Dolar (USD)
32.48
Euro (EUR)
34.67
Gram Altın
2405.78
BIST 100
10045.74
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

26 Şubat 2014

Biten neden İslamcılık olsun?

Türkiye, Şükrü Hanioğlu'nun da yerinde tespitiyle 'seçkinci statü gruplarıyla' 'demokrat muhafazakarlar' arasında yaşanan çatışmadan henüz çıkabilmiş değil. Bu çatışma "kimin nasıl yöneteceği" ile ilgili değil, "kimin yöneteceği" ile ilgili. Bu ise Türkiye'deki demokratikleşme mücadelesinde aktörlerin aldıkları pozisyonları belirliyor. Siyasetin siyaset-dışı ya da dibi görünmeyen mahfillerce dizaynı hiçbir kurala bağlı olmaksızın işliyor. Bu süreç ideal olanın değil konjonktürün belirleyiciliği altında. Şu an içinde bulunduğumuz sancılı süreç tam da sözünü ettiğimiz bu kuralsızlık ile kuşatılmış durumda. Adeta her şeyin 'batınu00ee' bir anlamı var. Dosyalar sadece dosya değil, tapeler sadece tape değil. Hepsi, hedefe yönelmiş adeta birer akıllı füze durumunda. Kuşkusuz hükümetin düzenlemeleri de sadece düzenleme değil. Hükümet yaratılmak istenen kaosu, 'olağanüstü' şartları kontrol altında tutacak araçları temin ederek aşmak istiyor. Görünen o ki seçime kadar fırtına sürecek ve biz bazı şeyleri ancak bu toz bulutu yere indiği zaman tartışabileceğiz.

İslamcılık tartışması

Bu çatışma ortamında gündeme gelen konulardan birisi de İslamcılık tartışması idi. Geçen haftalarda İslamcılık ile ilgili tartışmalara değinerek birkaç yazıya atıf yapmıştım. Bunlar arasında özellikle Zaman Yazarı Mümtaz'er Türköne'nin bir farkı vardı. Törköne ısrarla İslamcılığın bittiğini dile getiriyordu. 17 Aralık'tan çok önce de Mümtaz'er Türköne İslamcılığın bittiğini ilan etmişti. Türköne aktüel çatışmaya İslamcılık üzerinden su taşıma gayretinde; ama ben, konuyu tartışmaya açanın niyetinden bağımsız olarak konun önemli olduğunu düşünenlerdenim. Onun için tartışmanın sürdürülmesi konunun anlamı ile münasip olacak.

İslamcılık tarihu00ee seyri içerisinde üç dönemde değerlendirebilir. İlk dönem, Osmanlının son dönemi. Bir kurtuluş fikri olarak İslamcılığın doğuşu. Bu dönemde temel kaygının devleti kurtarmak olduğunu söyleyebiliriz. Buna modernlik ile yaşanan karşılaşmaya bir cevap üretme çabası da eşlik ediyor. İkinci dönem Osmanlı sonrasına tekabül etmekte. Bu dönem oldukça sancılı. Bu dönemde Türkiye'de devlet, topluma karşı müdanasız bir noktadan kendisini kurarak otoriter bir modernleşmeye yaslandı. Devlet-toplum ilişkisinde toplumun aleyhine gelişen bir kırılma başladı. Dinin toplumsal görünürlüğünün şedit bir biçimde baskılanıp kamusal alanın resmi ideoloji ile barışık yahut bu ideoloji ile devşirilmiş olanlarca temellük edildiği bir vasat ortaya çıktı. Bu yeni vasatta resmi ideoloji tarafından içerilmeyenler, varoluşsal bir problemle karşı karşıya kaldılar. Sisteme katılım noktasında meşruiyetten yoksun bırakılanların 'iktidar' odaklı söylemleri içselleştirmeleri, içine sokuldukları meşruiyet krizini devlet üzerinden aşma girişimleri olarak değerlendirilebilir. Ancak böyle bir girişimin içinde bulunulan siyasi kültürün cebrinden bağımsız olarak düşünülmemesi gerekir. İslamcılığı bir iktidar projesi olarak sınırlamak, iktidar odaklılığı İslamcılığın alamet-i farikası olarak görmek anlamına gelir ki böyle bir bakış her şeyden önce İslamcılığın fikru00ee ve entelektüel bir hareket olduğunu dışta bırakır.

Olmakta olan İslamcılık

Max Horkheimer, temelden dirilmiş bir din versiyonunun barbarlığın kıyısında olduğu anlaşılan dünyanın göbeğinde bir adalet arzusunu temsil ettiğini söyler. Bu adalet arzusunu hükümsüz kılacak bir "yeryüzü cenneti", modernliğin şafağında bilim kilisesinin ve seküler ideolojilerin tutkulu vaizlerinin mukadder bir ilerlemenin neticesi olarak gördükleri son nokta idi. Tüm bunlara karşın 20.yüzyıl, erken modern döneme ait tüm ezberlerin Erich Fromm'unifadesiyle 'eterimsi umutların' infilak ettiği bir yeryüzü sundu. Modernliğin günbatımında ise din, devlet, toplum, siyaset ve insan; içinde bulunduğumuz noktada yeniden yorumlanıyor ve yeni okumaları kışkırtıyor.

Bugünün içinden konuşurken, ifadelerimiz bir yandan da geleceğe ve yaşanmamış olana dair imalar ile yüklü. Hayat hiç kimseye geleceği ya da olacakları bir paket olarak sunmuyor. Pratiğin içinde düşünce de eylem de bağlamdan kopuk bir vaziyette seyretmiyor.

İslamcılar "mühürlenmiş kaplar" değil. Tarihin dışında değil, içindeler. Tarihin içinde hem kendi hem de başkaları ile birlikte "hitap eden" ve "hitap edilen" kişiler. İslamcılık bir fikru00ee entelektüel hareket olarak bu pratik düzleme aktardıkları, bu pratik düzlemin kendisine kattıkları ile olumsallığa her daim açık. Tam da bu sebepten ötürüdür ki her dönemin kendine özgü bir İslamcılık serüvenini ortaya çıkardığını görüyoruz.

Türkiye'de zaman içinde, farklı kompartımanlarda daimu00ee mağduriyete mahku00fbm edilen kesimlerin demokratikleşme mücadelesinde yan yana düştükleri bir eylemlilik hali ortaya çıktı. Bu durum İslamcılığın içinde de çeşitlenmelere yol açtı. Bu vasatın kendi başına bambaşka bir söylem geliştirmeye müsait doğası ve bir fikir olarak İslamcılık için entelektüel bir sıçramayı mümkün kılacak şartları bağrında taşıdığı söylenebilir.

İslamcıların söz konusu şartları ne ölçüde böyle bir imkana dönüştürecekleri şimdiden verilecek peşin bir hükmün boyunu aşar. Ancak Etyen Mahçupyan'ın da belirttiği gibi Türkiye'de değişimi mümkün kılacak güç İslami kesimdir yahut İslami kesimin mobilize olmadığı hiçbir durumda esaslı bir değişimin imkanı yok. İslami kesimin dışarıda tutulduğu hiçbir önermenin kuvveden fiile geçmesi mümkün gözükmemektedir. Bu noktada Türkiye'de İslamcılık, İslamcıların bile maharetinden bağımsız bir biçimde, son derece güçlü bir sosyolojik zemine sahip. Hal böyleyken Türkiye'de o kadar ideoloji arasında biten neden İslamcılık olsun?

[email protected]

Twitter:@_khora