Dolar (USD)
32.50
Euro (EUR)
34.84
Gram Altın
2440.83
BIST 100
9915.62
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

14 Eylül 2017

Bir sepete ne sığar?

Dünyayı bir tarla bildik. Ekip biçilecek ve sonra da terk edilecek bir tarla. Arkaya bakılmadan, bir an önce aslu00ee memlekete dönülmek üzere uğranılmış tarla.

"Burası dünya! Ne çok kıymetlendirdik. Oysa bir tarla idi; ekip biçip gidecektik." diyordu merhum Cahit Zarifoğlu.

Evet, çok kıymetlendirdik! Her şeyin üstünde bir kıymet vermeye başladık sanırım bu dünyaya. Yunus'un şu dörtlüğünü, gözlerimizi dört açıp okuyalım.

"Mal sahibi, mülk sahibi,
Hani bunun ilk sahibi?
Mal da yalan, mülk de yalan,
Var biraz da sen oyalan!.."

Asıl vazifesini unutan insan neleri vazife bilmeye başladı? Bize her gün bahşedilen yirmi dört saati nasıl geçiriyoruz? Şükrünü eda edemediğimiz günlerimiz, hayatımızdan yıldız gibi kayıp gidiyor. Bir gün, o bir gün, mutlaka gelecek! Hayat aslında yaşadığımız andan ibarettir. Bu an, bir bütündür, parçalanamaz. A.Hamdi Tanpınar'ın "Ne İçindeyim Zamanın" şiirinin ilk dörtlüğü hayatımızı, yaşadığımız zamanı anlamamızı sağlar niteliktedir.

"Ne içindeyim zamanın,
Ne de büsbütün dışında;
Yekpare, geniş bir anın
Parçalanmaz akışında."

Tanpınar, Hasan Ali Yücel'e yazdığı bir mektupta "dünyayı eskittiğinden" bahseder. Büyük bir huzursuzluk yaşadığını ve ebediyete kavuşma özlemi olduğunu söyler. Bu dörtlükte Tanpınar'ın şiirlerinde çokça var olan "içe dalma, rüya, zaman" kavramlarını hissediyoruz. Dünyanın çıplaklığını, zamanın ölçülebilir akışını değil de, varlığın ebedu00ee var olduğu, belki de ezel-ebet arasındaki parçalanamayan "anı" yaşamak ister gibidir. Burada başka bir zamana geçiş söz konusudur. Tasavvufta var olan bir mistik haldir aslında.

"Süku00fbt benim dikkatimdir. O içimde, etrafımdaki her aksi kabule hazır bir vazoya benzer." diyor Tanpınar. Dış dünyanın gürültüsünden kaçıp, içe sığınma arzusu daima göze çarpar.

İnsanın düşünme, murakabe hali onu metafizik bir aleme bağlayacaktır. Hayat dediğimiz canlılık da sadece maddu00ee dünyadan ibaret değildir. İnsan aslında bir büyük, bir de küçük dünyadan mürekkeptir. Büyük dünya bizim var olduğumuz alem, küçük dünya ise kendi öz alemimiz. Bu ikisi iç içe geçerek bizim hayatımızı oluşturuyor. Bu nedenle " İnsan şu alem-i kebirin bir misali musağğarıdır." denmektedir. İnsan kainatın en mükemmel meyvesidir. Her güzellik ve özellik insanda cem edilmiştir.

İnsan bu kadar kompleks bir yapıya sahip zamanın içinde bir yolculuk yapıyor. Nereye gidiyoruz? Varlığımız doğumla başlamadı, ölümle de bitmeyecek! Bu yolculukta yükümüzü nasıl taşırız? Mükellefiyetimizi ihmal etmeden arşımız olan kalbimizi nasıl koruruz?

Dünyayı omuzlayıp yürüyeme çalışanlarımız var. Sendeki yük zaten bir dünyadan ibaret, ey insan! Bir de ikinci bir dünyayı nasıl taşırsın?

Bir hamalın, ölen zengin bir adama eşlik etmek amacıyla mezarda geçirdiği ilk gecede bir küfe ile ipin hesabını veremediği hikayeyi biliriz. Güya hamal, zengine yardımcı olacaktı. Üstelik pek mal varlığı da yoktu. Hepi topu ip ve küfe idi.

Mal varlığını bir sepete sığdıran dervişler biliriz. Mesela vefat eden bir alimin sepetinde bulunanlar şunlardı: dört adet sefer tası, bir adet çinko tencere, bir tane küçük çaydanlık, bir ayaklı bardak, iki tane ayaksız bardak, bir adet eski çarşaf, bir eski Frenk gömlek, bir tane eski iç gömlek, sarık üzerine sarılacak bez, üç tane mendil, bir havlu, bir de pamuklu hırka, bir eski gömlek, bir eski çarşaf ve mendil, bir eski bohça, bir adet havlu, bir adet kırık gözlük, bir adet dua kitabı, eski yazı takvim, iki adet kalem"

Zamanın hengamesinde varlık-yokluk mücadelesi verir gibi dünyayı omuzlayıp yürümeye çalışan bizler nasıl hesap veririz. Biraz Yunus gibi, biraz Tanpınar gibi görünen zamanın dışına, daha doğrusu içe doğru seyrüsefer yapmak gerek. Dünyaya azıcık sırtımızı dönsek, onu omuzlamak yerine.

Bizim de bir sepetimiz olmalı. Terekemiz sığmalı bu sepete. Terk ettiklerimizin hepsi sığmalı. İstenirse bir dünya sığar bir sepete. Şimdi bir sepet almak gerek!