Dolar (USD)
32.34
Euro (EUR)
34.75
Gram Altın
2388.70
BIST 100
10264.53
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

03 Eylül 2019

Diyanet’in 30 Ağustos Hutbesi ve Tartışmalar Üzerine

Dil, üslup çok önemli.

Merhum Ahmet Cevdet Paşa’dan:

“Usûl Esasa Mukaddemdir”.

Yani, usûl esastan önce gelir.

Bazıları buna itiraz ediyor, “Hayır ikisi bir arada, yan yanadır!” diye.

Her neyse;

“Usûl, üslup” son derece önemli.

Ne dediğiniz kadar nasıl dediğinize de bakılır, hatta daha çok “nasıl dediğinize” bakılır.

Yıllar boyunca hep “doğru” olduğuna inandıklarımı savunmaya çalıştım ama “usûl” hatası yaptığım hususlarda haklıyken haksız duruma düştüğüm çok olmuştur.

‘Belâgat’.

Genel kabul gören tanımı şu:

"Sözün fasîh olmakla şartıyla muktezâ-yı hâle mutabık olması.”

Söz fesahat kurallarına ve “şartlara” uygun olacak!..

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 30 Ağustos Hutbesi”nde Zafer’in Başkomutanı Mustafa Kemal Atatürk’e yer verilmemesinin yol açtığı tepkiler malûm.

Bu konudaki görüşümüzü, “Konu 30 Ağustos Zafer Bayramı olduğuna göre, O hutbede O Zafer’in Başkomutanı Mustafa Kemal Atatürk de bir şekilde yer almalıydı!” cümlesiyle ifade edince, farklı tepkiler geldi.

Bazıları “Doğru söylüyorsun.” dedi, bazıları da “Hutbe ile Atatürk’ün ne alâkası var?”

Bu hutbe yayınlanmadan “Şuna bir bak hele” denseydi bendenize…

Şöyle bir cümlenin eklenmesini tavsiye ederdim nâçizâne:

“Gazi Mustafa Kemal’in önderliğinde elde edilen Büyük Zafer’in bütün kahramanlarını rahmetle yâd ediyoruz.”

Böyle bir cümleye kim, niçin karşı çıksın ki ve nasıl karşı çıksın ki?..

Aynı şeyi mi yapardınız?

Bir işi yaparsanız…

“Doğrusunu yapıp yapmadığınızın” sağlaması için geçerli olabilecek bir yöntem:

“Vakti geri almak mümkün olsaydı acaba yine aynı şeyi mi yapardınız?”

Bütün kalbinizle “evet” diyorsanız mesele yoktur.

“Tam olarak öyle yapmaz da şöyle yapardım!” diyorsanız üzerinde biraz daha düşünmeniz gerekecektir!

Bu “iletişim” işleri çok mühim…

Da’vet de bununla ilgili…

“Resulullah’ın İslam’a Da’vet Metodu”nu inceleyenler göreceklerdir ki, “muhatabı çok iyi tanımak” son derece mühimdir.

Hitap ettiğiniz kişi veya grup, belli fikir ve inanışlara ne ölçüde bağlanmış

Muhatabın içerisinde yaşadığı sosyokültürel muhit, coğrafi ve kültürel ortam, etkisi altında bulunduğu ruh hâli nasıldır?..

Bunları bilmeden da’vete çıktınız mı, baltayı taşa vurma ihtimaliniz çok yüksektir.

Bizde toplumun içinde bulunduğu ruh haline, ülkenin başında hangi belâların dolaştığına, kimlerin hangi amaçla fırsat kolladığına pek dikkat edilmiyor çoğu zaman.

Üslup ayarlamalarıyla ve stratejik akılla “türlü tezgâhları” boşa çıkartmak mümkünken, “bile bile lades” durumuna düşülüyor.

Bugüne kadar nice uyarılarda bulunduk, önce kendimize sonra da “etki etmeyi” umduğumuz yerlere…

Kendimize telkinlerimiz sonucunda, “gereksiz tartışmalara” girmemeye, istismar edilebilecek meseleler hakkında konuşur ve yazarken kılı kırk değil, kırk milyon yarmaya gayret ediyoruz.

“Bir akılsız ile tartışıyorsan iki akılsız tartışıyor demektir!”

“Faydasız” tartışmaların memleketi germeye çalışanlara hizmet etmekten başka bir işe yaramadığını nice tecrübenin ardından gördük.

Birileri, “Helâl kardeşim, adamı acayip mat ettin!” filan diyerek “gaza getirmek” isteyebilir…

Birileri, “ucuz kahramanlık” gösterileriyle ortalığı karıştırmak isteyenlere farkında olarak veya olmayarak katkıda bulunabilir…

Her bir şeyi düzeltmekten mes’ul değiliz, üzerimize düşeni yapmaktan mes’ulüz ve yapmamamız gerekeni de yapmamaktan.

Strateji, yöntem, usûl…

Ne derseniz deyin adına, çok mühim.

Sözgelimi, “İmamoğlu stratejisi yanlış… Ordu Valisi’ne şunu dedi bunu demedi, İsmail Küçükkaya ile otelde buluştu buluşmadı tartışmaları koca birer tuzak” dedik, katılma imkânını bulduğumuz programlarda, iştirak ettiğimiz diğer ortamlarda…

“Üstünlüğün ancak takvada olduğuna iman eden bizler, nasıl oldu da böylesine VİP savunucusu haline geldik?” diye sorduk, sorguladık.

O günlerde, “Ne yani, o kadarına koca koca yöneticilerimizin aklı ermiyor mu?” diyerek bize karşı çıkanlar, seçim malûm biçimde sonuçlanınca, “iletişim stratejisinin yanlışlığını” vurgulamakta bizi gölgede bıraktılar…

“Kamyon devrilmeden” söylesene…

Yok!..

Çıkar dünyası, eyyam dünyası!..

Şimdi, “Şu hata oldu, bu hata oldu” meselesinden çok daha önemlisi, bundan sonrasına bakmalı.

“Manevi oluşumların” tamamını hedef alanların, tamamını karalayanların neler yapmak istediklerini biliyoruz…

Bu arayış için malzeme mi yok;

“Manevî dünyamızın” çökmesini engelleme sorumluluğundaki birçok yapıya nice sızmaların olduğunu, olacağını dikkatle bakmayan gözler bile görebiliyor…

Bazı yapıların başındakiler “Lâ-yüsel”…

Yani hiçbir sorumlukları yok, eleştirilemez haldeler…

Bütün dediklerini “şeksiz, şüphesiz kabullenmek” sanki âyet emri!..

Birçok yapıdaki “elekler” gayet kifâyetsiz… Buralara “sızmalar, sızdırmalar”gayet kolay olmalı, bugüne kadar niceleri ekilmiştir kim bilir!..

Oturup saymadık ama son 500 yazımızın aşağı yukarı 400’ünde “yeni dönemin kirli plânlarına” dair uyarılarımız vardır, “hilm ve teenni” çağrılarımız vardır.

“Sertliğin” ve “kamplaşmanın” zararlarına dikkat çekişlerimiz vardır.

“Kolaylaştırın!” hükmünü tekrarlayışlarımız vardır.

Sesimizi duyurabildik mi ya da ne kadar duyurabildik?..

Ortalık çok karışık, bir “kaka-foni”ye katkıda bulunan onca unsur var ki…

Belli yerlerde öylesine “koyu” kuşatmalar var ki, öylesine “kalın” duvarlar örülmüş ki…

Bizim, “akl-ı selim”e dâvetlerimiz nasıl duyulsun?..

Bugünlerde benim gibi “dertli” olan nice memleket evlâdıyla konuşuyorum.

Dışarıdan bakıldığında “önemli”ymiş gibi görünen mevkilerde bulunanlar, unvanlara sahip olanlar da “aşılmaz duvarlar”ın örüldüğünden şikâyet ediyorlar…

Biz de yazıp duruyoruz işte;

“Arka sokaklarda neler oluyor?” diye diye…