Eğitimde köklü reforma gidilmeli
Immanuel Kant, bir eğitim araştırmasının özünde bulunması gerektiğine inandığı dört soru sormuştur:
Neyi bilebilirim? Ne
yapmam gerekir? Ne umabilirim? "İnsan nedir?”
“Eğitimde arzulanan
hedeflere ulaşmak için faydalı bir müfredat hazırlanmak isteniyorsa” diyor John Taylor Gatto; “Kant'ın bu soruları
üzerinde uzun uzun düşünmek gerek.”
“Yok, eğer bu işten
kaytarmayı veya kendinizi kandırmayı seçerseniz o zaman çocuklarınızın
başkalarının çıkarları ve önceliklerinin altında ezilmesine hiç
şaşırmamalısınız.”
15 Temmuz işgal teşebbüsünden sonra çocuklarımızın epey bir
zamandır FETÖ’nün çıkarları ve
öncelikleri doğrultusunda dirençsiz ve zayıf bırakılmaları konusunda şaşırmamış
olacağız ki o günden beridir ülkede FETÖ-
eğitim sistemi bağlamında ciddi bir tartışma yaşanmadı.
Kant’ın sorduğu soruları daha en başında sorabilseydik belki
de bugün insanı yeni baştan tanımlayan,
değerlerini, fıtratını öne çeken, tercihlerini saygı duyan, eleştirel düşünme
becerisini geliştiren, umut, heves, şevk ve aşk aşılayan özgür bir eğitim
sistemine sahip olacaktık.
Maalesef bizler eğitim meselesini esastan konuşamıyoruz.
Eğitimi bir zihniyet sorunu olarak masaya yatıramıyoruz.
Milli Eğitim Bakanı
Yusuf Tekin’in tam da bu noktada hassas bir o kadar da birikimli ve kaliteli bir
bakan olduğunun altını çizmeliyim. Zira müsteşarlığı döneminde içeriden biri
olarak FETÖ ile nasıl mücadele ettiğini çok iyi biliyorum.
Çocuklarımızın okullardan nasıl devşirildiğini, vatanına,
milletine düşman birer militana dönüştürüldüklerini en iyi bilen bakanlardan
biridir.
Bilindiği gibi tek
parti dönemi eğitim anlayışı tek bir renkten, ırktan ve inançtan müteşekkil
yeni bir ulus yaratma idealine dayanmaktaydı. Dolayısıyla eğitim, bu politika
üzerine kurgulandı ve inşa edildi.
Eğitim, toplumu dönüştürme yolunda bir araç olarak
kullanılan mekanizmaya dönüştürüldü. Bu mekanizmanın dişlileri arasında sıkışan
ve bu anlayışı içselleştiren bir birey için, kendisi gibi olmayan herkes birer
tehdit unsuru olarak görüldü ve hala görülmeye devam ediliyor.
Hemen her gün
haberlerde izlediğimiz ırkçı saldırıların arka planında yatan yegâne gerçek
budur.
Kaldı ki Yusuf Tekin
de maarif sisteminin, antidemokratik ve
demode uygulamaların en yoğun yer aldığı alanlardan bir tanesi olduğunu ifade
eder.
Tam da bu noktada; “okul
yapılarından, Milli Eğitim Temel Kanunu’na, ders kitaplarından programlara her
alanda demokratikleşme yönünde pek çok adım atılmış olmasına rağmen hala
yapılması gereken çok şeyin olduğunu” söyler.
Bu bakış açısına sahip bir bakanın bugün eğitimin başında
olması bilhassa meseleyi benim gibi esastan tartışmayı öneren kişiler için
büyük bir şans. Bu durum eğitim adına umutlarımı arttırmıyor değil.
Bizler maalesef
okullarımızda bilgi ve hikmetin öğretilmesi yerine özellikle modernleşme
sürecinin bize dayattığı pozitivist düşünceyi benimsemeyi tercih ettik.
Oysa gördük ki bireyi belirli bir kalıba sokmaya çalışan
eğitim anlayışı kuşkusuz insanları karmaşık ve merhametsiz yapıyor.
Bu da farklı
inançlara, mezheplere, ırklara, dillere ve düşüncelere karşı merhametsiz
bireylerin yetişmesine imkân tanıyor. Neden bunu isteyelim ki?
Kısacası eleştiri ve önerilerimizle zenginleşecek bir
eğitim-öğretim ortamının yollarını aramalıyız demek istiyorum.
Çünkü ben, bu ülkemin çocuklarını seviyorum. Ülkemi çok
seviyorum. Bu ülkenin çocukları CHP
zihniyetinin eskiden kalma ırkçı, faşist eğitim anlayışını hak etmiyor.
O yüzdendir ki
ülkemizin, özgür düşünen, sorgulayan, soru soran, muhayyilesi açık, zihni açık,
kendini ve ülkesinin geliştiren, üreten, güçlü iradeye sahip insanlara ihtiyacı
var.
Çabamız da niyetimiz de budur. O yüzdendir ki iyice
doldurulmuş kafalar değil olgunlaştırılmış kafaları yetiştirmeyi hedefleyen bir
eğitim sistemini savunuyorum.