Dolar (USD)
32.28
Euro (EUR)
34.69
Gram Altın
2402.03
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

24 Aralık 2023

​Gazze aynasında samimiyet imtihanı

Artık Batı’nın ikiyüzlülüğünü, yalancılığını, utanmazlığını kanıksadık da ya bizdeki sözde antiemperyalist, antifaşist, antiamerikancı aymazlara ne demeli? İçlerinde biriken İslam düşmanlığını kusmak için fırsat bekleyen bu güruh sürekli sahnede. Nereden geldiğini hiç merak edip öğrenmedikleri bir komutla papağanvari tekrarlıyorlar öğretilmiş sloganları. Oysa insan vicdan sahibiyse insandır. Vicdanı hür bir insan, hadiselere karşı nerede, nasıl ve ne şekilde saf tutacağını, eylemlerini ve söylemlerini vicdanının sesine göre belirlemelidir. Maalesef bugün birçok insan, safını belirlerken kişilikleri silinmiş ve sahte kimliklerle meydanlarda dolaşan kriptoların emirlerine âmâde...

Eğer gerçekten insan isek öncelikle bu trajediyi kendi iç dünyamızda sanki o olayların içindeymişiz gibi yaşamamız gerekir. Gazze meselesi, insanlığın yaşadığı yüzkarası bir soykırımın adıdır. Maalesef olayları film izler gibi, maç seyreder gibi sıradanlaştırırsak, kalben ve ruhen hissedemezsek ne sözümüzün ne duamızın ne eylemimizin bir geçerliliği olmayacaktır.

Filistin meselesini bir ayna olarak düşündüğümüzde bu aynaya akseden Müslümanların hâline dikkatlice bakarsak eksik kalınan tek hususun samimiyet eksikliği olduğunu görürüz. Bunun da asıl sebebinin tam anlamıyla bir rabıta eksikliğinden kaynakladığını söyleyebiliriz. Tasavvufta ölüm rabıtası diye bir şey vardır. Yine modern terminolojide eskilerin diğerkâmlık dediği empati yapmak diye bir tabir vardır. Bu kavramlar çerçevesinde empati yapıyor muyuz, hayır! Orada yıkılan evin kendi evimiz olduğunu, ölen çocuğun kendi çocuğumuz olduğunu, ölen kişinin eşimiz, anamız, babamız ve hatta kendimiz olduğunu bir saniyelik de olsa bir düşünelim. Kendimizi Filistinlilerin yerine koyalım. Bu birkaç saniye sürecek bu rabıtayı yapamıyoruz maalesef, çünkü slogan atmadan empati yapmaya fırsatımız olmuyor.

Ey bu satırları okuyan ve aklı hâlâ karışık olan kari! Lütfen kendinizi bir kenara çekip, birkaç saniye için Gazze’de yaşadığınızı, evimizin bombalandığını, ailemizin öldürüldüğünü, haksız yere tutuklandığınızı, hapse atıldığınızı ve işkence gördüğünüzü düşünüp içinizin ne kadar acıdığını hissedin. Ancak o zaman anlarsınız yaşananları.

Geçmişte Bosna’da, Karabağ’da, Doğu Türkistan’da yaşananları gündemlerine bile almayan beyler, şimdi buraların edebiyatlarını yapmaya başladılar. Bunların bir kısmı bir zamanlar hepimiz “Ermeni’yiz” diye sokaklarda bağırıyorlardı, Maoculukları engel olduğu için hiçbir Doğu Türkistan eyleminde görünmüyorlardı. Bosna’daki soykırımı meşrulaştıran yazarlara Nobel verildi diye alkış tutuyorlardı. İslam’a ve Hz. Peygambere karşı alçakça karikatürlerle saldıranlara, Kur’an yakanlara karşı sus pus oluyorlar bu densizler duyarlı insanlarca protesto edildiğinde yine bu beyler çıkıp hoş görüden, fikir ve ifade hürriyetinden dem vuruyorlardı. Her dine, her fikre karşı saygılı olduğunu her fırsatta deklare eden bu tatlı su demokratları konu kendi yaşadıkları ülkedeki insanların mensup oldukları din olan İslam ve onun emirleri olunca aynı müsamahayı, aynı saygıyı gösteremediler. Bırakın Müslümanlığın şiarı olan camiden, minareden, ezandan, saladan, namazdan, kurbandan rahatsız olmayı Müslümanların sakalından, başörtüsünden, sarığından, şalvarından, çarşafından, türbanından da rahatsız oldular. Kızlar okusun diye bas bağırırlarken başörtülü kızların okuma haklarını ellerinden aldılar ve asla bu kişilerin ifade ve inanç özgürlüğüne saygı duymadılar.

Ne çok çifte standardımız var değil mi? Kayıplara karışan vicdanlarımız Ukrayna savaşında mağdur olan sarışın, mavi gözlü bebekler söz konusu olunca birden ortaya çıkmış ve dile gelivermişti de “bunlar da vicdana geldi” diye umutlanmıştık. Ancak kişilerin vicdanlarında bir renk körlüğü olmalı ki zulme uğrayan ve hunharca katledilen esmer tenli, kara gözlü Filistinli Müslüman çocuklar olunca o vicdanlar susuverdi. Demek ki bu beylerin vicdanlarında ya renk körlüğü var ya da tavuk karası olmuşlar. Yoksa bu durumun başka bir kabili izahı yok.

Suriye’den ülkemize göç etmek zorunda kalanları vatanlarını savunmadıkları için suçladık. Şimdi de Gazze’de vatanlarını savunmak için çabalayanları da teröristlik ile suçluyoruz. Maalesef dilimizin kemiği, söylemlerimizin bir ölçüsü yok.

Bırakalım kim ne düşünürse düşünsün biz kendimize bakalım. Tepkimizi her an diri tutmak, adam sendeciliğe sığınmamak gerekir. Emin olun bizim burada yaptığımız her eylem, yazdığımız her satır Filistinli kardeşlerimizin acılarını bir nebze hafifletiyor, onlara yalnız olmadıklarını gösteriyor. Eğer susarsak bu defa zalimler yaptıkları her zulmün haklı olduğu zehabına kapılacaklar ve zulümlerinin şiddetini artıracaklar.

Birileri hep soruyorlar, neden bu olaya karşı bu kadar tepkiliymişiz diye… El cevap: Bir Müslümanlar olarak nerede zulüm varsa ve kimden gelirse gelsin karşısında olmak zorundayız. Bu itirazlar imanımızın, inancımızın gereğidir. Moro, Eritre, Bosna, Doğu Türkistan, Karabağ… Nerede zulüm varsa hep karşısında olduk ve olacağız da!