Dolar (USD)
32.47
Euro (EUR)
34.73
Gram Altın
2440.77
BIST 100
9915.62
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

25 Ekim 2022

​Ekonomik devrim nasıl olur?

Ekonomilerin gelişmesinin altında yatan itici güç her zaman için Araştırma Geliştirme yani ARGE yatırımlarıdır.

ARGE’ye yapılan yatırımdaki artış, dünya ekonomisinden alınmak istenen payın daha yüksek olmasının arzulandığı sonucunu doğurur.

Devletin ARGE'de devrim yapmasıveya tüm ARGE’nin devlet tarafından yapılması beklenmez.

Zira devlet, bu alanda yaptığı yatırımlar ile bir süreç yürüttüğünde; çokça harcanan para ama ortaya çıkmayan ürünler gerçeğine savrulup kalır.

ARGE konusundan kabaca söylemek gerekirse ya Stalin gibi "gaddar" ya Güney Kore gibi "darbeci" ya da Batılılar gibi "kâr merkezli" bir sistem kurmak zorundasınız.

Tabii Japonya gibi altyapınız ve kültürünüzün teşvik ettiği bir eğitim devrimi ile de ARGE sonucuna çıkmanız kaçınılmaz.

Ama o kültüre ulaşmak bugünden yarına mümkün değil.

Türkiye için antidemokratik yolların da mümkün olmadığı ortada...

Geriye sadece özel sektörün ileriye taşıyacağı, devletin ise düzenleyici, denetleyici teşviklerle süreci ilerleteceği Batı modeli kalıyor.

Türkiye de esasında bunu yapıyor.

Son yıllarda savunma sanayinde ülkemizin ciddi bir adım atmasının ardından aslında devletle çok yakın çalışan şirketlerin parmağı olduğu göz önünde tutulursa belki söylemek istediğimiz çok daha iyi anlaşılır.

Savunma sanayii gibi kritik alanlarda teknolojinin hızlı ve güvenli dönüşümünü sağlamak devletin yakın ilgisine ihtiyaç duyan bir mesele olduğu için buradaki iş birliğinin “çok yakın” olması oldukça doğaldır.

Zira Batı’da da bu kurumlarla kurulan ilişkilerin aynı yakınlıkta olduğunu görüyoruz.

BAYKAR gibi daha nice şirket ile yapılan uzun soluklu anlaşmalar bu kapsamda oldukça stratejik önemdedir.

Ama ülkenin genel teknolojik altyapısını bu kurumlar ile yapılan anlaşmalar ileri götüremez.

Bunlar spesifik anlaşmaların getirdiği dar faydalar üretir.

Toplumun teknoloji kullanımını artıracak yegâne aktör özel sektördür.

Özel sektör, rekabetçi olmak ve daha fazla kâr elde edebilmek adına yatırımlar yapar.

Eğer ülkedeki şirketler uluslararası yapıya kavuşmazsa rekabetçilik, çoğu zaman yurtdışındaki teknolojinin kopyalanması ya da üretilen teknolojinin üretim lisans haklarının satın alınması olarak kendisini gösterir.

İşte Türkiye’nin durumu maalesef budur.

Fakat yakın bir zamanda bu konuda bir dönüşüm yaşanabilir.

Teknolojinin getirdiği kolaylıkların ülkeye yayılabilmesi için o teknolojinin, düşük maliyetle üretilmesi ya da ülkedeki alım gücünün çok yüksek olması gerekir.

Ülkemizdeki alım gücünün son zamanlarda ortaya koyulan politikalarla düştüğü düşünülecek olursa ucuza teknoloji üretmekten başka seçenek kalmadığı anlaşılabilir.

Bu yaklaşımı da aslında Çin malı olarak üretilen ve markasını hiç duymadığımız telefon örneklerinde görebiliriz.

Bir dönem piyasada çok yaygın olan ve akıllı telefon diye ucuza satılan Çin malı telefonların açıklaması aslında alım gücünün düşüklüğü nedeniyle üretilen yurtiçi teknolojinin bir yansımasıdır.

Türkiye’nin rekabetçi piyasası ve Batı’ya fazlaca entegre ekonomi yapısı bu tarz teknolojilerin vatandaşlarca alım tercihinde bulunulmasına imkan vermeyeceğinden dikkat edileceği gibi yüksek teknoloji ürünlerin ithal edilmeye devam ettiği bir süreci duraksama bile olmadan yaşıyoruz.

Devlet pasaport kısıtlamaları ile telefonların gelişine çözüm bulmaya çalışsa da istediğisonuca ulaşma ihtimali epey zor olacak.

Asgari ücretin bilmem kaç katı telefonu alma alışkanlığını edinen bir toplumun bu düzenlemelerle durdurulması mümkün değil.

O zaman yapılacak tek şey ya alım gücünü yükseltmek ya teknolojinin Türkiye'de üretilmesini sağlamak ya da toplumun alışkanlıklarını değiştirmek...

Alışkanlıkları değiştirmek zor.

Enflasyon istediği kadar artsın, dükkanlardaki kalabalıklar ne kadar pahalı olursa olsun devam ediyor.

Bu da halkın ne kadar yoksullaşsa da alışkanlıklarından ödün vermediği sonucunu ortaya çıkarıyor.

Teknoloji üretmeye gelecek olursak TÜİK rakamlarına göre ARGE’ye ayrılan kaynak 2021 yılında bir önceki yıla göre 26 milyar 965 milyon lira artışla 81 milyar 922 milyon lira oldu.

Bu da GSYİH içinde yüzde 1,13’lük bir orana gelinmesini sağladı.

2020 rakamlarına göre İsrail’de bu oran yüzde 5,5 Güney Kore’de yüzde 4,8 Çin’de 3,7 İsveç’te 3,49 ABD’de 3,45 Japonya’da 3,27 Almanya’da ise bu oran 3,13 olarak gerçekleşiyor.

OECD 2020 ortalamasının 2,67 olduğu göz önünde bulundurulunca ve yatırımları ileri düzey olan ülkelerin aynı zamanda alım güçlerinin de yüksek olduğuna dikkat çekilince kaliteli bir ekonominin ARGE’ye duyduğu ihtiyaç daha iyi anlaşılır.

Türkiye’nin yatırım yaparak teknoloji transferi yaklaşımına girmesi bir politika olduğu gibi alım gücünü yükseltilmesi ile birlikte yabancı yatırımcının Türkiye'de mallarını satabilmesi için satmak üretim yapma zorunluluğu getirmesi yine ARGE şartını sağlar.

Tüketim kötü değildir. İsraf kötüdür. Teknoloji transferi kötü değildir transfer bağımlılığı kötüdür.

BAYRAKTAR ile başlayan ARGE çılgınlığının TOGG ile sürmesini ve 29 Ekim’de tüm ülkeye yayılacak büyük projelerin açıklanmasını umut ediyorum.

Para politikasında bardağın sadece dolu tarafına bakanlar ARGE, alım gücü, teknoloji transferi seçeneklerini gözden kaçırıyor.

Hadi bardağı tamamen dolduralım.

Bütçe görüşmelerinde kamuya yapılacak harcamalardan sadece yüzde 10 tasarruf yaparak bu kaynağı ARGE için ayırıp büyük bir adım atalım.

İşte gerçek reform böyle olur.