Dolar (USD)
32.47
Euro (EUR)
34.73
Gram Altın
2440.77
BIST 100
9915.62
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

15 Ocak 2014

Devletçi söylemin büyüsü ve muhafazakarlık

17 Aralıktan bu yana yargının taarruzları, Cemaatin salvoları ve hükümetin karşı hamleleri ile derinleşerek süren düelloya tanıklığımız devam ediyor. Ağırlıkları yadsınamayacak iki güç karşı karşıya geldiğinde, özünde siyasal olan mücadele, mücadelenin yürütülüş biçimi ve araçları itibariyle siyasal kültürün tüm tortusu ile birlikte bir Rus ruletine dönüşmüş durumda. Yapılan analizler, çözümlemeler ve an itibariyle tarafların pozisyonları bu antagonist karşılaşmanın güncel durumu için şimdilik böyle bir betimlemeye el veriyor.

Post-kemalist dönem, muhafazakarlar ve devlet

Türkiye'de ceberut politikaların, ötekileştirici ve yok sayıcı resmi söylemin tecessüm ettiği statüko, artık sürdürülemez bir noktaya geldiğinde, Ak Parti 2002'de iktidar oldu. Statükonun Ak Parti'nin taşıdığı toplumsal talebin püskürtülmesine yönelik girişimlerinde, Ak Parti bu badireleri toplumdan aldığı güçlü destek ile atlattı. Sarıkız, Ayışığı, e-muhtıra ve yerleşik bir konsept olarak Ergenekon bu badirelerin bir kısmıydı. Neticede muhafazakarların siyasetin çeperinde, sakıncalı addedilerek bekletildikleri ve kendileri için sabit bir yer olarak tasarlanan çevre kabinlerden, büyük bir değişim dalgasının yükselmesi ile merkeze yürüyüşleri engellenemedi. Bu yürüyüşü engelleyici her unsurun toplum nezdinde meşruiyeti neredeyse sıfırlandı. Zira gayr-i meşru her teşebbüs toplum tarafından herhangi bir siyasi aktöre değil bizzat kendisine yönelik bir müdahale olarak algılandı.

Muhafazakar/mütedeyyin kesimin zihninde epik bir kavrayışla müstesna bir yerde duran devlet, bir kavram olarak özellikle Ak Parti'nin iktidardaki 12.yılında iyice pekişti.Dindarların düne kadar temel hak ve hürriyetlerinden mahrum bırakıldıkları dikkate alındığında Ak Parti iktidarı devlet ile muhafazakar kitle arasında açılan makası kapattı. Gezi olayları ve son yaşanan cemaat-hükümet çatışması ise hükümetin şahsında adeta devlet ile muhafazakar kitleyi özdeşleştirdi. Bu çatışmanın sürdüğü şu günlerde kullanılan dil, metafor ve söylem ise bu durumu iyice pekiştiriyor.

Kadim olan aktüel olana kurban edilemez

17 Aralık ile ayyuka çıkan toplumun muhafazakar gövdesinde cereyan eden bu antagonist karşılaşma, aktörlerin kimlikleri dikkate alındığında, Türkiye'de devlet ile muhafazakar/dindar kitlenin ilişkisinde devlet kavramı merkezinde şekillenen siyasal tahayyülü konu etmeyi gerekli kılıyor.

09.01.2014 tarihli yazısında Akif Emre, güncel siyasetin tozu dumanı içerisinde tam da bu gereklilikten hareketle bu konuyu sorunsallaştırmış. Güncelin geçiciliğine karşı kadim olanı hatırlatmaya matuf olan yazısında Emre, muhafazakar tahayyülde kutsallaştırılmış devlet kavrayışına atıf da bulunarak bu çatışmanın akıbeti ne olursa olsun kazananın tek olacağını belirtiyor. Emre yazısında şunları söylüyor:

"Kısaca hükümet ve Cemaat arasında sürdürülen çatışmanın dili, kapsamı kaynaklarına bakıldığında sonuç ne olursa olsun kazananın devlet denilen yapının olacağını tahmin etmek zor değil. Devlet kavramı, muhafazakar tahayyüldeki yarı kutsal, hatta kutsal yerini tekrar kazanırken muhafazakarlar da devletle özdeşleşerek, bütünleşerek kutsal/yarı kutsal yapıyı takviye etmiş/bütünlemiş, (çelişkileri gidermiş olduklarını sandıkları için) oluyor. Böylece devlet dışladığı kitleleri en zor anında içine alarak hem muarızlarını dönüştürmüş hem de kendi bünyesini yenilemiş oluyor."

Son günlerde 'devlet geleneği'ne yapılan atıflar, 'vatan haini' kavramının yeniden kazandığı popülerlik ve cümle içerisindeki kullanımında ortaya konan cömertlik, cemaat vesayetinin geriletilmesinde tekrar eski tüfek bürokratların göreve çağrılması; ağırlığı hissedilen devletçi söylemin post-kemalist dönemde yeniden ihyası ile mi sonuçlanacak?

Bir itiraz dili, bir mümkün iyi arayışı olarak İslam

Muhafazakar kesimin dini duyarlılığı son kertede şartlar ne olursa olsun bu topraklarda 'Müslümanca bir siyaset'in imkanı ve iması anlamına gelmekte. Bunun kuvveden fiile ne ölçüde geçebildiği bahsi diğer. Ancak İslam'ın, zulmü her şart ve koşulda dışlayan tutumu, tüm zamanlarda onun muhalif yanını öne çıkartıyor. İslam'ın mesajı, Hz. Peygamberin mücadelesi, mezhep imamlarının yaşam öyküleri bu durumu yansıtan, çözünürlüğü yüksek karelerle dolu.

Kendi iktidar arzusunu, kadrolaşma tamahkarlığını ve çarpık siyaset tasavvurunu kutsallaştırma çabası, şehvetli güç arzusunu örtmeye yetmiyor. Bu, gerçek anlamda Müslümanların kendi kaynakları ile kuracakları ilişkinin neticesinde ortaya koyacakları siyasal ufkun karartılması, heba edilmesi anlamına geliyor.

Dinin herhangi bir grup, hizip ile özdeşleştirilerek kamulaştırılması, devletçilik gibi basmakalıp dar bir söylemin içine hapsedilmesi son kertede onun sunacağı yaşamsal nefesten mahrumiyet anlamına gelmektedir.

Din, ne sultanın sarayına ne devletin koridorlarına ne de cemaat evlerine sığar.

O, dar alanlarda ve dar zihinlerde mahpus edilemez.

Eğer öyle olursa, din susar.

Din susarsa, vicdan susar.

Din susarsa, insanlık ve insanlığımız susar.

[email protected]

Twitter:@_khora