Dolar (USD)
32.24
Euro (EUR)
35.08
Gram Altın
2482.16
BIST 100
10158.63
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

12 Şubat 2019

Belediyecilik hikâyemiz en başından (2)

Ülkemizde modernleşmenin gerçekleşmesi “şehirlerde tarihi yapıların yıkılması ve geleneksel şehirlere geniş bulvarlar açılması” şeklinde olmuştur. Halk nezdinde de bu durum, “belediyeciler imar için yıkım yaptılar” şeklinde dillendirilmiştir.

Tek Parti dönemi ve merkezi teşkilatların dönemin CHP’si üzerinden tüm topluma uyguladığı baskı uygulamaları 1950’li yılların sonlarına kadar devam etmiştir. Belediyeler valiliklerden ancak 1957 yılında çıkarılan kanun ile ayrılabilmişlerdir.

Bu açıdan belediyeler hep “merkezi idarenin bir şubesi” olarak hizmet vermiştir.

Örneğin bu dönemde belediye başkanları doğrudan seçilmek yerine ya belediye meclisinden seçilmiş ya da merkezi hükümet tarafından atanmıştır. Belediye başkanlarının doğrudan seçilmesi ilk kez 27 Temmuz 1963 tarihli ve 307 sayılı kanun ile gerçekleşmiştir.

Bu arada 1961 Anayasası belediyelere geniş yetkiler tanımıştır.

Bu geniş yetkiler 1970’li yıllarda demokratik sol belediyeciliği getirmiş, bu da yine merkezi yönetim ve belediyeler arasında siyasi ve ekonomik çatışmaları doğurmuş ve oluşan kargaşanın devamında 1980 ihtilali yaşanmıştır.

1980’li yıllarda çok kısa bir ANAP belediyeciliği dönemi yaşanmış. Bu dönem için söylenebilecek acı ironik cümle şu şekildedir “yediler ama hizmet ettiler!

Ancak 1960’lardan itibaren 1990’lara kadar köyden kente göç olgusu “gecekondulaşma” ve devamında sürekli “imar aflarını” gündeme getirmiştir.

Bu arada 1990’lar Refah Partisi belediyeciliğini toplumla tanıştırmış ve 2000’lerden itibaren AK Parti belediyeciliği ile günümüze gelinmiştir.

AK Parti dönemi ile birlikte de “sosyal belediyecilik” anlayışı ortaya çıkmış, güçlü iktidar konumlarından kaynaklanan imkânlarla birçok altyapı sorunu çözülmüştür.

Bununla birlikte de toplumu oluşturan tüm katmanlar, taraflar ve siyasi görüşler ile birlikte “gecekondulaşmadan imar rantına, oradan da betonlaşmaya ve yüksek binalara doğru bir evirilme” gerçekleşmiştir.

Belediyelerdeki siyasi algı ve oluşumların şehirlerin kimliklerine etkisinden bahsetmemiz gerekirse, Türkiye’deki siyasi algıyı en basit şekilde sağ ve sol olarak ayırdığımızda, toplumun demografik ve siyasi yapısı o beldedeki belediye başkanını ve partisini belirlemektedir.

Bu da bize belediye hizmetlerindeki yansımasını açığa çıkarmaktadır.

Her şehirde bir Cumhuriyet Meydanı, Atatürk Caddesi bulunmakla birlikte sağ bir belediyede Necip Fazıl Kültür Merkezi, sol bir belediyede ise Nazım Hikmet adlı bir kamu hizmet binası bulunabilmektedir.

Dini hizmetler belediyecilik hizmetlerinin ana görevlerinden olmamakla birlikte genel olarak sağ belediyelerin bulunduğu beldelerde hem imar planlarında hem de fiiliyatta daha çok cami olmakta, sol belediyelerin olduğu yerlerde ezan sesi ve cami varlığı gözle görülür oranda az bulunmaktadır.

Gecekondulaşma olgusu 1970’li yıllarda demokratik sol partileri iktidara getirirken 1990’lardan itibaren sağ belediyeleri iktidara getirmiştir.

Sol belediyelerde köy-kent projeleri gibi çalışmalar varken Refah Partisi ve devamında AK Parti dönemi belediyeciliğinde daha çok sosyal belediyecilik ön plana çıkarılmıştır.

1990’larda sağ belediyelerin uygulaması olarak başlayan iftar çadırları zamanla tüm belediyeler tarafından uygulanır olmuştur.

Sendikacılık genel olarak sol dünya görüşünün bir geleneği olmakla birlikte sağ partilerin belediyeleri kazandığı beldelerde yeni sendikaların kurulduğu görülmektedir.

Bununla birlikte köyden kente göç, modernizm ve beton apartmanlaşma olgusu tüm şehirleri yıkıp geçtiği için ne yazık ki hiçbir siyasi yapı bu duruma çözüm üretememiş ve tüm şehirlerimiz birbirine benzer hale gelmiştir. Bugün Diyarbakır, Kayseri ya da Denizli’yi birbirinden ayıramayacağınız benzerlikte sokak fotoğrafları hafızamızdadır maalesef.

Haftaya devam edelim inşaallah.