Gazze'ye mânâ penceresinden bakmak
Aksa tufanı sonrasında başlayan
Siyonist katliam, her gün biraz daha dozajını arttırarak devam ediyor. İki
milyar İslam ümmeti, 10 milyonluk melun Siyonist güruh karşısında şaşkın ve
zelil bir şekilde beklemede. Herkes bir birine bakıp duruyor. Cemaat, cemiyet,
kanaat önderi ve elini taşın altına koyması gereken hiçbir kurum, kuruluş veya
şahıs, sadra şifa bir çare üretemiyor.
Asıl sorumluluk konumunda olan idarecilerimizden
de gereği gibi bir pratik göremiyoruz. Cumhurbaşkanı, ilgili bakanlıklarımız ve
bürokratlarımız da kendilerinden beklenen cesaret ve fedakârlığa yanaşmıyor.
Başta Filistin ve Gazze’nin masum ve mazlum halkları olmak üzere ümmetin tüm
mazlumları Cumhurbaşkanımız ve Türkiye cumhuriyeti devletinden çok daha büyük
bir cesaret ve liderlik örneği bekliyorlardı.
Emirler sultanlar ve başkanlar da
daha çok demeç yarıştırma derdindeler. Hiç kimse bir türlü fiili bir şeyler
yapmak için harekete geçmiyor, öne çıkmıyor. Neden mi? çünkü her biri savaşa
dâhil olup ABD ve tüm batıyı karşısına almaktan çekiniyor. Kimisinin eli
mahkûm. Kimisinin diyet borcu var. Kimisinin de belki “Pizza Gate” ve “Ceffry
Epstein” skandallarından yana Siyonistlerin ellerinde yeterince çirkin
dosyaları var. Bize gelince bizim de ekonomik olarak ellerimizi ayaklarımızı
bağlamışlar. “Gezi” operasyonu, “Rahip Branson” operasyonu ve derken 15 Temmuz
sonrası yaşanan kur operasyonları… Hatta gereğinde bir soğan patates ile bile
bize operasyonlar çekebiliyorlar.
Maddi güç gerekli değildir
demiyoruz. Nitekim Allah (cc) Kur'an'ı Kerim’de bizzat düşmana karşı her dem
hazırlıklı olmak için güçlü olmayı emretmektedir. Allah (cc) şöyle buyurur: Onlara (gizli,
açık düşmanlara) karşı gücünüzün yettiği kadar (bütün
imkânları kullanarak siyasi, askeri ve iktisadi her türlü) kuvvet ve
bağlanıp beslenen atlar, (bugün ise üretilip devamlı bakımı yapılan
uçaklar, füzeler ve tanklar) hazırlayın. Ki bunlarla Allah’ın ve sizin
düşmanlarınızı ve Allah’ın bildiği (ama) sizin bilmediğiniz
diğer (gizli şer ve nifak odaklarını) korkutasınız (ve
caydırıcılık gücüne sahip olasınız. Bu konuda cimrilik ve tedbirsizlik
yapmayasınız). Allah yolunda (cihad uğrunda ve milli savunma
amacıyla) her ne harcarsanız, (nasıl bir katkı sunarsanız, o
ahirette) size tam olarak ödenir ve asla haksızlığa uğratılmazsınız. (Allah
adalet sahibidir.) (Enfâl 8/60)
Evet, bu vb. nice naslar, maddi
güç konusunda hazırlıklı olmamızı emreder. Ancak şunu da unutmayalım ki, manevi
güç maddi güçten çok önce gelir. Şunu unutmayalım ki, biz İslam ümmeti olarak
tarih boyunca maddi planda düşmanımızdan daha güçlü olmadık. Aksine düşman hep
daha güçlü ve daha kalabalık oldu. Silah, mühimmat, lojistik diplomatik vs. her
açıdan düşman çok daha güçlü oldu. Ancak mana açıdan tamamen çöküşte
olduklarından her defasında perişan oldular.
Bedir, Uhud, Hendek ve Mûte gibi
Resûlullah (sav) dönemindeki savaşları inceleyelim. Düşmanın İslam ordusuna karşısında
her açıdan kat kat daha güçlü olduklarını görürüz. Mûte savaşında 3 bin kişilik
İslam ordusu, 200 bin kişilik Bizans ordusuna karşı zafer kazanmıştır. Ama
Tebuk savaşında ilk kez İslam ordusu düşmandan daha fazla olmasına rağmen İslam
ordusu ilk aşamasa Allâh'ın (cc) yardımı yerine kendi gücüne güvenince hezimet
yaşamış. Sonra onlardan az bir topluluk Resûlullah'ın (sav) çağrısı üzerine
toparlanıp yine Allâh'ın (cc) yardımıyla hezimeti zafere çevirmişlerdir.
Yani diyeceğim o ki, İslam ümmeti
olarak bizim başarılarımızın temelinde hep “ilahi yardım” vardır. İlahi yardımı
hak ettiğimiz zaman zafer bizimdir. İlahi yardımı kaybettiğimiz zaman ise
hezimet mukadderdir. Şu halde bizim fabrika ayarlarımıza dönerek, mana gücümüze
sahip olmanın çarelerini aramamız gerekir. Şu iki ayet bu konuda çok
manidardır. Allah (cc) şöyle buyurur: “Eğer Allah (herhangi bir
konuda ve düşman karşısında) size yardım ederse, artık (hiç
kimse) sizi yenilgiye uğratamayacaktır ve eğer sizi ’yapayalnız ve
yardımsız’ bırakacak olursa, O’ndan sonra da size yardım edecek kimse (çıkmayacaktır).
Öyleyse mü’minler, yalnızca Allah’a tevekkül etsinler-etmelidirler. (O’nun
nusret ve inayetini gözlemelidirler.)” (Âl-i
İmrân 3/160) İşte bu ayet, zaferin ilahi yardım ile mümkün olduğuna en açık
delildir.
Peki, ilahi yardımı nasıl hak
edecek ve nasıl elde edeceğiz. İşte ona da Allah (cc) şöyle cevap veriyor: “Ey
iman edenler! Eğer siz (cihad ederek) Allah’a (dinine) yardım
ederseniz, Allah da size yardım edip (zafere ulaştıracaktır. Dünyada
izzet ve hürriyete, ahirette ise cennete ulaşıncaya kadar sizi hidayet üzerinde
devamlı kılıp) ayaklarınızı sabit ve sağlam tutacaktır.” (Muhammed
47/7) “(Kâfirlere ve zalim düzenlere karşı) Sakın gevşeklik
göstermeyin, üzüntüye girmeyin (ümitsizliğe düşmeyin). Eğer gerçek
mü’minlerden olursanız zaten en üstün sizsiniz. (Ve galip
geleceksiniz.) (Âl-i İmrân 3/200)
Şimdi buradan kısık sesimizle
başta Sayın Cumhurbaşkanımız olmak üzere tüm ilgili ve yetkililere sesleniyor
ve diyoruz ki, Gazze’ye fiili olarak müdahil olmaktan çekinmeyi bırakınız. Ticari,
siyasi, diplomatik vs. tüm ilişkileri kesmek de dâhil, bu mütekebbir, gasıp,
işgalci, Siyonist zalimlere karşı harekete geçiniz. Gerekirse birleşmiş
milletlere rağmen oraya bir barış güzü göndermek için harekete geçiniz. Refah
sınır kapısından ve denizden mazlum Gazze halkına insani yardım ulaştırmak için
hemen ve acilen harekete geçelim. Emin olan eğer körfezin emirleri, sultanları
arkamızda olmasa da Allah (cc) ve melek orduları arkamızda olacaklardır. ABD ve
AB karşınızda olsa da Allâh'ın (cc) yardımı ve onun görünmez orduları
kesinlikle arkamızda olacaklardır.
Bu kadar ürkek davranmayalım ve
bilelim ki, Allâh'ın (cc) yardımını aldığımız an bu melun güruh hemen pes
edecektir. Ayrıca biliyoruz ki, ekonomik olarak bizim batılılara ihtiyacımızdan
daha fazla onların da bize ihtiyaçları var. Bakın bunu yaptığımız zaman
“ümmetin son kalesi” olmayı hak edeceğiz. O zaman sadece ümmetin mazlumları
değil, tüm dünyanın da mazlumları bizim yanımızda olacaklardır. Ümmetin lideri,
rehberi ve hamisi olmak için henüz fırsat geçmiş değil. Ama zaman da tükenmek
üzere.