelirse de, ayetin devamındaki "ma'rûşe" (çardak) kelimesi dikkate alındığında cennat kelimesini "bağlar" şeklinde tercüme etmek daha isabetli olur. Zemahşerî, "muhtelifen ükülühû" ifadesini "rengi, tadı, hacmi ve kokusu değişik" şeklinde açıklamıştır (II, 44). Yukarıdaki ayetlerde bazı Cahiliye uygulamalarının hükümsüz olduğu belirtildikten sonra burada tekrar sûrenin asıl konusu olan itikadî meselelere dönülerek yeryüzünü türlü nimetlerle bezeyen yüce Allah'ın kudretinin sınırsızlığına ve buna işaret eden delillerin zenginliğine dikkat çekilmesi yanında; müşriklerin, yukarıda değinilen telakkilerinin aksine, sahiplerinin bu tür meyve, ekin ve hayvanların ürünlerinden ve genel olarak Allah'ın insanlar için yarattığı rızıklardan istifade etmenin temelde mubah olduğu, bu sebeple onlardan öncelikle kendilerinin yemeleri veya kullanmalarında bir sakınca bulunmadığı; bunun yanında, başkalarının da bu ürünlerde zekat, sadaka, nafaka, komşu hakkı gibi hakları olduğu belirtilmekte ve bu hakkın ödenmesi emredilmektedir.

Tefsircilerin ittifakla belirttiklerine göre, müşrik Araplar, bazı hayvanların etlerinin yenilmesini haram saymışlar ve haksız olarak bunun Allah'ın bir hükmü olduğunu ileri sürmüşlerdi. Âyette eti yenilen hayvanlardan koyun, keçi, deve ve sığır türleri özellikle zikredilerek onların bu hayvanların etlerinin yenilmesiyle ilgili iddiaları çürütülmüş, Allah'ın böyle bir hükmünün bulunmadığı açıklanmış; ayrıca bunların dişi ve erkek cinsleri arasında etlerinin yenilmesi bakımından fark bulunmadığını bildirmek için bunlar eşler halinde anılmıştır. Âyette şu hususa da işaret edildiği görülmektedir: Eğer belirtilen hayvanların erkeklerinden veya dişilerinden ya da yavrularından biri haram kılınsaydı bütün erkekleri, dişileri ya da yavruları haram kılınmış olurdu; aynı şekilde, Allah bir hayvan türünün dişisini haram kılsaydı erkeğini de haram kılardı, keza erkeğini haram kılsaydı dişisini de haram kılardı. Sonuç olarak bu ayetlerde cedel metotlarından biri olan "sebr ve taksim" (ihtimalleri sıralayıp teker teker çürüterek doğruyu bulma) yöntemiyle müşriklerin iddiaları çürütülmüş, böylece onların söz konusu hayvanlar hakkındaki görüşleri reddedilmiş bulunmaktadır (Razî, XIII, 217; İbn Âşûr, VIII, 131-133).

Hayvanlarla ilgili olarak yenilmesi haram olanlar bildirilmektedir (yenilmesi haram ve mubah olan hayvanlar ve "zaruret" hali hakkında bilgi için bk. Bakara 2/173; Maide 5/3).

Enam suresi 146. 153. ayet

Yahudilere mahsus olmak üzere bütün tırnaklı hayvanları haram kıldık. Sırtlarında yahut bağırsaklarında taşıdıkları ya da kemiğe karışan yağlar hariç olmak üzere, sığır ve koyunun ise iç yağlarını onlara haram kıldık. Taşkınlıkları yüzünden onları böyle cezalandırdık. Biz elbette doğru sözlüyüz.

Eğer seni yalanlarlarsa de ki: "Rabbiniz geniş rahmet sahibidir; bununla birlikte O'nun suçlu topluluğa vereceği ceza da geri çevrilemez."

Putperestler diyecekler ki: "Allah dileseydi ne biz ortak koşardık ne de atalarımız. Hiçbir şeyi de haram saymazdık." Onlardan öncekiler de aynı şekilde yalanladılar ve sonunda azabımızı tattılar. De ki: "Yanınızda bize açıklayacağınız bir bilgi mi var? Siz zandan başka bir şeye uymuyorsunuz ve siz sadece temelsiz bir tahminde bulunuyorsunuz."​​​​​​​

De ki: "Kesin delil ancak Allah'ındır. Allah dileseydi elbette hepinizi doğru yola iletirdi."​​​​​​​

De ki: "Allah şunu yasak etti diye şahitlik edecek tanıklarınızı getirin." Eğer onlar şahitlik ederlerse, sen onlarla birlikte (bu yalana) şahitlik etme; ayetlerimizi yalan sayanların ve ahiret gününe inanmayanların arzularına uyma. Onlar rablerine başkalarını eş tutuyorlar.​​​​​​​

De ki: Gelin, rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım: O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anne babaya iyilik edin. Fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin; biz, sizin de onların da rızkını veririz. Kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmayın. Haklı bir sebep olmadıkça Allah'ın yasakladığı cana kıymayın. İşte bunları Allah size emretti; umulur ki düşünüp anlarsınız.

Rüşdüne erişinceye kadar yetimin malına, onun iyiliğine olmadıkça el sürmeyin. Ölçü ve tartıyı adaletle yapın. Biz herkese ancak gücünün yettiği kadarını yükleriz. Söz söylediğiniz zaman, yakınlarınız hakkında bile olsa, adaletli olun. Allah'a verdiğiniz sözü eksiksiz yerine getirin. İşte düşünüp öğüt alasınız diye Allah size bunları emretti.

Şüphesiz bu benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun; (başka) yollara sapmayın; sonra onlar sizi Allah'ın yolundan ayırır. İşte günahtan korunmanız için Allah

Bir önceki ayette hangi hayvanların etlerinin yenileceğine ilişkin genel hüküm belirtildikten sonra burada, azgınlık ve zulümleri sebebiyle sadece yahudilere tırnaklı hayvanların etleriyle sığır ve koyunun iç yağlarının da haram kılındığı belirtilmektedir (Yahudilik'te bu konuyla ilgili helaller ve haramlar için bk. Levililer, 3/17; 7/23; 11/1 vd.; Tesniye,14/3 vd.).

Hz. Peygamber'den, eğer müşrikler İslam'ın çağrısına uyarak eski batıl uygulamalarından vazgeçer ve yeni dinin hükümlerini tatbik ederlerse Allah'ın rahmetinin son derece geniş olduğunu, bundan yararlanma imkanlarının bulunduğunu, şayet kendisini yalanlayarak eski fikirlerinde devam ederlerse, O'nun son derece şiddetli olan azabından bütün mücrimler gibi onların da kurtulmalarının mümkün olmadığını hatırlatması istenmektedir

Yüce Allah, Hz. Peygamber'le tartışırken, her şeyin Allah'ın dilemesine bağlı olduğu gerçeğini, kendi batıl uygulamalarının haklılığına gerekçe olarak gösteren ve sanki "Böyle inanıp böyle yaşamamız Allah'ın dilemesi olduğuna göre biz O'nun iradesine uyuyor, böylece günah işlemiş de olmuyoruz" diyerek söz konusu gerçeği hedefinden saptıran, istismara kalkışan müşriklerin kötü niyetlerini yüzlerine vurmakta, onların böyle bir gerekçeye dayanarak Hz. Peygamber'i ve onun tebliğlerini yalanlamaya hakları olmadığını bildirmekte; nitekim daha önce de aynı mantıkla yalanlamada bulunan milletlerin azaba maruz kalmaktan kurtulamadıklarını hatırlatmaktadır. Elbette evrende bütün olup bitenler, Allah'ın hür ve mutlak iradesiyle koymuş olduğu kanunlar çerçevesinde gerçekleşmektedir. İnsanın, kendi irade ve aklını kullanarak doğru ve yanlış olanı birbirinden ayırması, doğruyu seçme imkanına sahip olması da aynı kanunun bir parçasıdır. Bu sebeple inkarcıların kendi kötülüklerini Allah'ın irade ve meşîetine yüklemeye kalkışarak kendilerini mazur göstermeleri, O'nun azabını gerektirecek bir suçtur. Nitekim ayetin devamı da, müşriklerin bu istidlallerinin, ilmî bir değer taşımayıp sadece bir zan ve kuruntudan ibaret olduğunu göstermektedir (ayetteki hars kavramı hakkında 116. ayetin tefsirine bk.).

Asıl güvenilecek olan üstün ve gerçek delil, Allah'ındır; O'nun ortaya koyduğu, akla, ilme, irfana dayalı delildir ki o da Allah'ın gerek vahyedilen bilgilerde, gerekse akıl ve basîret sahiplerine hitap eden tabiat düzeninde sergilediği gerçeklerdir.

Müşrikler, haram olduğunu ileri sürdükleri şeylerden herhangi biri için "Allah şunu yasak etti" diyebilecek herhangi bir tanık gösteremezler; tanık diye ortaya çıkardıklarına da asla itibar edilemez. Eşyada asıl olan mubahlıktır; eğer bir şeyin haram olduğu ileri sürülüyorsa bunun Allah tarafından haram kılındığının kanıtlanması gerekir. Burada, müşriklerin, daha önceki ayetlerde belirtilen bazı hayvanlarla ilgili hüküm ve kanaatlerinin asılsız olduğu, bunların Allah'ın hükümleri olmadığı belirtilmektedir.

Yukarıda müşriklerin temelsiz hükümleri ve kuralları eleştirildikten sonra bu ayetlerde asıl benimsenmesi gereken başlıca ilahî kurallar ve hükümler yer almakta; biri tevhid inancına, diğerleri ahlaka dair olmak üzere İslam'ın dokuz temel buyruğu sıralanmakta, son olarak da bütün bu buyurulanları kapsayıcı küllî bir ödev olmak üzere, Allah'ın dosdoğru olan yolundan gidilmesi emredilmektedir. 151. ayetin başındaki "Gelin, rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım" mealindeki ifade muhatapların ilgisini, müteakip ifadelerdeki ilkeleri ihtiva eden yolun tek doğru ve izlenmesi zorunlu yol olduğu gerçeğine çekme gayesini gütmektedir. Bu ayetlerde sıralanan buyruklar şunlardır: 1. "Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmayın." Bu, İslam'ın ana ilkesi olanAllah'ın her yönden birliği inancının bir gereği olup müslüman olmanın da ilk şartıdır. Fahreddin er-Razî, ilgili ayetlere göndermeler yaparak, bu sûrede çeşitli müşrik zümrelerin en iyi şekilde açıklandığını belirttikten sonra bunları şöyle sıralamaktadır: Putperestler, yıldızperestler, Yezdan ve Ehrimen'in tanrılığını iddia edenler, Allah'a erkek ve kız çocuk isnat edenler (Razî, XIII, 232). 2. "Anne babaya iyilik edin." Âyetin bu kısmında geçen ihsan "güzellik, iyilik" anlamına gelen hüsn kelimesinden türetilmiş olup en geniş anlamda "iyilik etmek, güzel davranmak" demektir. Âyette bu buyruğun, Allah'ın birliğine inanmayı emreden ifadeden hemen sonra gelmesi, anne baba hakkının önemini gösterir (geniş bilgi için bk. İsra 17/23). 3. "Fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin." Özellikle geçim kaygısıyla çocuk öldürmenin, Allah'ın hazinesinin herkesi rızıklandıracak kadar zengin olduğundan şüphelenme anlamı taşıdığına bir işaret vardır. Ayrıca burada, sadece eski tefsirlerde söz konusu edilen Cahiliye dönemindeki çocuk öldürme uygulaması (bilgi için bk. En'am 6/137, 140) kastedilmeyip özellikle "fakirlik korkusuyla" veya "geçim kaygısıyla" şeklindeki kayıttan hareketle, anne karnındaki çocuğun öldürülmesinin de yasaklandığı dikkate alınmalıdır; ayrıca böyle bir uygulamanın Cahiliye döneminde de mevcut olduğu düşünülebilir. Günümüzde bir baba veya annenin kendi çocuğunu öldürmesi bütün dünyada suç sayılmakta ve nadiren vuku bulmaktaysa da, bu ve benzeri ayetler, doğum kontrolü ve nüfus planlaması gibi meseleler dolayısıyla güncelliğini korumakta ve bu bakımdan ilgili ayet ve hadislere dayanılarak söz konusu meseleler hakkında çeşitli görüşler ileri sürülmektedir. Hz. Peygamber'in, doğum kontrolünün en basit şekli olan azil (meniyi rahimin dışına akıtma) uygulamasına izin verdiğine dair hadisler vardır (Buharî, "Nikah", 96, "Megåzî", 32; Müslim, "Nikah", 125, 134, 136, Ebû Davûd, "Nikah", 49; Tirmizî, "Nikah", 39; Müsned, III, 33, 51, 53, 309; el-Muvatta', "Talak", 95). Çeşitli mezheplerin alimlerinin çoğunluğu da azlin caiz olduğunu kabul etmişlerdir (geniş bilgi için bk. Gazzalî, İhya', II, 47-49). Azlin mubah olması, gebe kalmamak için –başka bir yasak çiğnenmedikçe ve zararlı olmamak kaydıyla– daha başka tıbbî önlemlere başvurmanın da caiz olduğunu gösterir. Çünkü Kur'an'da gebe kalmamak değil, çocuk öldürmek yasaklanmıştır. Bununla birlikte evlenmenin asıl amacı, neslin devamı ve gelişmesi için çocuk yapmaktır. Bu sebeple kadının güzelliğinin bozulması, çocuğun bir ayak bağı telakki edilmesi gibi keyfî sebeplerle fıtratın tabii akışına müdahale etmek, özellikle müslüman nüfusun artmasının gerekli olduğu hal ve şartlarda çocuk yapmaktan kaçınmak doğru değildir. Âyetteki "Çocuklarınızı öldürmeyin" emri, günümüzde yaygın olarak uygulanan ve ciddi tartışmalara yol açan kürtaj konusuyla yakından ilgilidir. Günümüz alimlerinin büyük çoğunluğu, hamileliğin hangi safhasında olursa olsun, çocuk düşürme ve aldırmanın haram olduğu görüşündedirler. 4. "Kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmayın." Burada geçen fevahiş kelimesi fuhş kökünden gelmekte olup "çirkin ve yüz kızartıcı, utanç verici söz ve davranışlar"ı ifade eder. İbn Abbas'tan nakledilen bir rivayete göre Cahiliye Arapları açıktan zina edilmesini hoş karşılamaz, ancak gizli gizli zina ederlerdi (İbn Âşûr, V, 160). Âyette onların bu anlayış ve tutumları reddedilmiştir. Bununla birlikte, ayetteki fevahiş lafzı çoğul olduğundan ve ayrıca bununla sadece zinanın kastedildiğini gösteren belirleyici bir ifade bulunmadığından, bu yasağı zina ile sınırlamak doğru değildir. Burada kötülüklerin gizlisinin de açığının da özellikle tasrih edilmesi ilgi çekicidir. Çünkü eğer bir insan, açıktan işlemeye çekindiği bir kötülüğü gizli olarak yapabiliyorsa, bu onun, insanlar tarafından kınanmaktan çekindiği halde Allah'ın buyruğunu ihlal etmekten çekinmediğini gösterir. Ayrıca kötülüğü "yapmayın" veya "işlemeyin" yerine "yaklaşmayın" buyurulması, insanı kaçınılmaz olarak kötülük işlemeye sevkedebilecek ortam ve şartlardan uzak durmayı öngörmektedir. 5. "Haklı bir sebep olmadıkça Allah'ın yasakladığı cana kıymayın." Buradaki tahrîmde "yasaklama" yanında "muhterem ve dokunulmaz kılma" anlamı da vardır. Bunun özellikle belirtilmesi, insan hayatının Hz. Âdem'den beri dokunulmaz olduğunu ima eder (İbn Âşûr, VIII, 161). Âyetteki hak kelimesi batılın zıddı olup din ve aklın doğru, gerçek, meşrû saydığı durumu ifade eder. Burada "doğru, gerçek, geçerli, meşrû sebep" anlamında kullanılmıştır (geniş bilgi için bk. Maide 5/32). 6. "Rüşdüne erişinceye kadar yetimin malına sadece iyi tutumla yaklaşın." Şüphesiz meşruiyet içinde bütün insanların malları dokunulmaz olmakla birlikte, zayıf ve korumasız olmalarından dolayı yetimlerin malları daha çok saldırı veya istismara açık olduğu için ayette bu hususta özellikle titiz olunması gerektiğine dikkat çekilmiştir. Ayrıca yetimin malına bütünüyle ilgisiz kalmak bu malın zaman içinde aşınmasına veya en azından bir artış sağlamamasına yol açacağından, bu malla ilgilenmeye izin verilmiş, hatta "en iyi ve en güzel" (ahsen) kaydından anlaşıldığı kadarıyla ilgilenmek zımnen teşvik edilmiştir. Zira en iyi ve en güzeli yapmak faziletin gereğidir. 7. "Ölçü ve tartıyı adaletle yapın." İnsanlar arasındaki en yoğun ilişkilerden olan alışveriş sırasındaki ölçü ve tartılarda haksızlıklar sıklıkla vuku bulduğu için hemen her dönemin illeti olan bu duruma özellikle dikkat çekilmiş; ayrıca adaleti her zaman tam olarak yerine getirmek insanın gücünü aşan bir yükümlülük olduğundan, ayetin devamında "Biz herkese ancak gücünün yettiği kadarını yükleriz" buyurulmakla kasıtsız olarak yapılan yanlış ölçü ve tartıların sorumluluğu gerektirmediğine işaret edilmiştir. Razî'nin de belirttiği üzere, burada geçen ifa kavramı tam olarak ölçüp tartmayı ifade etmekle birlikte ayrıca bir de kıst (adalet) kelimesinin geçmesinden anlaşılıyor ki, alışveriş sırasında satıcının da müşterinin de karşılıklı olarak adalet ve hakkaniyeti gözetmeleri gerekmektedir. 8. "Söz söylediğiniz zaman, yakınlarınız bile olsa, adaletli olun." Bu buyruk, çeşitli konularla ilgili bilgi, haber, hüküm, övgü, yergi, sözleşme, yemin, vaad, vasiyet, öğüt, eleştiri, emir, istek, istişare gibi her türlü sözlü ilişkilerde adaletli, dürüst ve doğru olmayı; haksızlık, zulüm, incitme, eziyet, hakaret gibi ahlaka aykırı amaçlar güden sözler sarfetmekten sakınmayı kapsamaktadır. İnsanların yakınlarına duydukları sevgi ve acıma gibi sübjektif sebeplerle haksızlık yapmaları sıklıkla karşılaşılan beşerî zaaflardan olduğu için ayetteki "yakınlarınız bile olsa" kaydıyla bu hususta özellikle uyarıda bulunulmuştur. 9. "Allah'ın ahdini tam olarak yerine getirin." Allah'ın ahdinden maksat, O'nun kullarına yüklediği her türlü vazifelerdir. Müslüman olan kişi, bir bakıma Allah ile ahidleşmiş, O'nun hükümlerine uymayı taahhüt etmiş olduğundan ayette bu durum hatırlatılmaktadır. Ayrıca insanlara meşrû bir vaadde bulunulduğunda bunun yerine getirilmesi de Allah'ın buyruğu olup söz konusu ayet bu buyruğu da kapsamaktadır. 10. "Bu benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun, (başka) yollara uymayın." 153. ayetin bu kısmı yukarıdaki bütün emir ve yasakları kapsamakta, devamında ise bunun dışındaki bütün yolların, yani burada başlıca ilkeleri belirtilmiş bulunan İslam'a aykırı her türlü düşünce ve hayat tarzlarının, insanları Allah'ın yolundan, hak dinden uzaklaştıran sapmalardan ibaret olduğu ifade buyurulmaktadır.

Enam suresi 154. 159. ayet

Sonra iyilik edenlere (nimetimizi) tamamlamak ve her şeyi açıklamak için, bir hidayet ve rahmet olmak üzere Mûsa'ya kitabı indirdik ki rablerinin huzuruna varacaklarına inansınlar.

Bu da (Kur'an) bizim indirdiğimiz mübarek bir kitaptır. Ona uyun ve günahtan korunun ki size rahmet edilsin.

"Kitap yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi; biz ise onların okuduklarından tamamen habersiziz" demeyesiniz;

Yahut "Bize de kitap indirilseydi, doğru yolu bulmada onları geçerdik" demeyesiniz diye (Kur'an'ı indirdik). İşte size rabbinizden apaçık bir delil, bir hidayet ve rahmet geldi. Allah'ın ayetlerini yalan sayan ve onlardan yüz çevirenden daha zalim kim vardır? Âyetlerimizden yüz çevirenleri yüz çevirmelerinden ötürü azabın en kötüsüyle cezalandıracağız.

(İnanmak için) ille de kendilerine meleklerin gelmesini veya rabbinin gelmesini ya da rabbinden bazı işaretlerin gelmesini mi bekliyorlar? Daha önce inanmamış yahut inancı sayesinde bir iyilik yapmamış kimseye, rabbinden bazı işaretler geldiği gün iman etmesi fayda sağlamaz. De ki: "Bekleyin! Şüphesiz biz de beklemekteyiz."​​​​​​​

"(İnanmak için) ille de kendilerine meleklerin gelmesini veya rabbinin gelmesini ya da rabbinden bazı işaretlerin gelmesini mi bekliyorlar? Daha önce inanmamış yahut inancı sayesinde bir iyilik yapmamış kimseye, rabbinden bazı işaretler geldiği gün iman etmesi fayda sağlamaz. De ki: "Bekleyin! Şüphesiz biz de beklemekteyiz."​​​​​​​

Dinlerini bölüp gruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir alakan yoktur. Onların işi ancak Allah'a kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını bildirecektir.​​​​​​​

Müşrikler, bir önceki ayette "Allah'ın yolu" diye nitelenen İslam'ı reddettikleri için 154. ayette Hz. Mûsa'ya Tevrat'ın indirildiği belirtildikten sonra 155. ayette Kur'an'ın da Allah tarafından indirilmiş kutsal bir kitap olduğu hatırlatılmaktadır. Nitekim yine bu sûrede başka bir vesileyle böyle bir hatırlatmada daha bulunulmuştu (geniş bilgi için bk. 91. ayet). Ayrıca Tevrat ile Kur'an arasında böyle bir münasebetin kurulmasıyla 151-153. ayetlerde sıralanan hükümlerin Tevrat'ta da yer almış bulunan evrensel hükümler olduğuna işaret buyurulmaktadır.

Bir önceki ayette Kur'an'ın Allah katından indirilmiş bereketli ve hayırlı bir kitap olduğu belirtildikten sonra bu ayetlerde de onun indiriliş gerekçelerinden ikisi zikredilmektedir. Bu ayetlerden anlaşıldığına göre müşrikler Tevrat ve İncil'in Allah kelamı olduğuna inanıyor, ancak o günkü şartların el vermemesi, özellikle dillerinin farklı olması sebebiyle bu kitaplardan yararlanamadıklarını söyleyerek güya bundan üzüntü duyuyorlardı; ayrıca onlar, yahudilerle hıristiyanların din konusundaki gevşekliklerini de biliyor ve eğer kendilerine bir kitap gelecek olsa onlardan daha kararlı bir şekilde doğru yolda yaşayacaklarını ileri sürüyorlardı. Yüce Allah, müşriklerin bu türlü yakınmalarla mazeretler ileri sürmelerini (bazı müfessirlere göre bu mazeretleri ahirette de tekrar etmelerini) önlemek için "İşte size rabbinizden apaçık bir delil, bir hidayet ve rahmet geldi" buyurarak onların özlemlerinin gerçekleştiğini, mazeretlerinin ortadan kalktığını belirtmekte; buna rağmen Allah'ın ayetlerini inkar eder ve ondan yüz çevirirlerse en büyük haksızlığı işlemiş olacaklarını ve bunun cezasını da ağır bir şekilde göreceklerini bildirmektedir.

157. ayette Kur'an-ı Kerîm'in üç kelimeyle nitelendirildiği görülmektedir: Beyyine, hüda, rahmet. Beyyine "gerçeği apaçık ifadelerle ortaya koyan kesin belge" demektir. Kur'an, gerek eşsiz edebî üstünlüğü gerekse yalnızca gerçeği, iyiyi ve güzeli dile getiren muhtevası itibariyle apaçık bir delil ve belge olduğu için beyyine; bu vasfıyla şaşmaz bir rehber olduğu için hüda (hidayet kaynağı); bütün bunların bir neticesi olarak kendisine inanıp bağlanan kişi ve toplumlara sadece hayır ve saadet getirdiği için de rahmet diye nitelendirilmiştir.

Kendilerine, belirtilen üstün nitelikleri taşıyan bir kitap gelmesine rağmen hala yüz çevirip inanmamakta direnen o zalimler iman etmek için daha neyi bekliyorlar? Önceki bazı ayetlerde geçtiği üzere (bk. 8-9,37, 50, 58, 111, 124) müşrikler, İslam'ın hak din olduğunu kanıtlayan açık seçik delillerle yetinmeyerek, akıllarınca Hz. Peygamber'i güç durumda bırakmak için daha başka delillerin gösterilmesini istiyorlardı.

Klasik tefsirlerde genellikle buradaki "bazı ayetler" ifadesi kıyamet alametleri (eşrat-ı saat) şeklinde tefsir edilmiştir. Ancak bu ayetlerden, Cenab-ı Hakk'ın kudretinin tecellilerinden olan ölüm hadiselerinin kastedildiğini düşünmek de mümkündür (Ateş, III, 267). "Rabbin gelmesi"nden maksat, O'nun azabının gelmesi, vuku bulması veya Allah'ın mahşerde hüküm vermesidir. Kıyamet alametlerinin zuhurundan sonra veya sekerat-ı mevt denilen ölüm anında artık yükümlülük zamanı geçmiş ve sorumluluk dönemi başlamış olduğundan, bundan önce iman etmemiş "yahut inancı kendisine iyilik kazandırmamış" yani imanını salih amellerle bütünleştirip yararlı hale getirmemiş (İbn Atıyye, II, 367) kişinin o andan itibaren inandığını ifade etmesi kendisine bir fayda sağlamayacaktır (ayetin bu kısmıyla ilgili olarak mezheplerin farklı tefsir ve görüşleriyle ilgili ayrıntılı bilgi için bk. Elmalılı, III, 2104-2109; İbn Âşûr, VIII, 186-1191).

Kendilerine, belirtilen üstün nitelikleri taşıyan bir kitap gelmesine rağmen hala yüz çevirip inanmamakta direnen o zalimler iman etmek için daha neyi bekliyorlar? Önceki bazı ayetlerde geçtiği üzere (bk. 8-9,37, 50, 58, 111, 124) müşrikler, İslam'ın hak din olduğunu kanıtlayan açık seçik delillerle yetinmeyerek, akıllarınca Hz. Peygamber'i güç durumda bırakmak için daha başka delillerin gösterilmesini istiyorlardı.

Klasik tefsirlerde genellikle buradaki "bazı ayetler" ifadesi kıyamet alametleri (eşrat-ı saat) şeklinde tefsir edilmiştir. Ancak bu ayetlerden, Cenab-ı Hakk'ın kudretinin tecellilerinden olan ölüm hadiselerinin kastedildiğini düşünmek de mümkündür (Ateş, III, 267). "Rabbin gelmesi"nden maksat, O'nun azabının gelmesi, vuku bulması veya Allah'ın mahşerde hüküm vermesidir. Kıyamet alametlerinin zuhurundan sonra veya sekerat-ı mevt denilen ölüm anında artık yükümlülük zamanı geçmiş ve sorumluluk dönemi başlamış olduğundan, bundan önce iman etmemiş "yahut inancı kendisine iyilik kazandırmamış" yani imanını salih amellerle bütünleştirip yararlı hale getirmemiş (İbn Atıyye, II, 367) kişinin o andan itibaren inandığını ifade etmesi kendisine bir fayda sağlamayacaktır (ayetin bu kısmıyla ilgili olarak mezheplerin farklı tefsir ve görüşleriyle ilgili ayrıntılı bilgi için bk. Elmalılı, III, 2104-2109; İbn Âşûr, VIII, 186-1191).

İbn Abbas, Mücahid ve Katade'den nakledilen bir rivayete göre "dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar"dan maksat yahudiler ve hıristiyanlar (İbn Atıyye, II, 367), yine İbn Abbas'a isnad edilen başka bir görüşe göre bunlar müşriklerdir (Razî, XIV, 7). Zira, 100. ayetin tefsirinde de belirtildiği gibi İslam'dan önceki Araplar çok çeşitli inanç gruplarına ayrılmışlardı. Ayrıca bu ayette, İslam ümmeti içinde daha sonra ortaya çıkan gruplaşmalara işaret buyurulduğu da düşünülebilir. Her halükarda ayet-i kerîme, dinde birlik ve beraberliğin önemini vurgulamakta, bu hususta ayrılığa düşenlerin Hz. Muhammed'den de uzaklaşmış olacakları uyarısında bulunmaktadır.

Enam suresi 160. 165. ayet

Kim iyilikle gelirse ona getirdiğinin on katı vardır; kim de kötülükle gelirse o sadece getirdiğinin dengiyle cezalandırılır. Onlar haksızlığa uğratılmazlar.

De ki: "Şüphesiz rabbim beni doğru yola, sapasağlam bir dine, Allah'ı bir bilen İbrahim'in dinine iletti." O, ortak koşanlardan değildi.

De ki: "Benim namazım, (her türlü) ibadetim, hayatım ve ölümüm, hepsi alemlerin rabbi olan Allah içindir.

O'nun ortağı yoktur. Bana sadece bu emrolundu ve ben müslümanların ilkiyim."

De ki: "Allah her şeyin rabbi iken ben O'ndan başka bir rab mi arayacağım?" Herkesin yaptığının sonucu kendisine aittir. Hiçbir suçlu başkasının suçunu yüklenmez. Sonunda dönüşünüz rabbinizedir ve O, hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz gerçeği size haber verecektir.

Sizi yeryüzünün halifeleri kılan, size verdiği şeylerde sizi denemek için kiminizi kiminizden derecelerle üstün kılan O'dur. Şüphesiz rabbinin cezası çok çabuktur; yine O'nun bağışlaması ve rahmeti boldur.

Hasene, dinin ve aklıselimin iyi ve doğru kabul ettiği her türlü inanç, tutum ve davranışı, seyyie de bunların zıddını ifade eder. Her ne kadar bazı alimler buradaki haseneyi "kelime-i tevhid", seyyieyi de "küfür" ve "şirk" şeklinde açıklamışlarsa da ayetin genel olan lafzını bu şekilde tahsis etmek için sebep yoktur (Razî, XIV, 8). Nitekim Taberî'nin bu ayet münasebetiyle aktardığı bir rivayete göre ashabdan Ebû Zer'in "Ya Resûlellah! 'La ilahe illallah' sözü hasenattan mıdır?" sorusuna Hz. Peygamber'in verdiği "Hem de en üstünü!" şeklindeki cevap (VIII, 108), hasenenin, kelime-i tevhidi de içine alan geniş kapsamlı bir kavram olduğunu göstermektedir.

Burada da görüldüğü gibi bazı ayet ve hadislerde kötülüğün karşılığının dengi ile, iyiliğin karşılığınınsa fazlasıyla verileceği bildirilmiş; bu fazlalık yukarıdaki ayette "on misli" olarak belirtilmiştir. Diğer ayetlerde ise, böyle bir miktar belirtilmeden hasenenin "kat kat fazlasıyla" (Nisa 4/40), "daha iyisiyle" (Neml 27/89), "daha güzeliyle" (Şûra 42/23) karşılık bulacağı bildirilmekle yetinilir. Bütün ilgili kaynaklarda, 160. ayete dayanılarak, bir iyiliğin mükafatının en az on misli fazla olacağı, ikinci ayetler grubunun bundan daha büyük miktarları gösterdiği ifade edilmiştir. Hatta Enes b. Malik'in rivayet ettiği bir hadiste, cennet ehlinin dilekleri üzerine Hz. Peygamber'in şefaati sayesinde, "kalbinde zerre kadar bir hayır (iman) bulunan kimse"nin bile cehennemden kurtulacağı bildirilmiştir (Buharî, "Tevhîd", 19; Müslim, "Îman", 304).

Hadis şarihlerinin ayrıntılı olarak incelediği (mesela bk. Nevevî, Şerhu Müslim, I, 148-152; İbn Hacer, Fethu'l-barî, XXIV, 115-123) bazı hadislere göre istenip de yapılmayan kötülük yazılmayacak, yapılan da bir tek kötülük olarak yazılacak; buna mukabil yine istenip de yapılmayan iyilik bir iyilik olarak, yapılan da on mislinden 700 misline kadar katlanarak yazılacaktır. Bu hadislerin birinde "700 misli"nden sonra bir de "daha çok katlanarak" ifadesi yer alır (Buharî "Rikåk", 31; "Tevhîd", 35; Müslim, "Îman", 203-207). İbn Hacer'in oldukça makul gelen bir görüşüne göre iyilik, bir fiil ve davranış olarak 700 misline kadar ödüllendirilir. Şu var ki, bu davranışın arkasındaki iyi niyet, ihlas, azim ve kararlılık, gönül huzuru gibi yüksek duygu ve düşüncelere, ayrıca yapılan işin kalitesine, hayır ve menfaatinin kapsamına vb. müsbet niteliklerine göre ecri de yüksek olur (Fethu'l-barî, XXIV, 118).

Şuna da işaret etmek gerekir ki, daha başka benzerleri yanında, özellikle "Kim (ilahî huzura) iyilikle gelirse ona daha iyisi verilir... Ama kimler de kötülükle gelirse işte onlar yüzüstü cehenneme atılırlar. Yaptıklarınızın karşılığından başkasını mı göreceksiniz?" (Neml 27/89-90) mealindeki ayetle Kasas sûresinin aynı mahiyetteki 84. ayetini dikkate alarak iyiliklerin karşılığının fazlasıyla verilmesi, şefaat ve af gibi konularda, insanları dinî ve ahlakî görevlerini ihmal etmeye kadar götürebilecek aşırı iyimserliklerden, boş ümitlerden de kaçınmak gerekmektedir.

"Millet-i İbrahîm" ifadesi, başta tevhid inancı olmak üzere bütün peygamberlerin benimseyip tebliğ ettikleri ilahî ve değişmez ilkeleri, mesajları kapsar ve genellikle Hz. Muhammed'in yeni bir din uydurmadığı, aksine bütün hak dinlerde var olduğu halde unutulmuş veya tahrif edilmiş bulunan evrensel ilkeleri benimseyip tebliğ ettiği ve bu bakımdan geçmiş peygamberlerin bir devamı olduğu fikrini vurgular. Nüsük kelimesi hem genel olarak "tapınma" hem de özellikle "kurban" anlamına gelir. Burada müfessirlerce her iki mana da verilmiştir. Halîfe ise "birinin ardından gelen, onun yerini alan" demektir (halîfe teriminin anlamları konusunda ayrıntılı bilgi için bk. Bakara 2/30).

Sûrenin başından itibaren Allah'ın varlığı, birliği, ilim, irade ve kudretinin genişliği ve her yönden mükemmelliği ile İslam'ın hak din, Hz. Muhammed'in de hak peygamber olduğu; ayrıca İslam'a aykırı bütün yolların batıl olduğu ve bunların insanlara dünyaları için de ahiretleri için de asla hayır getirmeyeceği hususunda, peşin yargılı olmayanlar için en doyurucu ve en ikna edici açıklamalar yapıldıktan, deliller verildikten sonra, bu son ayetlerde de sonuç mahiyetindeki ifadeler yer almaktadır. Bu ifadelerde Hz. Peygamber'e hitaben, insanlar ister inansınlar ister inanmasınlar, kendisinin Allah'ın lutfettiği hidayet sayesinde, belli başlı ilkelerine bu sûrede de yer verilen dosdoğru yolda bulunduğunu, itikadî ve amelî hükümleriyle gerçek, düzgün ve sapasağlam bir dine bağlandığını; bunun, hem Araplar'ın hem de yahudiler ve hıristiyanların sözde inandıkları İbrahim'in, batıl inanç ve uygulamalardan münezzeh olan tevhid dini olduğunu; müşriklerin putlara tapmalarına karşılık kendisinin namazıyla, niyazıyla, kurbanıyla ölümüne kadar bütün varlığıyla hayatını Allah'a adadığını ve bu inançları taşıyan ilk müslüman olduğunu, bu sebeple de Allah'tan başka birini asla tanrı tanımayacağını tam bir inanç ve güvenle açıklaması emrolunmaktadır. Kuşkusuz bu, esas itibariyle bütün müslümanlara yönelik bir buyruktur. Herkes kendi ettiklerinin karşılığını görecek, kimse kimsenin vebalini yüklenmeyecektir. Hz. Peygamber tebliğini yapmış, görevini eksiksiz yerine getirmiştir; bu sebeple inkar ve kötülüklerde direnenler sonunda Allah'ın huzuruna varacak ve müslümanlarla tartışmaya kalkışıp inkar ettikleri gerçeği o zaman Allah kendilerine apaçık bildirecektir.

Son ayette Allah, gerek bütün insanlara gerekse insanların bir kısmına bahşettiği üstünlüğü ve seçkin nimetleri hatırlatmaktadır. Buna göre yeryüzünde birçok canlının nesli kesildiği halde yüce Allah, peş peşe yarattığı nesillerle insanları birbirine halef kılmış; dünyayı insanla şenlendirmiş, onları yeryüzünün seçkin varlıkları yapmıştır; ayrıca kimi insanlara, diğerlerine nisbetle dünyevî bakımdan üstün dereceler de vermiştir. Ama bunların hepsi bir imtihan içindir; hepsinin hesabı, sorumluluğu vardır.

Bu son ayetle dolaylı olarak, nesilleri birbiri peşine getirerek insan soyunu kıyamete kadar devam ettiren Allah'ın onları ahiret hayatı için yeniden yaratmaya ve hesaba çekmeye de kadir olduğu hatırlatılmakta ve nihayet Allah'ın cezalandırmasının çok çabuk olduğu uyarısıyla inkarda ısrar edenler bir defa daha uyarılırken, O'nun bağışlayıcı ve esirgeyici olduğu müjdesiyle de müminler sevindirilmektedir.

İLGİLİ HABERLER

>>YASİN SURESİ
>>NAZAR DUASI
>>FETİH SURESİ
>>MERYEM SURESİ
>>VAKIA SURESİ
>>İSMİ AZAM DUASI
>>TAHA SURESİ
>>LEV ENZELNA
>>HAŞR SURESİ
>>FELAK NAS SURELERİ