Dolar (USD)
32.50
Euro (EUR)
34.75
Gram Altın
2440.00
BIST 100
9915.62
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

05 Mart 2019

Belediyecilik hikayemiz (5)

Şehirlerin tarihini korumak ve yeni bir tarih yazmak adına, geçmiş tarihimizin sözler ve sunulan projeler ile korunduğuna dair ortada bir yaklaşım görünmekle birlikte politik iddiaların büyüklüğünden kaynaklanan bir “en”ler kaosu ve metaforu yaşanmaktadır. En büyük bina, en yüksek kule, en uzun köprü, en geniş yol ve benzeri kavramlar ile ortaya konan eserler varlıkları ile tartışma konusu oluşturmaktadır. Bu büyük iddialar eski eser yapıları ve yoğunlukta olduğu tarihi bölgeleri baskı altına almakta ve yok olmalarına sebep olmaktadır. Bu konudaki son olumsuz örneklerden biri de Süleymaniye semtindeki yaklaşık 600 ahşap yapının Katarlı bir yatırım firmasına satıldıktan sonra bölgedeki “tarihi yapıların yıkılarak aslına uygun şekilde yapılacağı” söylemidir. Hedeflenenin ecdadımız Osmanlı gibi yapmak olduğu söylemlerinin sonunda tarihi bölgeler dahil her tarafımızın yoğun betonarme bir yapılaşma ile sarıldığı da ortadadır.

Bununla birlikte Türkiye’nin her yerine birbirinin aynısı ve kötü Osmanlı Selçuklu kopyası Adalet Sarayları yapmak, tarihi Bursa’nın merkezine yüksek konutları kondurmak, İstanbul’a Çamlıca kulesini dikmek, geleneksel taklidi kötü cami örneklerini ülkemizin her yerine inşa etmek bunlara örnek verilebilir.

Ayrıca bir kısım belediyeler tarafından çağdaşlık ve modernlik adına yapılan kurgusu ve kültürel arka planı zayıf ve sakil uygulamalar da toplumsal gerçeklikle bağdaşmamaktadır.

Şehirlerin tarihi bölgelerinin ve eski eser yapılarının rant baskısında kalması dünya görüşü fark etmeksizin toplumumuzun tüm taraflarının ortak yarası ve günahıdır. Acil olarak ortak bir çözüm yolu bulunmalıdır.

Bir de belediyeler ile halk arasındaki ilişkide ‘derinlik ve kuşatıcılık’ barındırmayan bir durum vardır. Bunun en bariz örneği “Her şey … halkı için” şeklinde kullanılan bir söylemdir. Ancak bu söylem gerçeği yansıtmamaktadır. Ülkemizde uzun yıllar aynı kişilerin belediye başkanlığı yapmasından dolayı “metal yorgunluğu” açıklaması bile yapılmıştır. Bu açıklama bile sorunu yeterince ifade etmemekte, var olan sorunu yumuşak bir şekilde tariflemektedir. Ortada ciddi bir “güç zehirlenmesi” bulunmaktadır ve bunun çözümü: 1990’lı yıllardaki yine aynı siyasi ekibin kullandığı, sorunların daha bina girişinde çözüldüğü bir yöntem olan “beyaz masa” benzeri bir tavra geri dönmektedir. Ayrıca Hz. Ömer’in (RA) “kamu yöneticileri görevi sırasında zenginleşemez” düsturunun yaşatılması çok önemlidir. Ayrıca siyasi rekabetten dolayı yok olduğunu zannettiğimiz din ve gelenek düşmanlığı geleceğimize dair bir tehlike ve çatışma alanı olarak pusuda beklemektedir. Bununla birlikte yapılacak belediye seçimleri çok ciddi bir kutuplaşma unsuru olarak önümüzde durmaktadır.

Ülkemizdeki siyasal kutuplaşma yöneticiler ile halk arasında ve farklı partilere oy veren farklı toplum katmanlarında derin uçurumlar oluşturmaktadır. Bu durum potansiyel bir çatışma unsuru ve milletimiz açısından açık pozisyondur.

Tüm bunların yanında propagandaya dönük yapılan vaadlerin ve hizmetlerin türü, gerekliliği, büyüklüğü ve bütçesi hususundaki yerindelik denetimi yeterince sağlanamamakta, sorunlar sürekli büyüyerek geleceğe bırakılmaktadır.