Dolar (USD)
32.34
Euro (EUR)
34.84
Gram Altın
2392.90
BIST 100
10276.88
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

05 Ağustos 2023

Dinin Sağla(yama)dığı

İçinde yaşadığımız çağda dine ve onun geleceğine dair farklı yargılar ve tartışmalar yazınlarda da kendisini göstermeye devam ediyor. Günümüzde dünya ölçeğinde dinin kesin itibar kaybettiğini söyleyenlerle hala dine tutunmaya çalışanlar arasındaki geniş tayfta dine dair içerik ve şekilsel değişmeler tartışılabilir.

Post/modern zamanlarda dini daha çok insana dışarıdan verilmiş kurallar manzumesi olarak bakmaktan mütevellit, onu bir baskı unsuru şeklinde görenler bulunmaktadır. Yine insanoğlunun ciddi bilimsel gelişmelere imza atmasıyla birlikte, bilimin dinin tüm işlevlerini yüklenmesi de beklentiler arasında yer almıştır. Bu durum “din” unsurunun işlevinin sorgulanmasına sebep olmuştur. Esasen küreselleşme süreci ile birlikte bahsedilmesi gereken bir nokta daha vardır ki, kurumsal dini anlayışların mevcut dünyayı ve dünya görüşlerini karşılayabilme kapasitesindeki yetersizlik de dini giderek insan hayatında zayıflatabilmektedir.

Öncelikle “din kendimizi bulma ve geliştirme adına bir öneridir” şeklinde bir tanımla işe başlamak istiyoruz. Bu tanımda vurgulanmak istenen birkaç noktanın altını çizmek istiyoruz. Birincisi, din insana ve insanlığa rağmen dışarıdan verilen kurallar, sınırlamalar manzumesi değildir. Böyle bir durumda insan ancak dine rağmen kendisini geliştirebilecektir. Bugün dine karşı yabancılaşmada karşılaşılan gerçeklerden birisi budur. Yani din, insani değerler, ahlakilik, adalet vb. ni sağlayamadığı hatta tam tersine bunlara teşne olduğunda insanlar, dinin o formatı sebebiyle ona uzak dururlar.

İkincisi, anlamaktayız ki insanilikteki olumlu boyutlar ile dinin hedefleri arasında bir uyuşma söz konusudur. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de, “ o halde hanif olarak dine; Allah’ın insanları kendisi üzerine yarattığı fıtrata yönel…” (30/Rum, 30) Bir başka deyişle, dinin söylemleri insan fıtratı ile çelişmez. Burada bir noktaya dikkat çekmeliyiz. Muhammed Kutup’un “İnsan Psikoloji üzerine Etüdler” isimli yıllar önce yazdığı kitabı insanın çift kutupluluğu üzerine kurmuştur. Dolayısıyla insanda pozitif nitelikler kadar negatif olanlar da vardır. Temel mesele bu pozitif boyutları kuvvetlendirerek öne çıkarmaktır. Aslında insan üzerinde dinin yapmak istediği şey de budur.

Üçüncüsü, din insanın kendi içerisine doğru derinleşerek kendisini keşfetmesini sağlamak üzere devreye girmektedir. “Kendini bilmek” tüm dinlerin söylemlerinde bir şekilde mevcuttur. Kendini bilmeyenler, başta kendileri olmak üzere etraflarını kuşatan insan ve eşya ile sağlıklı ilişki kuramazlar. Burada gerçekleşecek tek bir şey vardır; zulüm. Zulüm dini literatürde “bir şeyi ait olduğu yerden başka yere koymak” şeklinde tanımlanır ki tersi adalettir.

Dördüncüsü, din kendini bilen insanın dış dünyaya yükümlü bir varlık olarak açılmasıdır. Böylece din ile birlikte eşya ile sağlıklı ilişkiler geliştirmek, yükümlü bir varlık olarak dünyayı inşa ve imar etmek gerçekleşecektir. “Biz çok yakında afak (dış dünya) ve nefislerinde âyetlerimizi, hakikat olduğu ortaya çıkana dek göstereceğiz.” (41/Fussilet, 53) âyeti aslında insanın içsel dünyası ve kendisini kuşatan dış dünyada hakikatin nasıl çıpalandığını anlatmaktadır. Bu sebeple bunlar “âyet” yani birer gösteren, işaret, delil olarak okunurlar. Beşincisi, insan, keşfettiği bu insaniliğini geliştirmeye hayatını adayacaktır; yani temel hedefi bu olmalıdır.

Dolayısıyla din tüm bunlara keşfetme adına insana yapılmış bir öneri olarak düşünülmelidir. Elbette herkesin böyle bir öneriyi kabul etmeme hakkı bulunmaktadır. Ancak en azından bizi insaniliğimizden koparan önerilere mesafeli durmalıyız.