Bir gün bu iş bitecek
Bugünkü yazımıza konusu itibariyle guguk kuşunun hikayesini
anlatarak başlamak istiyorum.
Guguk kuşu, farklı ötüşü ile baharın gelişini müjdeleyen kuş
olarak biliniyor. Diğer kuşların yuvasını dağıtma gibi bir özelliğe sahip. Guguk
kuşu yuva yapmaz, kuluçkaya yatmaz. Harika gözlemci özelliğiyle yumurtlama
zamanı gelince etraftaki kuş yuvalarını sabır ve dikkatle gözetler. Hangi kuş
daha güvenli ve sağlam yuva yapmış ve yuvasına daha düşkünse onun yuvasına göz
diker, hedef olarak o yuvayı seçer. Yuvanın sahibi anne kuş yuvasından
uzaklaşır uzaklaşmaz saklandığı yerden hızlıca onun yuvasına gelir ve
yumurtaların arasına sessizce kendi yumurtasını bırakır. Yumurta sayısını
denklemek için de yuva sahibi kuşun yumurtalarından birini yuvadan atar. Sonra
kendi yumurtasıyla hiç ilgilenmez. Yuvanın sahibi kuş yuvasına döndüğünde guguk
kuşunun yumurtasını kendi yumurtasından ayırt edemez çünkü guguk kuşu hangi
yuvaya yumurtasını bırakırsa diğer kuşun yumurtasına bezer renk ve desende
yumurta yumurtlayabiliyor. Zaman içinde
yuvadaki yumurtalar olgunlaşır ve ilk çatlayan yumurta guguk kuşunun yumurtası
olur. Yavru guguk kuşu, anne kuş yuvaya gelmeden onun yumurtalarını yuvadan
aşağıya atar. Anne kuş yumurtadan çıkan guguk kuşunu kendi yavrusu zannederek
özenle besler. Beslenme anne kuştan daha büyük hale gelinceye kadar devam eder.
Guguk kuşu çok sinsidir. Yuvanın sahibi anne kuş yuvaya
geldiğinde boynunu onun getirdiği yiyeceğe uzatır. Kanatlarını aşırı derecede
titreterek ağzını geniş bir şekilde açar ve devamlı olarak çığlık atar. Guguk
kuşu bu uyanıklığı sayesinde yuva sahibi çiften ve çevresindeki kuşlardan
yiyecek desteği alarak iyice palazlanır. Yuvanın sahibi kuş palazlanan guguk
kuşunun kendi yavrusu olmadığını fark ettiğinde ise çoktan iş işten geçmiştir.
Çünkü guguk kuşu ona kafa tutacak ve yuvadan uçabilecek hale gelmiştir artık.
Yuvadan uçmadan önce de doğup büyüdüğü, beslendiği yuvayı dağıtarak uçup gider.
Tarih boyunca siyonist Yahudiler hep bu rolde olmuştur. Nice
yuva dağıtıp ocaklar söndürmüşlerdir. Örgütlü kötülük bugünde insafsız ve
hayasızca saldırılarına devam ediyor. Hep
nankörler, hep iyiliğe köyülükle ve kılıçla karşılık vermişlerdir. Allah, bu
nankörleri, Kur’anda peygamberlerini öldüren kavim olarak faş ediyor.
Tarihi bir anekdot…
Nazi zulmünden kaçan Yahudiler’in bir gemiyle Filistin
kıyılarına bırakıldığı anlatılır, iniş için izin beklerler. Filistinliler’e
yazdıkları pankartla şöyle yalvarırlar.
“Almanlar ailelerimizi yok etti, siz umutlarımızı yok
etmeyin.”
Biz müslümanlar merhamet sahibiyiz. İnancımız bize, kim
olursa olsun zulme uğrayanlara yardım etmeyi emrediyor. Filistinli’lerde aynen
böyle yaparlar. Yahudiler’e kucak açıp sıcak yuvalarına aldılar. Aşlarını ve
ekmeklerini paylaştılar. Filistin şimdi toplu katliamlara uğruyor. Siyonistler
yakıp yıkıyor. Topraklarımızı işgal edip yuvamızı dağıtıyorlar. Dünyada eşi ve
benzerine az rastlanır acılara maruz kalıyoruz!
Zaman zaman, kendi kendime şöyle diyorum. İyi etmedik mi,
onları topraklarımıza almakla yanlış mı yaptık?
Sonra…
Hz. Musa’nın, Firavun’a karşı verdiği mücadele, Firavun’un
zulmüne son vermesi geliyor aklıma, rahatlıyorum.
Evet, bir gün Siyonistler’in kurduğu zulüm düzeni, yıkılmaz
sandıkları kaleler yerle bir olacaktır, inanın. Yeter ki, bedel ödemeyi göze
alalım. Bedel ödenmeden hayatta kalamayız çünkü. Her ne olursa olsun bedelini
ödeyip var olmaya devam edeceğiz.
Yeter ki bizler yapmamız gerekeni yapalım. Susmanın, bir
şeyler yapmamanın suça iştirak olduğunu bilelim.
Gelin, üstat Nuri Pakdil’in dediğini yapalım:
“Bir gün hepimiz ama hepimiz kökten, tabandan esaslı bir
biçimde bir kez öfkelensek bu iş bitecek!”
Olacak, olacak…
Bir gün, Siyonist devlet yıkılacak, az kaldı.