Dolar (USD)
32.36
Euro (EUR)
34.77
Gram Altın
2401.33
BIST 100
10208.65
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

26 Ağustos 2023

Din İnsana Kendisini Göstermelidir

İnsanı kuşatan varlık dünyası fenomenal ve olgusal nitelikleriyle insanın dikkatini çeker. Ekonomi yiyecektir, paradır, zenginliktir; hasılı ekonominin insan hayatında reel karşılığı vardır. Buna benzer birçok alanın olgusallığından bahsedebiliriz.

Bunların içerisinde herhalde bir tek din ve Tanrı dediğimiz kavramlar metafizik ve soyut olarak kalırlar. Meselâ; insanlar yüzyıllar boyu farklı dine inanmışlar, Tanrı(lar) kabul etmişler ve mabetler inşa etmişlerdir. Mabetlere girilip hiç görülmeyen bir Tanrı’ya ibadet ve dua etmişlerdir. Dualarına hiçbir şekilde somut bir cevap alamamışlardır. O zaman önemli soru; insanlık tarihi boyunca insanlar niçin bir dine ve Tanrı’ya inanmaya devam etmişlerdir?

Bu durumda Tanrı’nın hiçbir şekilde insanda karşılığı olmadığı söylenebilir mi? Şayet böyle olsaydı, bu kadar karşılıksız bir kavramı insanın devam ettirmesi söz konusu olamazdı. Nitekim modern zamanlarda Feuerbach gibi bazı düşünürler, Tanrı’nın insanı değil; insanın Tanrı’yı yarattığını öne sürmüşlerdir. Bir başka deyişle, insanın açıklayamadığı şeyler karşısında Tanrı iyi bir açıklama olarak devreye girmiştir. Mutlak bir güç olarak Tanrı, insanın kendisini aşan şeylere dair icad ettiği bir kavram olarak görülmüştür. Tabii ki bu açıklama biçimi, Tanrı’yı insan zihniyle sınırlayıp, dış dünyadaki karşılığını sıfırlamaktadır.

Tanrı ve dinle ilintili tartışmaların esas odak noktası; eşyanın tanımı ve eşya ile ilişkide geliştirilecek perspektif üzerinedir. Bunun anlamı; öncelikle insanın kendisi ve evreni doğru bir şekilde tanımlamasıdır. Doğrusu dinin asıl fonksiyonu da budur. Kur’an-ı Kerim’in hemen başında “içinde kuşku bulunmayan bu kitap, arınmak isteyenler için bir kılavuzdur” denmektedir. Bu bağlamda kitap ilkin, epistemolojik kesinlik iddia etmektedir. İkincisi de, eşya ile sahih ilişki geliştirmek isteyenler için “gerçeklik” ile karşılaşma imkanını önermektedir.

Esasen dinin ve Tanrı’nın insan hayatında vazgeçilmez olması bu noktada tezahür etmektedir. Zira kendisinin ve eşyanın gerçekliğine dair arayışta olan insan, kendisini aşarak metafiziğe dalış yapan yegane unsur olan dinle karşı karşıya kalmaktadır. Kendisi ile evren ve eşya arasında oluşan boşluğu aşmak ve ontolojik güvenlik alanın açmak için Tanrı iyi bir imkan oluşturmaktadır. Dolayısıyla antropolojik olarak insanın dinle ilişkisi ve hatta dini yeniden üretmesi sona ermeyecek bir faaliyettir.

Bugün dini söylem üretenlerin en önemli sorunu dini ahkamlarla özdeşleştirmek olmuştur. Halbuki insan kendisini ve eşyayı tanımadan ve bir felsefe oluşturmadan “ahkam”a odaklanmakla kendisi ve insanlık için yaşanacak geometrik bir düzlem açamaz. Din insanın dünya ve kendisi ile nasıl ilişki kuracağının felsefesi ve kodlarını verir. Dine “ahkam”lardan başlamak işe sondan başlamak demektir ki, henüz ağacı ve meyvesini tanımadan ağaçla ilişkili konuşma yapmaya benzer.

Öncelikle yanlış tanımlanan ve “ait olduğundan başka bir yere bırakılan” eşya ve insanla ilişkiler yeniden kurulmalıdır. Müslümanlar da bu minvalde kendilerini mutlaklaştırmaktan vazgeçerek, ilişki biçimlerini yeniden kontrol etmelidirler. Zira bulundukları durum, bu ilişkileri henüz iyi kuramadıklarını göstermektedir.

Dikkat ederseniz tarihsel dinsel otoriteler ile dolayımlanmış ahkamlar günümüzde üzerimize bolca boca ediliyor ve bunlar da insan için bir başka kölelik üretiyorlar. Dolayısıyla müslümanlar için gerçeklik “batılın karşısında hak” olmaktan daha çok “dine karşı din” şeklinde işlemektedir. İnsana kendisini göstermeyen her din, onu köleleştirir.