Dolar (USD)
32.27
Euro (EUR)
34.64
Gram Altın
2405.91
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

18 Şubat 2023

Depremin teolojisi

Geçen yazımda depremi daha çok sosyolojik bakımdan ele almış ve sosyal bilimlerin deprem ve afetlere daha çok ilgisinin önemini arz etmişti. Yazıyı bitirirken yeni bir “toplumsal akıl” kurmanın zaruretinin altını çizmiştim.

Doğrusu “toplumsal akıl” kavramının tüm içerimleriyle birlikte bir teoloji demeye geldiği saptamasını öncelikle burada belirtmeliyiz. “Toplumsal akıl” kavramını, bir toplumun kültürü, sorun halletme biçimi, dün, bugün ve gelecek muhayyilesi, evreni, insanı ve dünyayı algılama tarzı gibi içeriklerin tümünü kapsayacak şekilde kullandığımı belirtmiştim.

Bu tanımda üç önemli yapı içerilmektedir. Birincisi, insanın kendisini, evreni ve dünyayı anlama ve algılama tarzı. Dolayısıyla burada insanın Tanrı-insan ve tabiat ile kurduğu ilişki biçimini düşünmekteyiz. İkincisi, bu anlama biçimine bağlı olarak sorunları ele alış ve çözümleyiş şekli. Üçüncüsü de, bir gelecek tahayyülünün dün ve “an”a bağlı olarak nasıl şekillendiği; hatta bir gelecek tahayyülünün olup olmadığı.

Daha önceki bir makalemde teolojiyi şu şekilde açımlamıştım; “Bir dinin kurucu metinlerinin kültürel, siyasal, ekonomik vb. tüm sorunlar karşısında ve onlarla ilişkileri içinde tarihteki açılımı ve bu haliyle bir sorun halletme biçimi olarak dünya görüşüdür. Bu anlamda teoloji tarihsel süreçte değişebilir özelliklere sahip olup dinamiktir. Zira kurucu metinlerin her dönemde tarih ve kültürle kurduğu bağlantıda kendisini bir dünya görüşü olarak yeniden açar. (Bkz. İlahiyat’ın İnsan Krizi)

Gerçekten depremle birlikte büyük bir acı yaşanmıştır. Bu acıyı daha da artıracak polemiklerden uzak durmak gerektiğini düşünmekteyim. Fakat 1999’dan bu yana en azından iki depreme şahit birisi olarak şu hususların altını çizmeliyim. Birincisi, elbette depremden sonra arama kurtarma, ihtiyaçların temini gibi adımlar öncelikle atılacaktır. Fakat çoğunlukla 1999 depreminin sonuçlarıyla meşgul olunmuş; sözgelimi yeni bir teolojik inşaya girişilmemiştir. Bu, bir anlamda insanın Tanrı ve evren ile ilişkisini nasıl kuracağına dair felsefesini belirginleştirmesi ya da yeniden gözden geçirmesini içermektedir.

Doğrusu yaşanan bu depremin ardından tartışmalara bakıldığında yine benzer durumun varlığını koruduğu gözlemlenmektedir. Tabii bu konuda bir gelişme olup olmayacağını zaman gösterecektir. Her şeyden önce anlıksal çözümleri bırakarak bu minvalde insanın tanrı, insan ve tabiatla ilişkisini yeniden kurma zarureti hasıl olmuştur.

Bir kere Tanrı ve tabiatla ilişki diğer boyutuyla Tanrı ve tabiat ilişkisi demektir. Tanrı insan ve tabiatla buraya yerleştirdiği ilkeler üzerinden ilişki kurmaktadır. Dolayısıyla insan bu ilkelere aykırı davrandığında, Tanrı’dan bir koruma beklemesi sonuçsuz bir davranıştır. Bu ise Tanrı ile yanlış bir ilişki kurma biçimidir.

Tam da bu noktada insanın fenomenler dünyasına dair ürettiği bilgiler ve bu ilkelere uygun davranışları ile dünyayı inşa etme çabası önem kazanır. Dolayısıyla jeoloji, mühendislik vb. bilimler çerçevesinde bir şehir inşasına girişilmelidir. Üstelik bu inşa tabiatı yok ederek gerçekleşmez.

Voltaire deprem sonrasında Candide isimli kitabını yazmıştı. Bu kitapta kötülük problemini tartışmıştı. “Kötülük” problemi her dönem tartışılmaktadır. Fakat unutulmamalıdır ki, Tanrı tabiatı insana anahtar teslim sıfır olarak verdi. Tabiatı bu hale getiren ise insanın kendisidir. Dolayısıyla önce bu felsefe üzerine düşünerek ve geleceğimizi nasıl kuracağımıza dair düşünsel bir zemin oluşturarak başlayabiliriz. Bu yeniden ümitlenmek için bize heyecan verebilir.