Dolar (USD)
32.22
Euro (EUR)
34.65
Gram Altın
2395.36
BIST 100
10232.04
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

21 Nisan 2020

Evde Kal Türkiye’m!

Ne hale geldik böyle?

Bir zamanlar yakındaki uzaktık, şimdilerde uzaktaki yakın olduk. Bir masanın etrafında dört arkadaş oturur her birinin elinde bir dünya, ayrı ayrı âlemlerde gezerdik. Yakınımızdaki sıcaklığın kıymetini bilemeden uzaklarda teselli aramışız. Aynı masa etrafında apayrı denizlere sürmüşüz gemimizi. Bir anafor beklemiş ruhumuz, bir buz dağına çarpmayı, kendine gelmek için. Harmanda fütursuzca savurmuşuz zamanın küllerini. Elindekinin kıymetini hep kaybettikten sonra anlıyormuş insan. Yitirmek gerekiyormuş anlamak için.

Bir kıyamet provası yaşıyoruz şimdilerde. Evlat babadan, anne yavrusundan şüphelenir, korkar, kaçar oldu.

Acaba kuruntuları, şüpheleri çepeçevre kuşattı ruhumuzu. En yakınımıza yaklaşmaktan hatta dokunmaktan korkak hale geldik. Atalarımızı ziyaretten çekinir olduk. Bir şüphe kemirip duruyor zihnimizi, içimizi çürütüyor küçücük bir kuruntu. Çocuklar anne, babasına yaklaşmaktan, anne, baba yavrusunu kucağına alıp onu koklayıp sevmekten çekinir hale geldik. Eşler birbirine karşı tahammül sınırıyla imtihan olurken birbirinden usulca uzaklaşır oldu. Başka limanı yok bu geminin. Birbirinize liman olmanın tam zamanı. Yoksa bu gemi daha fazla rüzgara dayanamaz. Alabora olmadan destek olmanın vakti.

Beraber oturup çay içtiğimiz dostlarımızdan kaçar adım uzaklaşıyor, bir bardağa, bir çaya suç buluyoruz.

Hayatın olağan yoğunluğundan şikayet edip haftanın sadece bir günü bir araya gelebildiğimiz dostluklarımız vardı. Dostlarımızla bir çay eşliğinde akşamın serinliğinde esen rüzgârda savrulan bol esprili hoş sohbet muhabbetlerimiz vardı. Kısıtlı zamanımıza koca bir haftayı sığdırır ve bir çayın sıcaklığı ile içimizi ısıtırdık. Bir saatlik psikolog terapilerinin bile solunda sıfır olarak kaldığı muhabbetlerdi bunlar. Şimdi ise bir çay kaçamağının bile bizim için ne büyük nimet olduğunu anlıyoruz. Öyle özlem duyuyoruz o bir kaç saatlik çayın sıcaklığına.

...

Bir kale inşa ediyoruz, içinde kendimizi hapsediyoruz.

Bu kadar kalabalığın içinde kendi yalnızlığımıza sığdırıyoruz kendimizi.

Toplu mesaj gruplarına sığdırmaya çalışıyoruz şimdilerde koca bir ömrü. Elimizdekiyle yetinme telkinleri veriyoruz birbirimize. Elimizden yitip giden güzelliklerin kıymetini anlıyoruz. Bir kelebek gibi uçup gidişlerini izliyoruz çaresizce ve çaresizliğimize yaşamanın gerekliliği gibi bir anlam yükleyerek.

Haber kanallarında umut ararken kendimizi uzman doktorlar olarak buluyoruz. Sorsan herkes enfeksiyon uzmanı, herkes bilim insanı şu dönemde. Burnumuzdan kıl aldırmak bir yana dursun burnumuza dahi yaklaştırmıyoruz kimseyi.

Her gece maç sonucu bekler gibi ölüm skorları bekliyoruz. Yitip giden her bir canın acısını içimizde duymadan. Bu kadar duyarsızlık nereye kadar? Giden her bir can bizden de bir parçamızı alıp götürüyor. Bunu anlamak için alim olmaya gerek yok. Acıyı hissedip tedbirli olmak yetiyor.

Herkes kendi tedbirini alırsa yaşamak için herkesin en az bir sebebi olur. Kendi sebeplerimizi biriktirelim sadağımızda, giden canların sebebi olmadan.

Kıyameti yaşayacağız, el-hak. Lakin bu dünyada birbirimizin kıyameti olmadan yaşayalım, kıymetimizi bilelim.

Bir virüs müydü aramıza giren, yoksa hep içimizde miydi o virüs bizden habersiz, bilemiyoruz. Lakin güneşi görmek istiyorsak içimizdeki ‘inat’ virüsünü öldürerek başlamalıyız mücadeleye. Sevdiklerimizin ve bizi sevenlerin buna ve bize ihtiyacı var.

Evde Kal Türkiye’m!