Dolar (USD)
32.38
Euro (EUR)
34.78
Gram Altın
2431.33
BIST 100
9967.59
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

04 Ocak 2024

Direniş ve diriliş şehri İstanbul kıyamda

Lâle Devri Divan Şairi Nedîm (1681-1730) der ki,

“Bu şehr-i İstanbul ki bi misl ü behâdır,

Bir sengine yekpâre Acem mülkü fedadır,

*

Bir gevher-i yekpâre iki bahr arasında,

Hurşîd-i cihan-tâb ile tartılsa sezadır...”

(Bu İstanbul şehri ki, paha biçilmez ona, / Tüm Acem (İran) mülkü fedâ olsun tek bir taşına, / Öyle tek bir incidir iki deniz (Karadeniz ve Marmara) arasında, / Yeridir dünyanın güneşi ile tartılsa.)

O şehri İstanbul ki ne kadar gezilse, ne kadar anlatılsa, ne kadar yazılsa eksik kalır. Her ne kadar anlatılan, yazılan şeyler aynıymış gibi olsa da zamanın ruhu eşliğinde hüzünler ve sevinçler farklı zuhûr eder. İstanbul, bir çocuğun gözünde başka, gelinlik bir kızın hayallerinde başka, aşk makamında kıyama duran bir şairin dizelerinde başka, vuslat vakti yaklaşan bir pir-i fâninin ruhunda başkadır. Anlatılmaz, yaşanır.

Kendine has özellikleriyle hep dünyanın ilgisini üzerine çekmeyi başaran “2 Kıta, Bir Şehir” İstanbul; içinde barındırdığı güzellikleri bütün aymazlıklara rağmen cömertçe paylaşıyor.

*

Bugün İstanbul’un kalbi Eminönü’nde, boğazın mavi sularını gururla seyreden tarihî bir binada, ülkemiz tarihinin her döneminde başrol oyunculuğu üstlenen çok özel bir kurumun adı yazılı: “İstanbul Ticaret Odası”. 142 yıllık birikimiyle Türkiye ekonomisinin köklü çınarı İstanbul Ticaret Odası(İTO) aynı zamanda eğitimle birlikte bir kültür elçisi gibi yitik hazinelerin izini sürüyor.

Dersaadet Ticaret Odası’nı 1882’de kurarak gelecek nesillere miras bırakan Sultan İkinci Abdülhamid Han’ın emanetine sahip çıkan İTO, medeniyet tasavvuru ile birbirinden güzel eserleri okuyucusuyla buluşturuyor. Gelenekten beslenen ve derin köklere sahip olan İTO, bir ticaret odasından daha fazlası olduğunu ortaya koyduğu faaliyetlerle gösteriyor.

İTO Yönetim Kurulu Başkanı Şekib Avdagiç zenginliğin sadece paradan ibaret olmadığı bilinciyle eğitim, kültür ve sanat alanlarında da önemli hizmetlere destek veriyor. “Herkes yaşadığı bölgedeki ‘emanetlere’ sahip çıkmalı” düsturuyla hareket ederek, İstanbul’un tarihî ve kültürel mirasını kayıt altına almaya devam ediyor.

*

İstanbul Ticaret Odası Yayınları arasında çıkan birbirinden farklı, birbirinden özel, birbirinden güzel eserlerin satır aralarında gezerek, dünden bugüne İstanbul’u yeniden keşfetmeye ne dersiniz...

İstanbul Ticaret Odası Yayınları tarafından 2023’de yayımlanan “Tarihî Miras İstanbul” isimli eser, Gazeteci-Yazar Nazan Öçalır’ın kalemiyle emsal eserlerden farklı kılınırken, Mustafa Öztürk’ün objektifine yansıyan kartpostallık karelerle bezenmiş.

İstanbul’un 7 tepesinde gezinirken hep şu soruyu sorarım kendime; “Şu cami ve külliyeleri, sarayları, surları, dikilitaşları, kiliseleri, sarnıçları, çeşmeleri, sebilleri, ahşap evleri, hanları ve hamamları vs. çıkarsak İstanbul’dan geriye ne kalır?..” Kendi kendime sorduğum bu sorunun cevabı aslında nettir: “Hiç”. Gerçekten de İstanbul’dan vakıf eserlerini çıkarın geriye kocaman bir hiç kalır.

Tarih boyunca Doğu ile Batı medeniyetlerini birbirine bağlayan doğal bir köprü, Karadeniz’i Marmara ve Akdeniz’e ulaştıran bir ticaret yolu ve büyüleyici 8 bin 500 yıllık geçmişe sahip bir şehri anlatmak kolay değil. Roma uygarlığı ile meyvelerini veren, Bizans ve Osmanlı İmparatorluğu’na başkentlik yapan İstanbul, çok farklı din ve kültürden insanı aynı anda bünyesinde barındırmakla kalmayıp, asırlar boyunca cazibesiyle bütün devletlerin ilgisini çekmiştir.

Eserde, İstanbul’un nasıl geliştiği, nasıl ihya edilip şenlendirildiği, yaşadığı deprem, yangın ve sel baskınları sonrasında defalarca yıkılıp yeniden yapılarak nasıl kabuk değiştirdiği “İstanbul’un Tarihsel Gelişimi, İstanbul’un Çifte Çıkmazı, İstanbul’da Sosyal ve Kültürel Yaşam, Osmanlı’nın İstanbul’u, İstanbul’da Eğitim Ve Eğitim Kurumları, İstanbul’da Gayrimüslimler, İstanbul’da Üretim, Ticaret, Zanaat ve Sanayi, İstanbul’da Kamu Kurumları, Haberleşme ve Ulaşım, Doğası ve Mimarisiyle Adalar, İmparatorluğun Vitrini İstanbul’dan Geriye Ne Kaldı?” ana başlıkları altında ifade edilmeye çalışılmış.

*

Mısır’ı nasıl Nil’siz düşünmek mümkün değilse, İstanbul’u da Haliç’siz düşünmek mümkün değildir. 8 bin 500 yıllık tarihi boyunca 3 büyük (Roma, Bizans ve Osmanlı) imparatorluğa payitahtlık yapan İstanbul, özellikle yarımadasındaki “yitik hazine”lerini hâlâ dünyanın dört bir yanından gelenlere sergilemeye devam ediyor.

Doğu ve batıya dair en güçlü medeniyetlerin izlerini kendisinde toplayan İstanbul, bu özelliğiyle dinî, tarihî, mimarî, ticarî ve kültürel motifleri anaç bir şehir olarak hiç eskimeyen hayat sahnelerinde barındırıyor. İnsanların, bu şehri ağzı açık izlemelerindeki en önemli faktörlerin başında beldenin “açık hava müzesi”nde barındırdığı eşsiz zenginlikleri davetkârca sergilemesi geliyor.

Gecekondular, alışveriş merkezleri, plazalar ve rezidansların; tarihî eserleri ve buralarda yaşayan kültürü yok etme kavgası her gün biraz daha kızışıyor. Bu yaşanan olumsuzlukların ana sebebi tabii ki, yeni ev sahiplerinin savruk fikirlere teslim olmalarından kaynaklanıyor.

*

İstanbul Ticaret Odası Yönetim Kurulu Başkanı Şekib Avdagiç, kitabın takdiminde öyle ifadeler kullanmış ki bunun üzerine daha fazlaca bir şey söylemeye gerek yok.

“İstanbul’u şehirler arasında müstesna konuma taşıyan özelliği ne sadece içinden deniz geçen bir şehir olması ne de sadece iki kıtayı birleştiren bir coğrafyada bulunmasıdır. Bütün bu özellikleriyle birlikte İstanbul’u şehirlerin yıldızı kılan sakinlerinin şehre kattığı değerdir.

Kuşkusuz İstanbul’a değer katanların başında şehri yeniden cihanın merkezi haline getiren Türkler ve Ebu’l Feth Fatih Sultan Mehmed gelir. Orta Çağ’ın ve antik Yunan ve Roma ile özdeşleşen Batı uygarlığının görkemli şehri İstanbul, Latin istilâsı sonrasındaki metruk vaziyetten Fatih ile birlikte kurtulup ayağa kalktı ve İslâm kimliğini kazandı. Böylece İstanbul’a ölümsüz ruhunu veren eserler, Dersaadet ve Bilâd-ı Selâse (Tarihî Yarımada ile Eyüp, Beyoğlu ve Üsküdar) ile Boğaziçi ve şehrin iki kıta kıyılarında yükselmeye başladı. Fatih’ten sonra sokak ve mahallelerde yükselen her mescid ile her medrese ile her imâret ve saray ya da sahilhâne ile birlikte bir medeniyet de İstanbul’da kök saldı. İstanbul’un ruh iklimi, Türklerin inşa ettiği yapılarla yeniden şekillendi, şehrin sakinleriyle bütünleşti ve onlara yeni bir yaşam tarzı hediye etti.

Osmanlı’nın 1453’ten Cumhuriyet’e 470 yıl süren hakimiyeti, kenti bir gergef gibi dokudu ve üzerinden yüzlerce yıl geçse de onu dimdik ayakta tutacak bir özellik kazanmasını sağladı. Söz gelimi iktisadî hayatı düzenleyen çarşı, bedesten, arasta gibi yapıların yanı sıra yaşamın her ânına canlılık katan çeşme, kule, saat kulesi, dergâh, tekke ve mezarlıklar şehirdeki silinmez İslâm nakışları oldu.

Kuşkusuz geçen zaman ve değişim rüzgârları şehirleri değiştirir. İstanbul da bu değişimden nasibini aldı. Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında ihtişamlı birikimiyle uyumlu abidevî eserler şehrin doğal silüetini belirlemeye devam etti. Ne var ki şehir 20. Yüzyılın sonlarından itibaren dikey mimarinin getirdiği yoğunluk ve karmaşaya boyun eğdi. Beton ile cam gökdelenlerin birbiriyle yarıştığı günümüzde hızla genişleyen İstanbul’un kendi medeniyetine has ruhu da baskılandı...”

Başkan Avdagiç hem sitâyiş, hem de serzenişle eserin ruhuna dokunurken, yazar Nazan Öçalır önsözünde, “Geçmişten geriye ne kaldı?..” sorusunu sorarak, sadece sormakla da kalmayıp İstanbul’un sokaklarında gezerek; masada değil, sahada tespit ettiklerini tarihe not düşmüş. Her ne kadar binlerce yıllık köklü bir tarihi, bir cilt kitaba sığdırmanın mümkün olmadığını ikrar etse de, bir cilt dolusu tarihî mirası okuyucuya aktarmayı başarmış.

*

İstanbul’un diğer sırlarına vâkıf olmak için yine İTO Yayınları arasında çıkan “360 Derece İle Kuşbakışı İstanbul- Ömer Erdem (İngilizce ve Türkçe)”, İstanbul Mutfağında Ahenk ve Lezzet-Ayşe Aydın Böhürler” isimli eserleri incelemekte fayda var. Bu eserlerdeİstanbul’un kültürel, sanatsal, mimarî, ticarî, gastronomi ve tarihî sırlarla bezeli daha bir çok yönü öne çıkartılarak âdeta tomografisi çekiliyor. Kaybolmaya, unutulmaya yüz tutmuş kadîm hâfızamızın izi sürülüyor.

*

Her asrın farklı, her sokağın ilginç bir hikâyesi var. Bizler de yaşadığımız bu çağın bir figürü olarak, tarihin imbiğinden süzülerek, âtiye yürüyoruz. Kim bilir bu hikâyelerin bugünkü figürleri olarak bizleri de birileri tarihe not düşecek. Madem öyle, tıpkı İTO gibi güzel ve özel şeylere imza atmak gerek.

*

HÂMİŞ:

DİRENİŞ VE DİRİLİŞ ŞEHRİ İSTANBUL KIYAMDA

Siyonist İsrail, Gazze’de yaptığı soykırımı perdelemek, manipüle etmek için kendisine tehdit olarak gördüğü Türkiye’de kaos çıkarmak için ne kadar karanlık el, ne kadar ajan, ne kadar köstebek varsa devreye soktu.

Önce 22 ve 23 Aralık’ta, Kuzey Irak’ta Pençe-Kilit Harekâtı bölgesinde çıkan çatışmada 12 Mehmetçiğimiz şehid edildi. Arkasından 29 Aralık’ta Riyad’da oynanacak Süper Kupa Final maçı bahane ederek “Laiklik Elden Gidiyor” goygoyculuğu yapıldı.

*

Tarihler 1 Ocak 2024’ü gösterirken... Bir tarafta havai fişekler, diğer tarafta bombalar gecenin fıtratını bozarken; neşe ile mâtem koyun koyuna sabahladı. Dünya yeni yılın coşkusuyla kendinden geçerken; Gazze’de çocukların çığlıkları bombalarla susturuldu. İlk kıblemiz Mescid-i Aksa’nın ezanları da...

Ayasofya-i Kebîr Câmi-i Şerîfi’de, Sultanahmet’te, Süleymaniye’de, Yeni Camii’de işte böyle gecenin sabahında kıyama durdu. Kıyamlara, rükûlara, secdelere dualar eşlik etti. Şafağın sökmesiyle kükremiş sel gibi Galata Köprüsü’ne akan yüzbinler “Şehitlerimize Rahmet, Filistin’e Destek, İsrail’e Lanet” için yürüdü.

Karadan yürütülen gemilerin surları döğdüğü Haliç’te...

Yarımadayı Galata’ya bağlayan tarihi köprüde...

Direniş ve Diriliş Şehri İstanbul’da...

Âkif’in Âsım’ı gibi, “Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim, / Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!.. / Adam aldırma da geç git, diyemem aldırırım. / Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım. / Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu...” dizelerini bir kez daha haykırdı.

Birliğimize ve dirliğimize kast eden bu menfur olaylar karşısında İstanbul’da 1 Ocak’ta, “Şehitlerimize Rahmet, Filistin’e Destek, İsrail’e Lanet” yürüyüşü ile bütün mazlumlara; “acımız bir, mücadelemiz bir, direnişimiz bir, dirilişimiz bir” mesajını en güçlü bir şekilde verildi.

4 yıl 10 ay 23 gün işgal altında kaldıktan sonra 6 Ekim 1923’te tekrar özgürlüğüne kavuşturulan İstanbul, esaretin, zulmün ne demek olduğunu iyi bildiği için direniş ve dirilişin meşalesini bir kez daha yaktı.

Canlarımıza, izzetlerimize tasallut eden katil sürülerine, zulümle pâyidâr olmayacağını ittihad ruhuyla gösterdi. İstanbul, kıyamıyla bir kez daha zalime korku, mazluma umut oldu.

*

Çünkü İstanbul ne kadar namusumuzsa; 89 gündür (Gazze’de 7 Ekim 2023’ten beri 9 bin 100’ü çocuk, 6 bin 500’ü kadın olmak üzere 22 bin 353 Filistinli katledilirken, yaralı sayısı ise 58 bine yaklaştı) bombalanan, minicik bedenleri paramparça edilen, ırzlarına geçilen, hürmetleri çiğnenen, çocukları yetim anneleri dul bırakılan, haneleri başlarına yıkılan, yurtlarından sürülen, dahası soykırıma maruz kalan Gazze de o kadar namusumuz. Şunu da çok iyi biliyoruz; Mekke düşerse Medine düşer, Medine düşerse Kudüs düşer, Kudüs düşerse İstanbul düşer!..

Unutmayalım!.. Ya Nemrutların yaktığı ateşte yanacağız, ya da İbrahimî bir duruşla kurtuluşa ereceğiz.

***

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD’E VEFA

Dönem, Osmanlı ile Rusya arasında cereyan eden “93 Harbi”ne (1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı) rastlar. Osmanlı’nın finansal yapısı çok bozuktur ve acilen paraya ihtiyacı vardır. Bunu fırsat bilen siyonist Theodor Herzl, Sultan Abdülhamid’e giderek, Filistin’den toprak satın almak istediklerini beyan eder. Ancak, Sultan İkinci Abdülhamid Han, “Şehid kanıyla alınan topraklar parayla satılmaz” diyerek Herzl’i huzurundan kovar. Filistin’de Yahudilere toprak satışını yasaklar. Fakat Siyonistler sinsi planlarını birer birer devreye sokar.

Balkanlar’da gelişen olumsuzluklarla bunalan Osmanlı, Batılı emperyalistlerin kurduğu baskılarla yeni bir sürece zorlanır. Yahudi ve İngiliz sermayedarlar el ele vererek kendilerine itaat etmeyen Sultan İkinci Abdülhamid Han’a karşı linç kampanyası başlatır. “Kızıl Sultan”lıkla itham ederek, içerdeki hainlerle birlikte zalim, katil, diktatör ve tiran gibi aşağılama propagandalarıyla yıpratılır.

Osmanlı Devleti’ni 33 yıl boyunca bir taraftan çeşitli entrikalara karşı ayakta tutmaya çalışırken diğer taraftan ise bir çok alanda hayalleri zorlayan projeleri ile milletinin refahını zirveye taşıyan Sultan İkinci Abdülhamid Han, miladî 13 Nisan 1909’da tarihe “31 Mart Vak’ası”yla (Hicri 31 Mart 1325) vukû bulan menfur olaylar silsilesiyle tahttan indirilir. Sultan İkinci Abdülhamid Han tahttan indirilince; önce Filistin, sonra Evlad-ı Fatihan daha sonra da “Millet-i İslâmiye ve Ümmet-i Muhammediye” yetim kalır.

Dün Srebrenitsa’da bugün ise Gazze’de yaşanan soykırımın kirli planlarını daha o gün teşhis edip önlem almaya çalışan Sultan İkinci Abdülhamid Han’ı şimdi daha iyi anlıyoruz.

*

İTO, Sultan İkinci Abdülhamid Han’a ahde vefasını gösteren “İstanbul Ticaret Odası Kurucusu Sultan İkinci Abdülhamid Han” isimli bir kitap yayımladı. Birçok ilim insanının araştırmaları sonucu ortaya çıkartılan eserde Sultan İkinci Abdülhamid Han’ın “Eğitim Açılımları”ndan “Uluslararası Strateji”sine kadar birçok konu derinlemesine ele alınmış. Tarihin akışı içinde bir döneme damgasını vuran, hayalleri gerçeğe dönüştüren, milletine hizmetten başka bir şey düşünmeyen, siyasî dehâsıyla düşmanlarını çılgına çeviren Sultan İkinci Abdülhamid Han’ın bilinmeyen yönleri okurun istifadesine sunulmuş.

Karşımızda; dünya siyasetini iyi bilin, mütedeyyin, modern, eğitimci, ıslahatçı bir padişah var. Bununla beraber, bu eserin odak noktasında, müteşebbis ve proje adamı bir sultan portresi yer alıyor. Daha şehzadeliğinde temayüz eden müteşebbis kimliğiyle dikkat çeken Sultan Abdülhamid, bu dönemde Avrupa’yı görmüş. Yürüttüğü birtakım ticarî faaliyetler sayesinde hatırı sayılır bir maddî ve manevî birikim sahibi olmuştu. Cülûsuyla beraber, savaşlardan uzak, her sahada terakkiyi hedefleyen bir politika izlemeye başladı. O, tam manasıyla zor zamanların sultanı olmasına rağmen, bu politikanın meyvelerini kısa sürede aldı. Bunun en bariz öreklerinden biri de İstanbul Ticaret Odası’dır.

Modern Türkiye’nin temellerinin atılmasında büyük pay sahibi olmasına rağmen hakkında hâlâ yeterli ve derinlemesine araştırmalar bulunmayan Sultan Abdülhamid için, “ahde vefa”nın en güzel örneklerinden birisi sergilenmiş.