Trend

Kaf Suresi nasıl tefsir edilir?

Nasıl ki surelerin meallerine bakarken iniş sebeplerinin de bilinmesi de gerekiyorsa tefsirini bilmekte hepsinden daha faziletli ve Kur-an''ı anlamak ve anlatmak istediğini öğrenmek açısından o kadar önemlidir. Bu yeni başlayacağımız tefsir bölümünde 114 surenin de yapılan tefsirlerini sizlere sunmaya çalışacağız. Kaf Suresinin tefsiri nedir? İşte mübarek Müslümana yol gösterici Kur-an''daki Kaf Suresinin tefsirini haberimizde okuyabilirsiniz.

Nasıl ki surelerin meallerine bakarken iniş sebeplerinin de bilinmesi de gerekiyorsa tefsirini bilmekte hepsinden daha faziletli ve Kur-an'ı anlamak ve anlatmak istediğini öğrenmek açısından o kadar önemlidir. Bu yeni başlayacağımız tefsir bölümünde 114 surenin de yapılan tefsirlerini sizlere sunmaya çalışacağız. Kaf Suresinin tefsiri nedir? İşte mübarek Müslümana yol gösterici Kur-an'daki Kaf Suresinin tefsirini haberimizde okuyabilirsiniz.

Kaf Suresi 1-11. ayet

Kāf. Şanı yüce Kur'an'a yemin olsun!

Kafirler, içlerinden bir uyarıcının gelmesine şaştılar da, "Bu tuhaf bir şey, öldükten ve toprak olduktan sonra mı (dirileceğiz)? Bu olmayacak bir dönüş!" dediler.

Yerin onlardan neyi eksilttiğini (çürüttüğünü) bilmekteyiz; bizde her şeyi saklayan bir kayıt vardır.

Ayrıca bunlar gerçeği kendilerine geldiğinde hemen yalanladılar; tam bir tutarsızlık içindeler.

Üstlerindeki göğe bakmıyorlar mı? Hiçbir kusuru olmaksızın onu nasıl kurduk, nasıl süsledik.

Yeryüzünü de düzledik, üzerine sarsılmaz dağlar yerleştirdik, orada her türden güzel bitkiler yetiştirdik;

Bize yönelen her kula aydınlatıcı ve hatırlatıcı olsun diye.

Gökten bereketli yağmurlar indirdik, onunla nice bahçeler ve hasat edilen tahıllar yetiştirdik.

Bir de salkım salkım meyvesiyle göğe uzanan hurma ağaçları...

Hepsi kullara rızık olsun diye. O yağmurla ölü toprağa can verdik. İşte insanların mezardan çıkışları da böyle olacak.

Hz. Peygamber'in Kur'an (vahiy) yoluyla alıp tebliğ ettiği inanç esasları içinde en önemlileri; bir tek Allah'a kulluk (tevhid) ve öldükten sonra yeniden dirilme, hesap verme, cennet veya cehenneme girmedir (ahiret). Müşriklerin yeniden dirilişi inkar etmeleri üzerine onları ikna etmek maksadıyla Allah'ın ilmine, kudretine dikkat çekilmekte; insanlar ilk yaratılış ile çevrelerinde olup bitenlere, içinde yüzdükleri nimetlere bakarak yeniden yaratma ve diriltmenin mümkün olduğu konusunda düşünmeye teşvik edilmektedir. Müşriklerin hep tekrarladıkları bir şüpheleri vardır: "Çürüyüp dağılmış, başka maddelere dönüşmüş bedene can vermek nasıl mümkün olabilir?" Kur'an'ın bu şüpheye karşı ileri sürdüğü delilin iki önemli unsuru vardır: 1. Her şeyi yok iken var eden Allah yeniden var etmeye elbette kadirdir. 2. Ölen insanda neyin kaldığını, neyin eksildiğini, nelerin başka maddelere dönüştüğünü Allah eksiksiz olarak bilmektedir; bunların benzerini yaratmak ve ruhu bu bedene iade etmek O'nun için zor değildir.

774 yılında (1372) vefat eden tarihçi ve tefsirci İbn Kesîr 1. ayetin tefsirinde "Kaf"ı açıklarken, gelenekte ilim, tenkit ve aklın ne ölçülerde kullanıldığını gösteren şu önemli tesbit ve görüşleri ortaya koymuştur: "Eskilerden (selef) bazıları –Arap alfabesinden bir harf olan– Kaf'ın bir dağ olduğunu ve bütün dünyayı kuşattığını... ifade etmişlerdir. Sanırım bu da, Ehl-i kitap'tan bazı şeylerin alınıp nakledilebileceği görüşüne dayalı olarak İsrailoğulları'ndan (İsrailiyat'tan) alınmıştır. Bana göre bu gibi sözler, onların zındıkları tarafından, insanların din konusundaki bilgi ve inançlarını bozmak için uydurulmuştur. Bizim ümmetimizde bile bu kadar büyük din alimleri, önderleri, hadis uzmanları bulunduğu ve aradan da fazla zaman geçmediği halde Peygamberimiz adına hadis uydurulduğuna göre –peygamberlerinden sonra bu kadar zamanın gelip geçtiği, alimlerinin kitabı tahrif ettiği ve fasıklığa saptığı bilinen– İsrailoğulları'nda bu gibi hurafelerin uydurulup yayılması tabiidir. İsrailoğulları'ndan bazı şeylerin nakledilebileceğini söyleyen rivayet, aklın caiz gördüğü haber ve bilgilerle sınırlıdır. Akıl yönünden imkansız ve asılsız olduğu açık olan, yalan olduğu konusunda kuvvetli kanaat bulunan hurafeler bu cevaz (nakledilmesi caiz görülen haberler ve bilgiler) sınırı içine girmez" (VI, 395).

Kaf Suresi 12-35. ayet

Bunlardan önce Nûh kavmi, Ress ve Semûd halkı,

Âd, Firavun ve Lût'un kardeşleri,

Eykeliler ve Tübba' kavmi de yalanlamışlar, hepsi peygamberleri yalancılıkla suçlamıştı; sonunda onları uyardığım şey başlarına geldi.

Düşünseler ya, ilk yaratışta acze düştük mü? Buna rağmen onlar yeni bir yaratma konusunda şüphe içindeler.

İnsanı biz yarattık ve elbette içinden geçenleri biliriz; sağında solunda oturmuş iki alıcı (yaptığını) alıp kaydederken biz ona şah damarından daha yakınız.

O hiçbir söz söylemez ki yanında çok dikkatli bir gözetleyici olmasın!

Bu durumda iken ölüm sarhoşluğu kaçınılamaz bir gerçek olarak çöküverir; "İşte bu, senin kendisinden kaçıp durduğun şeydir!"

Derken sûra üfürülür; işte bu, ceza uyarısı yapılmış olan gündür.

Her şahıs, yanında bir sürücü, bir de şahitle gelir.

(Ona şöyle seslenilir:) "Sen bu konuda tam bir gaflet içindeydin, artık gözünden perdeni kaldırdık, şimdi gözün keskindir."

Arkadaşı (melek), "İşte hep beraber olduğum şahıs burada" der.

(Ve şu emir gelir:) "Atın cehenneme her inatçı kafiri! İyiliği engelleyen, hak tanımayan, insanları şüpheye düşüren, Allah'ın yanına başka bir tanrı daha koyan kimseyi, atın onu dayanılmaz azaba!"

Yandaşı (şeytan), "Rabbim! Onu ben azdırmadım, o kendisi apaçık bir sapkınlık içinde idi" der.

Allah şöyle buyurur: "Huzurumda tartışmayın, sizi daha önce uyarmıştım.

Bende söz değişmez ve ben asla kullara zulmetmem."

O gün cehenneme "Doldun mu?" diyeceğiz; cevap verecek: "Daha yok mu?"

Allah'a itaatsizlikten sakınanlar için de cennet, iyice yakınlarına getirilecek.

Ve kendilerine şöyle denecektir: "İşte sizlere; daima Allah'a yönelen, O'nu aklından çıkarmayan, görmediği halde rahmandan çekinen ve tamamen rabbine dönük bir kalp ile gelen kimseye vaad edilen cennet!

Oraya esenlikle girin, bu sonsuza kadar sürecek gündür."

Orada istedikleri her şey onlarındır, üstelik katımızda fazlası da vardır.

Burada adı geçen topluluklar (ümmetler, kavimler, kabileler) tıpkı Mekke müşrikleri gibi peygamberlerini yalanlamış, onlara inanmamış, tevhid inancının yayılmasını engellemek üzere mücadele vermiş, fakat sonunda mağlûp ve perişan olmuşlar, ahiretten önce dünyada cezalarını bulmuşlardır. Bunlar anılarak bir yandan müşrikler uyarılmakta, bir yandan da Peygamberimize moral verilmektedir. Burada anılan topluluklar hakkında aşağıda gösterilen yerlerde bilgi verilmiştir:

Nûh: Yûnus 10/71-74; Hûd 11/25; Ress (Arabistan'ın orta bölgesinde yaşamış, Semûd kavminin Nabatî koluna bağlı bir topluluktur): Furkan 25/38; Semûd (Âd kavminin bir kolu olup Kur'an'ın atıf yaptığı dönemde Hicaz'ın Suriye sınırına yakın bir yerinde oturuyorlardı): A'raf 7/73; Lût'un kardeşleri (Lût peygamberin mensup bulunduğu topluluk kastedildiği için bu ifade kullanılmıştır): Hûd 11/70; Hicr 15/61-62; Eyke halkı (Tevrat'ta Midian şeklinde geçen Medyenliler'dir): Şuara 26/176-177; Tübba': Duhan 44/37; Âd: A'raf 7/65; Firavun: A'raf 7/103; Yûnus 10/75-93; Taha 20/25.

"İlk yaratışta acze düştük mü?" şeklinde çevirdiğimiz cümleyi, "İlk yaratma sebebiyle yorgun mu düştük?" diye çevirmek de mümkündür. Bu takdirde, Allah'ın evreni altı günde yarattığı ve yorulduğu için yedinci gün dinlenmeye çekildiği" şeklindeki yahudi inancı, ileride 38. ayette gelecek olan açık ifadeden önce burada da üstü kapalı olarak reddedilmektedir.

Ölümden sonra diriliş ve ahiret hayatı hakkındaki haberler karşısında tereddüde düşen ve bunları inkar edenlere önce akıllarını kullanarak düşünmeleri tavsiye edilmiş ve bu düşünceyi sağlıklı bir sonuca ulaştırabilmeleri için de bazı ipuçları verilmişti. Bu gruptaki ayetlerde ise, "vukuu, imkanın en güçlü delili olduğu, yani bir şeyin fiilen gerçekleşmiş bulunması, onun olabilirliğini gösteren en güçlü kanıt" olduğu için insanın ölümünden başlayarak karşılaşacağı olaylar ve oluşlar sıralanmıştır.

Muhammed Esed gibi bazı yorumcular, bu ayetlerde geçen "iki alıcı, arkadaş, sürücü ve tanık" gibi kelimeleri insanın dışındaki şuurlu varlıklar olarak değil, içindeki duygular, içgüdüsel dürtüler ve arzular ile akıl olarak yorumlamışlardır. İfade (lafız) bu yoruma müsait olmadığı için de zorlanmışlardır. Bize göre Kur'an'da, insanın içindeki duygular, içgüdüler, dürtüler ile sağduyu, kendilerine mahsus kelimelerle (nefis, kalp, basar, basiret, heva, tefekkür, akıl ...) anlatılmış, bunların işlevleri ve işleyiş biçimleri hakkında yeterli bilgi verilmiştir. Yine Kur'an'da insanı dışarıdan etkileyen insan, cin, şeytan, arkadaş ve meleklerden de söz edilmiştir. Bunların birini diğerine indirgemek, bir kısmıyla diğerlerinin kastedildiğini söylemek için makul ve haklı bir sebep yoktur. Melek başka, akıl ve sağ duyu başkadır; şeytan başka, nefis ve heva başkadır. Âyetlerin oluşturduğu tablo şöyledir: İnsanı yok iken yaratan Allah onun içini dışını, bütün gizliliklerini bilmektedir. İnsanların sağ ve sollarında bulunan, yapıp ettiklerini eksiksiz kaydetmekle yükümlü bulunan iki melek bu işi, "haşa Allah bilsin veya unutmasın diye değil", kullar için bir belge olsun diye kaydetmektedir. Onlar bu kayıt işlemini yaparken, insana kendinden daha yakın olan Allah zaten her şeyi bilmektedir. Bir gün ecel gelip insan son anlarını yaşarken dünya ile şuur bağlantısı kesilecek, sekerat (ölüm sarhoşluğu) hali yaşanacaktır. Ölüm vuku bulduktan sonra insanlar, diriliş borusu çalınıncaya kadar kabir (berzah) aleminde kalacaklar, dirilişten sonra mahşerde toplanacaklar, dünyada göremedikleri bir kısım gerçekleri (gayb alemine ait olayları, melekleri, şeytanları) açıkça görecek, Kur'an'ın söylediklerinin doğru olduğunu gözlemleyerek anlayacaklardır. Sonra yanlarında bir "sürücü melek" (adeta zaptiye, jandarma) bir de "tanık" (yazıcı melek veya amel defteri) ile teker teker ilahî huzura alınacak, suçu başkalarına (mesela şeytana) atmak suretiyle yapacağı savunmaya cevap verilecek, insanlar neyi hak ettiklerini anladıktan sonra cehenneme veya cennete gireceklerdir. Cehenneme gireceklerin yüzlerine karşı hüküm okunurken hangi suçlardan ve günahlardan dolayı bu cezayı hak ettikleri ibret verici bir üslûpla açıklanmaktadır: Küfür ve inkarda inat ve ısrar etmek, iyiliği engellemek, hak tanımamak, hakka tecavüz etmek, insanların inançlarını sarsmak için faaliyet göstermek, hepsinden ağır olarak da tevhid inancından sapmak, Allah'a ortak koşmak.

27. ayette insanın yandaşı ile aralarında geçen tartışma, İbrahim sûresinde (14/22), yandaşın kim olduğu da açıklanarak şöyle anlatılmıştır: "Allah'ın hükmü yerine getirilince şeytan şöyle der: 'Şüphesiz Allah size gerçek bir vaadde bulunmuştu; ben de size bir söz verdim ama yalancı çıktım. Aslında benim sizi zorlayacak gücüm yoktu; benim yaptığım size çağrıda bulunmaktan ibarettir; siz de benim çağrıma uydunuz. O halde beni kınamayın, kendinizi kınayın. Ne ben sizi kurtarabilirim, ne de siz beni kurtarabilirsiniz. Ben daha önce de beni Allah'a ortak koşmanızı reddetmiştim.' Doğrusu zalimler için elem verici bir azap vardır." 35. ayette, "Üstelik katımızda fazlası da vardır" buyuruluyor. İnsanlar dünyada kendilerine verilen bilme ve anlama kabiliyetine göre nimet talebinde bulunuyor, mutluluğa vesile olacak şeyler istiyorlar. Halbuki ebedî alemde insanları mutlu kılacak manevî nimetler, dünyada bilinen, düşünülen, hayal edilen ve istenenlerle sınırlı değildir; orada rıdvan (Allah'ın razı olduğunu ilan etmesinden hasıl olan hal, kemal ve zevk), müşahede-i cemal (Allah'ı nasıllık ve niceliğin ötesinde bir idrak ile görmek) gibi saadet vesileleri vardır.

Kaf Suresi 36-42. ayet

Kendilerinden önce, onlardan daha güçlü olup yeryüzünde şehirler kurarak aralarında gidip gelen nice toplulukları yok ettik. Kurtuluş var mı?

Aklı olan veya şuurlu olarak söze kulak veren kimse için bunda büyük ibret vardır.

Gökleri ve yeri altı günde yarattık da en küçük bir yorgunluk çekmedik.

Resulüm! Sen onların söylediklerini sabırla karşıla; güneş doğmadan ve batmadan önce rabbini övgü ve tesbih ile an.

Gecenin bir kısmında ve secdelerin ardından da O'nu tenzih eyle.

Seslenenin, yakın bir yerden seslendiği gün için dinlemede ol.

O dirilten sesi gerçekten işittikleri gün, işte o (ebedî hayata) çıkış günüdür.

Bu sûrede olduğu gibi başkalarında da, Hz. Peygamber'in muhatabı olan Araplar'dan önce gelip geçmiş topluluklara ve medeniyetlere işaret edilmiş; çok güçlü kavimlerin, bazan izleri bile kalmaksızın yok olup gittikleri, güçlerinin, ihtişamlarının, bilgi ve becerilerinin korkunç akıbetlerini engelleyemediği anlatılmıştır. Bu anlatılanlardan ve tarih bilgisinden istifade edebilmek ve ibret alabilmek için ya insanda gördüklerini değerlendirerek sonuç çıkarabilecek bir aklî kapasiteye ya da anlatılanları peşin hükümden ve şartlanmışlıklardan arınarak dinlemeye ihtiyaç vardır. Bütün marifet ve sorumluluk tebliğ edende, anlatanda değildir, dinleyene de iş düşmektedir.

Eldeki Tevrat nüshalarında Allah'ın evreni altı günde yarattığı, yedinci gün –yaratmayı bitirmiş olduğu için– istirahat ettiği ve o günü kutsal kıldığı yazılmıştır (Tekvin, 1-2). Konumuz olan ayette ise göklerin ve yerin altı günde yaratıldığı gerçeği teyit edilmekte, fakat yedinci gün dinlenme haberi ve inancı reddedilmektedir; çünkü yorulma ve dinlenme kavramları Allah'ın bildirdiği yüce sıfatlarına ters düşmektedir. Yerin ve göklerin altı günde yaratılması da yoruma açık bir ifadedir. Bu sözü lugat manasıyla alıp dünyevî zaman ölçülerine göre yirmi dörder saatten oluşan altı gün şeklinde değerlendirmek de doğru olmaz (bu konuda bilgi için bk. A'raf, 7/54).

Sûre Mekke'de nazil olduğuna ve bu sırada henüz beş vakit namaz farz kılınmadığına göre, ayetlerde zikredilen vakitlerde Allah'ı hamd ve tesbih (tenzih) ile anmayı, nafile namaz veya doğrudan zihin ve dil ile anma şeklinde anlamak bize göre en doğrusudur. Tefsircilerin bir kısmı, güneş doğmadan önceki hamd ve tesbihi sabah namazı, batmadan öncekini öğle ve ikindi namazları, gecenin bir kısmındakini akşam ve yatsı namazları, secdelerin ardından yapılması istenen tesbihi ise nafile (sünnet) namazları olarak yorumlamışlardır. Bu anlayışın doğru olabilmesi için beş vakit namazın Mekke döneminde –alıştırmak üzere– nafile olarak tavsiye edildiğini, Medine'ye hicretten sonra da farz kılındığını varsaymak gerekir. Konuya açıklık getiren sahih hadisler de vardır:

a) Cerîr b. Abdullah isimli sahabî anlatıyor: Hz. Peygamber ile beraber oturuyorduk, dolunayın bulunduğu gece idi, aya baktı ve şöyle buyurdu: "Bakın, şu ayı nasıl görüyorsanız rabbinizi de böyle, zahmet çekmeden göreceksiniz. Güneş doğmadan ve batmadan namaz kılmayı engelleyen şeylerin üstesinden gelebilirseniz kılın." Ravi Cerîr, bununla sabah ve ikindi namazlarının kastedildiğini söylemiş, sonra da açıklamakta olduğumuz ayeti okumuştur (Müslim, "Mesacid", 211). Ravi bu ifadeyi sabah ve ikindi namazları olarak yorumlamış olsa da, "yapabilirseniz, meşgaleleri yenebilirseniz" manasına da gelen şart, kastedilen namazın farz namaz olmadığını göstermektedir.

b) Geceleyin uyanıp da "La ilahe illallahu vahdehû la şerîke leh, lehü'lmülkü ve lehü'l-hamdü ve hüve ala külli şey'in kadîr. Sübhanallahi ve'lhamdü lillahi ve la ilahe illallahu vallahu ekber. Ve la havle ve la kuvvete illa billahi'l-aliyyi'l-azîm" diyen, sonra da bağışlanmayı dileyen bağışlanır, dua edenin duası kabul edilir, abdest alanın (ve namaz kılanın namazı) makbul olur" (Buharî, "Teheccüd", 21). Bu hadis de gece zikrinin (tesbihinin) ne olduğunu açıklamaktadır.

c) Hz. Peygamber'in namazlardan sonra, bugün de söylemeye devam ettiğimiz sözleri (zikir ve tesbihleri) söylediği sahih kaynaklarda yer almaktadır (mesela bk. Müslim, "Mesacid", 135-146). Vahiy dilinde namaz, secde kelimesiyle de ifade edilmektedir, her secdeden sonra yapılacak zikir ve tesbihin ne olduğu da bu hadislerden anlaşılmaktadır.

Müşriklerin sözlü sataşmalarına ve iftiralarına karşı sabır tavsiye edilirken arkasından namaz ve zikir tedbirine yer verilmesi, namaz ve zikirle (Allah'ı anma, O'nunla gönül ve şuur ilişkisini diri tutma) sabır, direnme ve dayanma arasında sıkı bir ilişkinin bulunduğunu göstermektedir.

Bu iki ayet aynı olayı anlatan ayetler olarak alınırsa Peygamber efendimizin sûru dinlemesi emredilmiş olmaktadır. O anda sûra üfürülmediğine (diriliş borusu çalınmadığına) göre, bundan maksat kıyametin yakın olduğunu anlatmaktır. Nidanın yakın bir yerden gelmesi de, bütün yeryüzündeki insanlara seslenildiği halde her bir ferdin bu seslenişi kulağının dibinde imiş gibi açık, net ve yakından duyacağını ifade etmektedir. Bu iki ayetten birincisi Hz. Peygamber'in hayatında olan seslenişle, ikincisi ise kıyamet seslenişi ile ilgili olarak yorumlanırsa, Hz. Peygamber'in kulak vereceği seslenişi vahiy olarak anlamak gerekecektir.

"Çıkış günü" temsilî olarak dirilerek kabirlerden çıkmayı (ba'sü ba'de'lmevt) ifade etmektedir. Bunu "fani dünyadan ebedî aleme intikal" şeklinde anlamak da mümkündür.

Kaf Suresi 43-42. ayet

Biz, ancak biz hayat verir ve öldürürüz, dönüş de elbet bizedir.

Yerküre kendilerinden ayrılıp paramparça olduğu gün göz açıp kapayıncaya kadar (o seslenene yöneleceklerdir); bu bizim için çok kolay bir toplamadır.

Onların ne dediklerini biz daha iyi biliyoruz. Sen onları zorlamakla görevli değilsin, ceza uyarımızdan kaygı duyanlara Kur'an'ı durmadan oku!

"Göz açıp yumuncaya kadar", çabucak olacak şey nedir? Bu konuda üç yorum yapılabilir: 1. Yerkürenin çabucak yarılıp parçalanarak dağılması. 2. Kabirlerin kısa bir sürede açılıp içindekilerin dirilerek çıkmaları. 3. Yerküre parçalanıp dağılırken Allah'ın, dirilttiği kullarını göz açıp yumuncaya kadar mahşerde toplaması. Biz mealde ikinci yorumu tercih etmiş olduk.

Müşrikler, Hz. Peygamber hakkında çeşitli söylentiler çıkarıyor, "deli, şair, masalcı..." diyorlar, bu da onu üzüyordu. Allah Teala "Onların ne dediklerini biz daha iyi biliyoruz" buyurarak peygamberini teskin etmekte, bütün yapıp ettikleri karşısında onlara imkan ve özgürlük vermesinin bir hikmeti olduğuna dikkat çekmektedir. Bu arada peygamberin görevi, insanları imana ve dini hayata zorlamak değil, Kur'an'ı durmadan okuyarak, açıklayarak tebliğde bulunmak, insanları dine ve hakka çağırmaktır.

Kur'an'ın Allah nezdindeki değerine dikkat çekerek başlayan sûrenin, yine Kur'an'ın dini tebliğdeki önemine ve yerine işaret ederek son bulması, tebliğ ve telkinde asıl konuyu vurgulama yöntemi bakımından da ilgi çekicidir.

İLGİLİ HABERLER

>>YASİN SURESİ
>>NAZAR DUASI
>>FETİH SURESİ
>>MERYEM SURESİ
>>VAKIA SURESİ
>>İSMİ AZAM DUASI
>>TAHA SURESİ
>>LEV ENZELNA
>>HAŞR SURESİ
>>FELAK NAS SURELERİ

Asr Suresi nasıl tefsir edilir?

İhlas Suresi tefsiri nedir?

Fatiha Suresi nasıl tefsir edilir?

Felak ve Nas sureleri nasıl tefsir edilir?

Kureyş Suresi tefsiri nedir?

Nasr Suresi tefsiri nedir?

Fil Suresi tefsiri nedir?

Alak Suresi tefsiri nedir?

Fatiha Suresi nasıl tefsir edilir?

Kevser Suresinin tefsiri nedir?

Tebbet Suresi tefsiri nedir?

Kafirun Suresi nasıl tefsir edilir?

Tekasür Suresi nasıl tefsir edilir?

Tin Suresi tefsiri nedir?

Maun Suresi nasıl tefsir edilir?

Karia suresi tefsiri nedir?

Adiyat Suresi nasıl tefsir edilir?

Hümeze Suresi nasıl tefsir edilir?

Kalem Suresi tefsiri nedir?

Zilzal Suresi nasıl tefsir edilir?

Beyyine Suresi nasıl tefsir edilir?

Kadir Suresi nasıl tefsir edilir?

İnşirah Suresi nasıl tefsir edilir?

Duha Suresi nasıl tefsir edilir?

Leyl Suresi nasıl tefsir edilir?

Şems Suresi nasıl tefsir edilir?

Beled Suresi nasıl tefsir edilir?

Fecr Suresi nasıl tefsir edilir?

Gaşiye Suresi nasıl tefsir edilir?

A'la Suresi nasıl tefsir edilir?

Tarık Suresi nasıl tefsir edilir?

Burûc Suresi nasıl tefsir edilir?

İnşikak Suresi nasıl tefsir edilir?

Mutaffifîn Suresi nasıl tefsir edilir?

İnfitar Suresi nasıl tefsir edilir?

Tekvir Suresi nasıl tefsir edilir?

Abese Suresi nasıl tefsir edilir?

Naziat Suresi nasıl tefsir edilir?